20 Ekim 2013
Tanrı’nın yüreğinden kopup gelen bir feryat var. Ve bu feryat her gün bizim yüreğimizde hiç durmadan çınlayıp duruyor.. Bu feryat şudur: “Benim varlığım, huzurum olmaksızın niçin tatmin olmaktasınız; benimle yakın ve içten bir ilişki varken neden benden uzaksınız?
Yakup 4:8’de tüm insanlığa yapılan en büyük davet vardır: “Tanrı’ya yaklaşın, O da size yaklaşacaktır.” Bir an bunu düşünelim: Evrenin, yeryüzünün, içinde yaşayan her şeyin, meleklerin vs. yaratıcısı bizim varlığımızı talep ediyor ve bizimle yakın ve içte bir ilişki kurmayı arzuluyor. Bu Tanrı’nın değişmeyen arzusudur. Davet eden kendisidir ve çocuklarının O’nu tanımasını ister.İnsan günah düştüğünden beri bu yakın ilişkiye giden yolu açmak binlerce yıla ve hem insanlığın hem de Tanrı’nın ödediği büyük bedellere mal oldu.
Adem Rab’bi açıkça tanıyordu; ama günahtan ötürü veya itaatsizlik yüzünden Tanrı’nın yüceliğinden uzaklaştı ve onun yazgısını tüm insanlar paylaştı. Herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı. O’nun yüceliğinden yoksun kalmak, O’nunla olması gerektiği gibi bir ilişki kuramamamız demektir. Artık insanlar Âdem’in Tanrı’yı ilk başta gördüğü gibi göremez ve tanıyamaz oldular. O’na yaklaşmaktan acizdik.
Yeremya 30:21’de
Kim canı pahasına yaklaşabilir bana? diyor RAB,
Gene Yas.4:24’te
“Tanrınız RAB yakıp yok eden bir ateştir; kıskanç bir Tanrı’dır.”
Görüyoruz ki, Günahkar, tövbe edip lütuf bulmamış bir canın Tanrı’ya yaklaşması olanaksızdır..İnsan Tanrı’ya yaklaştığını sanabilir, ama O’nu olduğu gibi gören kişiler durumlarının ne korkunç olduğunu fark ediyorlar..Örneğin Yeşaya görkemli Rab’bi bir görümde tahtıhda gördüğü zaman “Vay başıma! Mahvoldum” dedim, “Çünkü dudakları kirli bir adamım, dudakları kirli bir halkın arasında yaşıyorum. Buna karşın Kral’ı, Her Şeye Egemen RAB’bi gözlerimle gördüm’ dedi. ..İşte Tanrımızın kutsallığı önünde günahlı insanın durumu budur.
Buna karşın göksel Babamız büyük bir tutkuyla ve şefkatle bizi bu korkunç ayrılıktan kurtarmak istedi. Bunun için sevgili Oğlu İsa’yı gönderdi. Rab İsa başlangıçtan beri gökteki Baba ile birlikteydi. Tanrı İsa’yı Rab olarak kabul ettiğimizde bizi karanlıktan özgürlüğe kavuşturmak amacıyla günahın cezasının bedelini ödesin diye insan oldu. Ve artık İsa Mesih’le birlikte O’nu her bakımdan tanımamız için kapı açılmıştır. Çünkü;
Yuhanna 1:18
“Tanrı’yı hiçbir zaman hiç kimse görmedi. Baba’nın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul O’nu tanıttı”
Ancak Tanrı’yla insanın bu yeniden birleşmesi ne yeterince duyurulmakta ne de tüm doluluğuyla yaşanmaktadır. Günah ve ölümden özgür olmaya vurgu yapmamıza karşın özgürlüğe kavuşmuş herkesi bekleyen yakın ve içten paydaşlığı duyurmak da önemlidir. Tanrı’yı yakından ve içten tanımanın güzelliğini kaçıran birçok kişinin bu gerçeği göz ardı etmesi oldukça pahalıya mal olmakta, hatta felakete yol açmaktadır. İmanın zayıflaması, sevginin soğuması bu ilişkiden yoksunlukta ileri gelir..Bu trajediye benzer bir paralelliği Eski Antlaşma’da İsrail halkının yaşamında görmekteyiz.
