Dünyanın Günahını Kaldıran Tanrı Kuzusu

30 Mart 2014

Yuhanna 1:35-36
Ertesi gün Yahya yine öğrencilerinden ikisiyle birlikteydi. Oradan geçen İsa’ya bakarak, “İşte Tanrı Kuzusu!” dedi.

Yahya bunu kendiliğinden söylemedi. Tanrı ona “Ruh’un kimin üzerine inip durduğunu görürsen, Kutsal Ruh’la vaftiz eden O’dur” demişti.

Matta 27: 45-47
Öğleyin on ikiden üçe kadar bütün ülkenin üzerine karanlık çöktü. Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, “Eli, Eli, lema şevaktani?” yani, “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” diye bağırdı. Orada duranlardan bazıları bunu işitince, “Bu adam İlyas’ı çağırıyor” dediler.

Yaşam veren İsa üç yılın sonunda, körlerin gözlerini açtıktan, hastalara şifalar verdikten, cinleri çıkardıktan, beş bin kişiyi doyurduktan sonra, Baba’nın kudretiyle dolu olan İsa Mesih işte, çarmıhta etkisiz bir durumdaydı. Başına alay edilircesine dikenli taç konmuş, elleri ve ayakları çivilenmişti. Rab orada terk edilmişliği tam olarak yaşadı. “Eğer sen Mesih’sen in aşağı da görelim” dediler. Onunla alay ettiler. Susayınca sirke verdiler. En sonunda acıyla “baba beni neden terk ettin” dedi. Bütün bunlar O’nunla ilgili yazılanlar yerine gelsin diye oldu. Aslında orada terk edilen Oğul değildi. Bizlerdik. Çünkü bizim günahlarımız ona yüklenmişti. Tanrının kutsalı olan İsa’da biz kutsallaşalım diye değiş tokuş yapıldı.

Çarmıhta İsa Tanrım, Tanrım beni beni neden terk ettin diye bağırmıştı.

O zaman İsa’nın bu sözlerini oradaki insanlar anlamadırlar anlamadılar bugün de böyledir. Ancak Tanrı’dan yeniden doğan kişi bunu anlar. O’nun yaptıklarını anlayabilmemiz için önce çarmıhtaki İsa’yla yerlerimizi değiş tokuş etmemiz gerek.

İsa bedenin günlerinde bir an olsun babasından ayrı yaşamamıştı. Ancak günahın bir bedeli vardı. Ya dünya kurtulacak ya da İsa acı çekmeyecekti. Ya Tanrı halkı Tanrı’yla barışacak ya da İsa acı çekmeyecekti. O acı çekmeyi göze aldı… Ama şimdi İsa adeta günahlarımız yüzünden terk edilmişlik hapsine kapatılmıştı.

Kuzu kendini feda ettikten sonra Tanrı’nın yüzünü bizden ayıran perde de yırtıldı. Günah bizi Tanrı’dan ayıran ne büyük bir engeldir. O kadar büyük bir engeldir ki Tanrı’nın bizi kurtarması için oğlunu feda etmesi gerekmiştir.

O günlerde insanların anlayamadıklarını Yeşaya İsa’dan çok önce şöyle bildirmişti.

Yeşaya 53:4-11
Aslında hastalıklarımızı o üstlendi, Acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, Vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza Ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk. Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık, Her birimiz kendi yoluna döndü. Yine de RAB hepimizin cezasını ona yükledi. O baskı görüp eziyet çektiyse de Ağzını açmadı. Kesime götürülen kuzu gibi, Kırkıcıların önünde sessizce duran koyun gibi Açmadı ağzını. Acımasızca yargılanıp ölüme götürüldü. Halkımın isyanı ve hak ettiği ceza yüzünden Yaşayanlar diyarından atıldı. Onun kuşağından bunu düşünen oldu mu? Şiddete başvurmadığı, Ağzından hileli söz çıkmadığı halde, Ona kötülerin yanında bir mezar verildi, Ama öldüğünde zenginin yanındaydı. Ne var ki, RAB onun ezilmesini uygun gördü, Acı çekmesini istedi. Canını suç sunusu olarak sunarsa Soyundan gelenleri görecek ve günleri uzayacak. RAB’bin istemi onun aracılığıyla gerçekleşecek. Canını feda ettiği için Gördükleriyle hoşnut olacak. RAB’bin doğru kulu, kendisini kabul eden birçoklarını aklayacak. Çünkü onların suçlarını o üstlendi.

Görüldüğü gibi bunlar Tanrı’nın planına göre olması gereken eylemlerdi. Hiçbir şey kendiliğinden olmadı. Oysa oradakiler hiçbir şey bilmeden “hadi kendini kurtar” diyorlardı. İsa kendini kurtarsaydı bugün Tanrı’nın çocukları olamazdık.

