Tanrı’ya Adanmışlık
18 Haziran 2017
Sevgili kardeşler,
Tanrımız’ın sözünde yaşamımız için çok zengin hazineler bulunduğunu biliyorsunuz. Rab’bin lütfuyla bu hazineleri ortaya çıkararak beslenmek ve kutsallıkta, alçakgönüllülük ve sevgide büyümek için Tanrı’nın sözlerini daha derinden anlamaya çalışıyoruz. Çünkü bu sözler canımıza besindir. Kutsal Kitap’ımızda Tanrı’nın sözleri peygamberlerin aracılığıyla yazıya geçen şiirler, düz yazı, benzetmeler, mecazi anlatımlar gibi çeşitli edebi formlarda bulunur. Ayrıca Kutsal Kitap’ta bazı insanların tarihi öyküleri yer alır. Rab’bin seçtiği, O’na umut bağlayan insanlarla nasıl ilgilendiğini, onlarla nasıl bir ilişki kurduğunu, egemenliği için onları nasıl kullandığı hakkındadır. Bu öyküler, yaşanmış gerçek olaylardır ve Tanrı’nın bir zamanlar bu iman adamlarının ve kadınlarının hayatında nasıl doğaüstü biçimde çalıştığını bize öğretmektedir. Örneğin Ester, Musa, Yusuf, İbrahim gibi insanların öykülerini okuyoruz. Peki binlerce yıl önce bize uzak diyarlarda yaşamış ve sonra ölmüş insanların hayatlarından bize ne? Onların hayatlarından ne öğrenebiliriz diye düşünmemiz doğru olur mu? Asla. Çünkü bu öyküler özel bir amaç ile buraya yerleşmiştir. Bu öyküler Tanrı’nın egemenliğiyle ilişkili insanların öyküleri olduğu için bize örnek ya da ibret olsun diye bunları bilmemiz ve çalışmamıza gerekir.
O nedenle bugün Tanrı’nın peygamberi Samuel’den ve özellikle de annesi Hanna’dan biraz söz edeceğim. Biliyorsunuz Samuel İsrail halkının büyük bir peygamberiydi ve hakimler döneminin sonlarında yaşadı ve Rab tarafından seçilerek peygamber olarak görevlendirildi. Kral Saul’dan önce İsrail’i yöneten son hakimdi. Musa gibi o da Tanrı’nın halkı için RAB’be yakarır ve yalvarırdı. Bu konuda RAB onu övüyor ve örnek gösteriyor: Örneğin 99. Mezmurda şöyle diyor:
Mezmurlar 99
Musa’yla Harun O’nun kâhinlerindendi, Samuel de O’na yakaranlar arasında. RAB’be seslenirlerdi, O da yanıtlardı.
Bu kadar büyük bir Tanrı adamının öyküsü ilginçtir ki annesi Hanna hakkında uzunca bir bölüm ile başlar. 1. Samuel’I okuyalım:
1Sa 1:1-7
Efrayim dağlık bölgesindeki Ramatayim Kasabası’nda yaşayan, Efrayim oymağının Suf boyundan Yeroham oğlu Elihu oğlu Tohu oğlu Suf oğlu Elkana adında bir adam vardı.Elkana’nın Hanna ve Peninna adında iki karısı vardı. Peninna’nın çocukları olduğu halde, Hanna’nın çocuğu olmuyordu. Elkana Her Şeye Egemen RAB’be tapınıp kurban sunmak üzere her yıl kendi kentinden Şilo’ya giderdi. Eli’nin RAB’bin kâhinleri* olan Hofni ve Pinehas adındaki iki oğlu da oradaydı. Elkana kurban sunduğu gün karısı Peninna’ya ve oğullarıyla kızlarına etten birer pay verirken, Hanna’ya iki pay verirdi. Çünkü RAB Hanna’nın rahmini kapamasına karşın, Elkana onu severdi. RAB Hanna’nın rahmini kapadığından, kuması Peninna Hanna’yı öfkelendirmek için ona sürekli sataşırdı. Bu yıllarca böyle sürdü. Hanna RAB’bin Tapınağı’na her gittiğinde kuması ona sataşırdı. Böylece Hanna ağlar, yemek yemezdi.
Elkana Hanna’yı daha çok seviyordu ancak çocuğu olan Peninna, çocuksuz Hanna’ya sürekli sataşıp onu aşağılıyordu. Hanna’nın durumunu hayal etmeye çalışın. Çocuksuz olmanın utancı içinde yaşayan, sürekli yaslı gezen, gözü yaşlı, üzüntüden yemek yemeyen bir kadındı. Çocuk sahibi olarak kumasının alaylarından kurtulmak ve bu utançtan kurtulmak için tek umudu Rab’di. Bu durum yıllarca sürdü, yıllardır tapınmak için Şilo’ya geliyor, dua ediyor ama bu sıkıntısı için Rab’den bir cevap alamıyordu. Bir yıl gene Rab’be tapınmak için Buluşma Çadırı’nın olduğu Şilo’ya gittiler. Hanna tekrar dua etti. Ama bu kez durum çok farklıydı. Okuyalım.
1Sa 1:10
Hanna, gönlü buruk, acı acı ağlayarak RAB’be yakardı ve şu adağı adadı: “Ey Her Şeye Egemen RAB, kulunun üzüntüsüne gerçekten bakıp beni anımsar, kulunu unutmayıp bana bir erkek çocuk verirsen, yaşamı boyunca onu sana adayacağım. Onun başına hiç ustura değmeyecek.”