FARKLI İKİ GÜDÜ
Musa ile İsrail halkının takındığı tutumlar ile sergiledikleri davranış biçimleri arasında şaşırtıcı bir farklılık var. Mısır’dan Çıkış ağır ve zor koşullar altında yaşayan bir kölelik altında acı çeken İbrahim soyundan söz ederek başlar. 400 yıl boyunca Mısır’da yaşadılar. Başlangıçta Mısırlı yetkililerden gördükleri iyiliklerden zevk alıyorlardı, ama çok geçmeden köle oldular ve kötü davranışlara maruz kaldılar. Büyük acıları ve derin sıkıntıları içinde özgürlük için Tanrı’ya yakarmaya başladılar.
Rab ettikleri duaları işitip harekete geçti ve kendilerine Kurtarıcı Musa’yı gönderdi. Bir İbrani olarak doğmasına rağmen, Firavun’un evinde bir prens olarak yetişti..O dönemin en güçlü önderinin sarayında en ayrıcalıklı konuma sahip biri oldu. Ama Mısır’ın güçlü prensi olmasına rağmen soydaşlarının durumu onun yüreğine dokundu, kardeşlerinden birini savunurken bir Mısırlı’yı öldürünce çöle kaçtı. Ancak yıllar sonra Tanrı sözü ve gücü aracılığıyla İsrail’i kurtarmak için geri döndü.
İsrail halkının Mısırlılar tarafından nasıl zalimce kullanıldıklarını ve kötü muamele gördüklerini hayal etmek kolay değil..Sırtları firavunun görevlileri tarafından kırbaçlarla yara bere içinde kalıyordu; derme çatma evlerde yaşıyorlardı, Mısırlılar’dan arta kalanlarla karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Mısırlı efendilerinin mal varlığını artırmak için gece gündün köle olarak çalışıyorlardı, gelecekte bir mirasa kavuşma umutları da yoktu. Firavunun fermanıyla öldürülen binlerce bebeklerinin yasıyla ağlıyorlardı. Ne keder!
Ancak Mısır’dan çıkınca böylesine büyük bir zulüm altında acı çekmelerine rağmen yaşadıklarını çarçabuk unuttular. Mısır’dan kurtulduktan sonra bile bazı şeyler yolunda gitmemeye başlar başlamaz; Mısır’dan çıktıklarına pişman oldular.
Çölde Sayım 14. bölümde 1-4.ayetlerde şöyle der:
“O gece bütün topluluk yüksek sesle bağrışıp ağladı. Bütün İsrail halkı Musa’yla Harun’a karşı söylenmeye başladı. Onlara, “Keşke Mısır’da ya da bu çölde ölseydik!” dediler, “RAB neden bizi bu ülkeye götürüyor? Kılıçtan geçirilelim diye mi? Karılarımız, çocuklarımız tutsak edilecek. Mısır’a dönmek bizim için daha iyi değil mi?”Sonra birbirlerine, “Kendimize bir önder seçip Mısır’a dönelim” dediler.
Ama Musa onlar gibi davranmadı; halbuki Mısır’da durumu iyi olan biri varsa o da Musa’ydı!!Aslında dünyada kimsenin durumu Musa’dan daha iyi olamazdı! Musa dünyanın en varlıklı adamı tarafından Mısır’da bir Yahudi olduğu halde büyütüldü, en güzel yerlerde yaşadı, en iyi şeyleri yedi, içti, en iyi şeyleri giydi ve en iyi öğretmenler tarafından eğitildi!! Hizmetkârları onun her isteğini karşılardı, her ihtiyacı yerine gelirdi. Çünkü büyük bir mirasa sahipti.. Ama o tüm bunları geride bırakmayı seçti, ve İsrail halkının tersine ne geriye baktı ne de geride bıraktığı şeyleri özledi.
…İsrail halkının Mısır’da özleyecekleri bir şey yokken Mısır’ı özlediler, Musa’nın ise özleyeceği çok şey olmasına rağmen Mısır’ı özlemedi.
Ne büyük bir fark ve tezat? Peki bu farkı yaratan neydi? Musa çölde Tanrı’yla yüzleşmişti. Yanan ama tükenmeye çalıyı görmüş ve ona yaklaşmıştı. Sina’da yanan çalıda İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı’yla buluştu ve O’nu adıyla tanıdı! Tanrı’yı tanımak Musa’daki bu büyük farkı yarattı.