Mat 27 :38-44
İsa’yla birlikte, biri sağında öbürü solunda olmak üzere iki haydut da çarmıha gerildi. Oradan geçenler başlarını sallayıp İsa’ya sövüyor, “Hani sen tapınağı yıkıp üç günde yeniden kuracaktın? Haydi, kurtar kendini! Tanrı’nın Oğlu’ysan çarmıhtan in!” diyorlardı. Başkâhinler, din bilginleri ve ileri gelenler de aynı şekilde O’nunla alay ederek, “Başkalarını kurtardı, kendini kurtaramıyor” diyorlardı. “İsrail’in Kralı imiş! Şimdi çarmıhtan aşağı insin de O’na iman edelim. Tanrı’ya güveniyordu; Tanrı O’nu seviyorsa, kurtarsın bakalım! Çünkü, ‘Ben Tanrı’nın Oğlu’yum’ demişti.” İsa’yla birlikte çarmıha gerilen haydutlar da O’na aynı şekilde hakaret ettiler.

Yeşaya’nın dediği gibi kurtardığı kişileri cennette görecekti. Onun bu kurbanı bizim içindir. Ondan başka kimse bu günahı kaldıramazdı. Tanrı bir şey yapıyordu. Adem’den İsa’ya kadar Tanrı Ruhu’nu insanların içine vermemişti ama bundan sonra Tanrı söz verdiği gibi bizimle birlikte yaşamak üzere Ruhu’nu bize verdi. Bugün İsa Mesih’e iman ettiğimizde Tanrı’nın Ruhu üzerimize gelir ve hastalıklarımız, suçlarımız, günahlarımız, günahlarımızın getirdiği lanet ve acı bizden alınır. Tanrı bütün bunlardan özgür olmamız için bütün hepsini İsa’ya yükledi. Kutsal Ruh’la bizi bol bol bereketlemek istiyor. O’nunla sevinmemizi, umutsuzluğumuz gitmesini ve yerine Mesih’le olan zengin umudun gelmesini istiyor. Kulken O’nun evladı olmamızı istiyor. İşte Oğul’un terkedilişi bizim yaşamımızda olan bütün bu olumsuz şeyler yüzündendi. Tanrı’nın Ruhu bizim bırakılmışlığımız kabul edilmişliğe dönüyor. Tanrı bizi Kutsal Ruh’la vaftiz etmek yani Kutsal Ruh’a a batırmak istiyor.

Kolay bir dünyada yaşamıyoruz. Bu travmalardan bizi ancak Tanrı Ruhu kurtarır. Dünya insanı bizi herşey den çok sevse bile zayıftır. Oysa Tanrı ruhumuza dokunarak bizi değiştirme gücüne sahiptir.

Size eski antlaşmada yaşanmış bir hikayeden örnek vermek istiyorum.

2. Krallar 6:3-7
Peygamberlerden biri, “Lütfen kullarınla birlikte sen de gel” dedi. Elişa, “Olur, gelirim” diye karşılık verdi ve onlarla birlikte gitti. Şeria Irmağı kıyısına varınca ağaç kesmeye başladılar. Biri ağaç keserken balta demirini suya düşürdü. “Eyvah, efendim! Onu ödünç almıştım” diye bağırdı. Tanrı adamı, “Nereye düştü?” diye sordu. Adam ona demirin düştüğü yeri gösterdi. Elişa bir dal kesip oraya atınca, balta demiri su yüzüne çıktı. Elişa, “Al onu!” dedi. Adam elini uzatıp balta demirini aldı.

İşte Mesih’in çarmıhı budur. Biz de balta demiri gibi diplere batmıştık ama O’nun çarmıha gerilip dirirmesi bizi dipten çıkardı. Bütün dünyaya kefaret etti. O’nu Kurtarıcısı olarak kabul edenler günahlarının bağışına ve onun kutsallığına kavuşacaklar. Bu bir lütuftur.

Yuhanna 1:16
Nitekim hepimiz O’nun doluluğundan lütuf üzerine lütuf aldık.

İşte bu yüzden İsa senin dostundur. O gerçek çobanındır. Kurt geldiğinde ücretli çoban kaçar, canını kurtarır. Gerçek çoban ise ona karşı durur. Mesih yargıdan kaçmadı. Bunu senin için yaptı. Arkadan gelen insanları düşündü. “Baba senin isteğin olsun” dedi ve yargıya razı oldu. İsa sizi yeni yaratılış yapar, yaşamınıza yama yapmaz.