Yıllardan beri Hanna, bir oğula ihtiyacı olduğunu düşünerek kendisini bu utançtan ve sıkıntıdan kurtarması için Tanrı’ya dua etmiştir. Ama bütün bu yıllar boyunca Rab onun dualarına yanıt vermedi. Ancak bu kez Hanna, Rab’be farklı bir şekilde yaklaşıyor. Hanna artık gücünün son noktasına gelmiş. Gönlü buruktu ve acı acı ağlayarak Rab’bin önünde kendisini alçalttı. Ve Bu sefer kendi ihtiyacı için dua etmedi. Pennina’yı kıskandığı için dua etmedi. Bir çocuk sahibi olarak Peninna’na karşısında başı dik durmak ve eşe dosta karşı gururlanmak için dua etmedi. Kocasından daha çok sevgi ya da saygı görmek için de dua etmedi. Benlikten gelen bir tutkuyla, insanların beğenisini kazanmak amacıyla dua etmedi. Bunun yerine nasıl dua etti? Kendisini hiçe sayarak Tanrı’nın yüceliği için dua etti Kendisini Tanrı’ya bir kurban olarak sundu ve Tanrı’nın yüceliği için kendi bedenini kullanmasını istedi. Eğer bir çocuk sahibi olursa onu Rab’be adayacağını, Rab’bin hizmetine vereceğini, yani doğacak çocuktan vazgeçeceğini beyan etti. Bu kez kendi ihtiyacına ve sıkıntısına odaklanmayı reddetti. İsrail halkının ruhsal ihtiyacına, Tanrı’nın halkına odaklandı. O dönemde İsrail’de büyük bir ruhsal kıtlık vardı. Tanrı’nın halkı yoldan çıkmıştı. Kahin Eli ve oğulları kutsallığa önem vermeyen kişilerdi. Tanrı’dan görümler ve rüyalar gelmiyordu. Musa’nın günlerinden beri İsrail halkına güçlü bir peygamber gelmemişti. Hanna halkın içinde bulunduğu ruhsal kıtlığa karşı Tanrı’ya adanmış bir erkek çocuk için dua etti. Çocuğun başına ustura değmeyecek yani, tamamen Rab’be adanmış Nezir yemini etmiş bir önder olacaktı. Tanrı’nın isteğine tamamen uygun bir adak adadı. Yakarışları kendi ihtiyacı yerine Tanrı’nın isteğine odaklandı. Bunun sonucunda Rab duasını duydu ve Samuel dünyaya geldi. Hanna adağını yerine getirdi ve çocuğu sütten kesildikten sonra Tanrı’nın çadırına onu bıraktı. Samuel Rab’bin hizmetinde büyüdü, tüm İsrail’in saygısını kazanan büyük bir Tanrı adamı oldu. İsrail’i uzun yıllar barış ve adaletle yönetti ve kral Davut’u meshetti. İşte Tanrı’ya adanarak edilen içten bir dua sonucunda büyük bir Tanrı adamı yetişti.
Burada bizler için ruhsal ders vardır. Tanrı’ya ilk yeri vermenin, O’nun isteğinin gerçekleşmesinin Tanrı’nın egemenliğinde bir yasa olduğunu görüyoruz. Bizim bereketlenmemizin birinci koşulu budur. Rab’den isteyeceğimiz her şeyi önce Tanrı’ya sunmalıyız, O’na adamalıyız. Tanrı, halkının övgüleri üzerine tahtını kurmuş ve halkının sunduğu kurbanlar aracılığıyla egemenliğini ilerletmektedir. Hanna, doğacak çocuğunu Tanrı’ya teslim ettiğinde Tanrı’yı yüceltmiş oldu ve bereketlendi, kısırlığı şifa buldu. Tanrı’ya adadığı çocuk yerine Tanrı Hanna’ya üç erkek iki kız çocuk daha verdi.
O yüzden isteklerimizi önce Tanrı’ya sunmalıyız, Tanrı’ya adamalıyız. Bu yüzden ne zaman kendi benliğimizden doğan isteklere odaklanırsak Tanrı bu tür duaları işitmeyi reddediyor. Yakup Mektubu bu konuda açıkça uyarmaktadır: “Elde edemiyorsunuz, çünkü Tanrı’dan dilemiyorsunuz. Dilediğiniz zaman da dileğinize kavuşamıyorsunuz. Çünkü kötü amaçla, tutkularınız uğruna kullanmak için diliyorsunuz.” Tanrı’nın yüceliği ve egemenliği yerine kendi tutkularımız, kötü amaçlarımız için dilediğimiz dileklere erişemeyiz. O zaman dileklerimizi iyi amaçla, yani Tanrısal tutkular uğruna kullanmak için dilemeliyiz. Rabbimiz dua etmeyi öğretirken doğru sıralamayı açıklamıştır:
Mat 6:9-10
“Bunun için siz şöyle dua edin: ‘Göklerdeki Babamız, Adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de Senin istediğin olsun.”
Tanrı’ya her zaman ilk yeri vermemiz gerektiği dualarımızda görülmelidir. Tanrı’nın egemenliği ve adının kutsallığı için olan dualarımızı Rab Hanna’nın duası gibi işitecektir.
Dirisu Kilisesi
Alper Özharar
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!