Size bir soru sorayım: Musa, İsrail halkı Mısır’dan çıkardıktan sonra nereye götürdü? Hemen vaat edilmiş topraklara mı? Ama dikkat edersek ilk hedefleri orası değildir. İlk olarak Sina Dağı’na yöneldiler, çünkü Tanrı Firavun’a “Halkımı salıver, çölde bana tapsınlar” diyor. “Halkımı salıver, vaat edilen topraklarını miras alsınlar “ dememiştir. Musa halkı vaadin kendisinden önce , Vaat Eden’e götürmeliydi. Kendisine Sina Dağı’nda görünen Tanrı’yı İsrail halkına da tanıtması gerekiyordu. Vaat edeni tanımadan önce sadece vaatlerin kendisi anlamsızdır.. Tanrı, halkını Sina Dağı’na götürmeden direk vaat edilmiş topraklara götürseydi ne olacaktı? Bunun anlamı Tanrı’nın kendisinin önemsiz, esasen vaatlerin önemli olduğu anlamına gelecekti. Vaadi kim verirse versin önemli değil, önemli olan ne vaat edildiği olacaktı. Hâlbuki Tanrı her şeyden daha çok tapınılmaya layıktır. Kurtuluşumuzun amacı öncelikle Tanrı’ya yaklaşarak O’na tapınmamızdır…
Rab İsa Mesih’in gerçekte kim olduğu, bizim için neler vaat ettiğinden daha önemlidir. Bizim odağımız İsa Mesih’tir, O’nun bize vereceği ödüller ya da armağanlar ikinci sıradadır. Tanrı’ya Tanrı olduğu için sevinçli bir karşılık vermeli ve itaat etmeliyiz. Yoksa kilise içinde öncelikle kendi çıkarları için hizmet etmeye önem veren insanlar ortaya çıkar. Bu durum bir adamla parası için evlenen bir kadına benzetilebilir; kadının asıl içgüdüsü kocasını olduğu gibi tanımaktan çok, kendisi için neler yapabileceğidir. Belli bir orandan kocasını sevebilir, ama tamamen yanlış nedenler için sever. Ve böyle bir sevgi streslere, zorlamalara dayanamaz ve kırılır. Mesih’in gelini olan kilise ile Mesih arasındaki ilişki böyle olmamalıdır. Mesih kendisini bizler için feda ederek kiliseyi canı pahasına sevdiğini kanıtladı, ama kilisenin sevgisi ne durumda?
Tanrı’yla yakın ilişkiyi ihmal edecek derecede sadece bereketlerine vurgu yapılırsa, Tanrı’ya Tanrı olduğu, yani kimliği için değil, Tanrı’dan bir şeyler almak amacıyla gelen öğrenciler veya izleyiciler ortaya çıkar. Tanrı dünyadaki istekler için sadece bir başvuru merkezi haline gelebilir. Hâlbuki Tanrımız öylesine harika ve eşsizdir ki, hiçbir şeyle ve kimseyle O’nu karşılaştıramayız. Musa’nın deneyim ettiği gibi Tanrı’yla yüz yüze geldiğimizde tüm vaatler yerli yerine oturur. Tanrı, vereceği bereketlerden daha harikadır. Zaten Tanrı olmazsa bereketler de anlamsızdır.
Tanrı İsrail halkı kendisini tanısın ve sevsin diye özgür kıldı. Kendisini onlara yaklaştırmak istedi. Tanrı eski antlaşma kitabında halkına şöyle sesleniyor; Çık. 19:4 Mısırlılar’a ne yaptığımı, sizi nasıl kartal kanatları üzerinde taşıyarak yanıma getirdiğimi gördünüz.
Ama buna rağmen Tanrı’nın onlar için öngördüğü planı kaçırdılar. Fakat Tanrı’nın kendi halkıyla yakın ve içten bir ilişki kurma özlemi asla azalmamış ve değişmemiştir, çünkü bu özlemi kendi sözünde sürekli olarak görülmektedir ve Pavlus’un duasında görünür:
Efesliler 1:17
“Rabbimiz İsa Mesih’in Tanrısı, yüce Baba, kendisini tanımanız için size bilgelik ve vahiy ruhunu versin diye dua ediyorum”
Tanrı yakın ve içten ilişki kurma tutkusunu halkına aşılamak istiyor. Tanrımız canlı ve sıcak bir iletişim kurmamızı istiyor..Tanrı her yeniden doğan çocuğunun O’nu derinden ve yakın bir şekilde tanımasını arzu eder! Bu bizi heyecanlandırmalıdır! Bizler yüreği çocukları için sızlayan Babamız yaşayan Tanrı’ya hizmet ediyoruz. O karşılıklı iletişimi arzular. Pavlus Korint’te imanlılara şöyle demiştir.
1.Koritliler 12:2-3
“Biliyorsunuz, putperestken şöyle ya da böyle saptırılıp dilsiz putlara tapmaya yöneltilmiştiniz.”
Burada Pavlus gerçek Tanrı ile putlar arasındaki ana farklılıklardan birine işaret eder..Putlar dilsizdir, halbuki yaşayan Tanrı konuşur!
Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın insanlarla nasıl konuştuğuna dair bazı örnekler var..O zaman birinci olarak Tanrı’nın Musa’ya nasıl konuştuğuna bir bakalım:
Çıkış 3:1- 4
“Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro’nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı Dağı’na, Horev’e vardı.
Çıkış 3:2
RAB’bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde ona göründü. Musa baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor.
Çıkış 3:3
“Çok garip” diye düşündü, “Gidip bir bakayım, çalı neden tükenmiyor!”
Çıkış 3:4
RAB Tanrı Musa’nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Musa, Musa!” diye seslendi. Musa, “Buyur!” diye yanıtladı.
Burada Musa kayınbabasının sürüsünü giderken baktı ve RAB yanan ama tükenmeyen bir çalıdan yükselen alevlerin içinden ona göründü. Yani Musa’nın dikkatini çekti ve Musa gördüğü varlığa uygun karşılık verdi, “Gidip bir bakayım” dedi. Ve RAB Tanrı Musa’nın yaklaştığını görünce “Musa!” diye seslendi. Musa uygun bir karşılık vermeseydi, aleve yaklaşmasaydı RAB uzaktan ona seslenecek miydi? Bence seslenmezdi. Tanrı Musa’ya koyunları ağıla koyduktan sonra nispeten daha rahat bir zamanında görünmedi. Aslında Musa için uygun olmayan bir zamanda göründü. Musa ”Sürüden uzaklaşırsam koyunlar her tarafa dağılabilir, sürüyü toplamak saatlerimi alacak” diye düşünebilir ve çalıya hiç yaklaşmayabilirdi, ama o zaman Rab ona konuşmazdı.
Şimdi de 2. örnek olarak Samuel’e bir bakalım. 1.Samuel 3. bölümdeki o hikayeyi hepimiz biliyoruz. Annesi tarafından RAB’be adanan Samuel bir gece yatağına uzandığında RAB ona Samuel, Samuel diye sesleniyor, Samuel kahin Eli’nin kendisini çağırdığını düşünerek onun yanına gider ve bu olay üç kez tekrarlanır! Ve en sonunda kahin Eli’nin öğüdüyle Samuel, “Konuş kulun dinliyor” deyince RAB kendisini tanıttı ve gelecekle ilgili bilgi verdi. Tanrı farklı bir şey yapabilirdi, “Samuel boşuna yorulma, seninle konuşmak isteyen Eli değil, Ben RAB’bim” diyebilirdi..Ancak Samuel uygun bir karşılık vermeliydi ve bunun yolunu kahin Eli’den öğrendi..”Buyur, kulun dinliyor” dedi..Tanrımız dikkatimizi çeker, ama konuşmak için bizim yüreğimiz hazır olmalı ve uygun bir karşılık vermeye istekli olmalıyız..Tanrı’yı aramakta, O’na yaklaşmakta ve dinlemekte arzulu ve gayretli olmalıyız. Tanrı dikkatimizi çektiğinde fırsat kaçırmak kederli bir olaydır. Tanrı’nın bu yöntemini Yeni Antlaşma’da da görüyoruz.
Üçüncü örnek olarak İsa Mesih’i vermek istiyorum.İsa beş bin kişiyi beş ekmek ve iki balıkla doyurduktan sonra öğrencilerinin kayığa binip karşı yakaya geçmesini istedi. O da dua etmek için dağa çıktı. Sonrasını Markos 6:47-48’den okuyalım: Akşam olduğunda, tekne gölün ortasına varmıştı. Yalnız başına karada kalan İsa, öğrencilerinin kürek çekmekte çok zorlandıklarını gördü. Çünkü rüzgar onlara karşı esiyordu. Sabaha karşı İsa, gölün üstünde yürüyerek onlara yaklaştı. Yanlarından geçip gidecekti.
Buradaki “Yanlarından geçip gidecekti” ifadesine dikkat edelim..Buna daha önce dikkat etmiş miydiniz? Yani İsa, öğrencilerin durumunu, dalgalarda kürek çekmekte zorlandıklarını görmesine ve onlara yaklaşmasına rağmen “yanlarından geçip gitme niyetindeydi.” Ama İsa’yı görünce bağrıştılar ve İsa onlara “Cesur olun, korkmayın” diye seslendi. Matta İncili’nde Petrus’un da İsa’nın buyruğu üzerine tekneden indiğini ve ona doğru yürüdüğünü okuyoruz..Sonra İsa tekneye binip onlara katılınca fırtına dindi.
Yani burada İsa’ya bağrışıp seslenmeseydi, O yürümeye devam edecekti..Onlara yakın bir noktadan geçip önce dikkatlerini çekti ve yakınlarda olduğunu onlara gösterdi ve kendisini çağırmalarını bekledi. Aksi halde onlarla zorla gitmeye çalışmayacaktı.
Bu örneklerden de gördüğümüz gibi Tanrı dikkatimizi çekerek bize doğru bir adım atıyor ve O’na uygun karşılığı verip O’nu çağırırsak ve O’na yaklaşırsak bize daha çok yaklaşacaktır. O’na uygun karşılık vermediğimiz zaman zorla içeri girmeyecek. Yani Rab bizim O’na acıkmamızı, O’na yaklaşmamızı, O’nu aramamızı ister..O’na yakarmamızı ister..Çünkü O zaman O’nun yüreğimize fısıldadığını ve bize açıkça konuştuğunu duyacağız.
Sevgili kardeşler, Tanrımızın sevgili dolu yüreğinden akıp gelen tutkulu bir arzu bizimle derinden ilişki kurmak ve bize konuşmaktır.. Tanrı halkına konuşur ve onları yönlendirmek ister. Eğer Tanrı bugün dikkatimizi çekiyorsa, bize bazı işaretler veriyorsa ki her zaman bunu yapıyor, o zaman O’na doğru bir adım atıp uygun bir karşılık verelim..O zaman “Tanrı’ya yaklaşın; O da size yaklaşacaktır” vaadinin ne kadar doğru olduğunu deneyim edeceğiz. Çünkü Tanrı’nın sözünde bunu vaat etmektedir.
Bazı teşvik ayetleri:
Mez.73:28
Bedenim ve yüreğim tükenebilir, Ama Tanrı yüreğimde güç, Bana düşen paydır sonsuza dek. Kuşkusuz yok olacak senden uzak duranlar, Ortadan kaldıracaksın sana vefasızlık edenleri. Ama benim için en iyisi Tanrı’ya yakın olmaktır. Ondan uzak duranlar yok olacak, ama O’na yaklaşanlar merhamet bulacaktır…
Mez. 145:18
RAB kendisine yakaran, İçtenlikle yakaran herkese yakındır. Rab kendisine yakaranlara yaklaşır.
Yşa. 55:6’da
Bulma fırsatı varken RAB’bi arayın, Yakındayken O’na yakarın. Kötü kişi yolunu, Fesatçı düşüncelerini bıraksın; RAB’be dönsün, merhamet bulur, Tanrımız’a dönsün, bol bol bağışlanır. Rab’be yaklaşan kişi, bağışlanır.
Günahlarımızdan dönerek Rab İsa’yı yüreğimize kabul eden bizler için Kapı açılmıştır.. İbraniler 10:19’da bize şöyle sesleniyor: “Ey kardeşler, İsa’nın kanı sayesinde perdede, yani kendi bedeninde bize açtığı yeni ve diri yoldan kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır.”
Öyleyse büyük cesaretle bu kapıdan geçip Tanrı’yla daha derin bir ilişki kurmayı amaç edinelim ki iman yolculuğumuzda bilinçli ve uyanık olalım kardeşler..Tanrı’ya ilişkimiz sığ ise sersemleşir ve dünyanın tuzaklarına karşı savunmasız oluruz. Rab hepimizi esirgesin.
Dirisu Kilisesi
Alper Özharar