Cennete gittiğimizde Baba’nın yüzünü görebileceğiz. Sonsuza dek İsa’yla birlikte yaşayacağız. Bütün acılarımız teselli edilecek. Mesih size bir yer hazırlamaya gitti. Günahlarımızdan kurtulmakla kalmadık, Mesih’in kardeşleri olduk. Lütuf üstüne lütuf aldık…

İsa bize bu fedakârlığı yaptıysa, günah engelini kendi canı pahasına, Babası’yla kısa bir zaman ayrılma pahasına bize sonsuz yaşam fırsatı verdiyse dünyanın aldatıcı öğretilerini bırakın Kutsal Kitap’a bakın. Tanrı bizim için daha ne yapsın. Rab hepimizi bereketlesin Kutsal Ruh ile yenilesin.

Dirisu Kilisesi

Bedri Peker

Kilise Aktif Üyelerden Oluşur

23 Mart 2014

Elçilerin İşleri 2:38-42
“Petrus onlara şu karşılığı verdi: “Tövbe edin, her biriniz İsa Mesih’in adıyla vaftiz olsun. Böylece günahlarınız bağışlanacak ve Kutsal Ruh armağanını alacaksınız. Bu vaat sizler, çocuklarınız, uzaktakilerin hepsi için, Tanrımız Rab’bin çağıracağı herkes için geçerlidir.” Petrus daha birçok sözlerle onları uyardı. “Kendinizi bu sapık kuşaktan kurtarın!” diye yalvardı. Onun sözünü benimseyenler vaftiz oldu. O gün yaklaşık üç bin kişi topluluğa katıldı. Bunlar kendilerini elçilerin öğretisine, paydaşlığa, ekmek bölmeye ve duaya adadılar.”

Sevgili kardeşler, bugün ait olduğumuz yer, yani kilise hakkında bir paylaşım yapacağım. okuduğumuz kısım Kutsal Ruh’un topluluğu hakkında önemli bir bölümdür. Rab, elçi Petrus’u kullanarak o gün orada toplanmış olan kalabalığa bir çağrı yaptı… Bu çağrı çok yönlüdür.. Önce tövbe yoluyla iman çağrısı yaptı, vaftiz olmalarını ve Kutsal Ruh armağanını almaya çağırdı. Ama daha sonra bir çok sözlerle onları uyardığını ve özellikle de “Kendinizi bu sapık kuşaktan kurtarın!” dediğini okuyoruz.

Yani dünyanın gidişatına uymamamız gerektiğini söyledi, çünkü günah içinde yaşayan bir kuşak o zaman da vardı, şimdi de vardır…Gene Pavlus, “yaşam sözüne sımsıkı sarılarak aralarında evrendeki yıldızlar gibi parladığınız bu eğri ve sapık kuşağın ortasında kusursuz ve saf, Tanrı’nın lekesiz çocukları olasınız.” dedi. Bu ifade üzerinde iyi düşünmeli ve anlamalıyız…Dünya, Tanrı’dan sapmış, doğruluktan uzak bir sistem içinde devam ediyor..Adem’den bu yana yeryüzüne dağılmış kuşaklar sapıktır ve her dönemde Tanrı o kuşakta yaşayan insanlara sapık kuşaktan kendilerini kurtarmasını istiyor.

Tanrı bizi sadece iman etmeye, ondan sonra da başına buyruk keyfi bir hayat sürmeye çağırmamıştır sevgili kardeşler. O’nun ailesinin etkin bir üyesi olmaya, imanlılar topluluğuna, yani kiliseye ait olmaya çağırıyor.. Petrus’un çağrısını benimseyen üç bin kişi o gün ne yaptı. Topluluğa katıldı ve “kendilerini elçilerin öğretisine, paydaşlığa, ekmek bölmeye ve duaya adadılar.” İşte iman etmenin ardından bir adanmışlık ortaya çıktı.. paydaşlık, ekmek bölmek ve duaya adanmışlık..Bütün bunları tam bir birlik içinde, beden içerisinde tek ruhta yapıyorlardı.

Bu düzen ilk kilisenin başlangıcında nasılsa, bugün de böyle işliyor..İman çağrısını aldığımızda topluluğa katılmak, elçilerin öğretisine, paydaşlığa, ekmek bölmeye , yani Rab’bin sofrasına ve duaya adanmak gerekiyor. İşte o zaman bu sapık kuşaktan, bu eğri kuşaktan kendimizi kurtarıyoruz; Tanrı’nın evine sığınarak kusursuz, saf, Tanrı’nın lekesiz çocukları oluyoruz. Kendimizi bu çağda eğri ve sapık kuşaktan kurtarmamızın yolu Rab’be iman edip kiliseye adanmaktan geçer.. bu dünyanın gidişine uymamamız için Rab bize Kutsal Ruhu’nu ve kiliseyi vermiştir.

Mez. 133:1
“Ne iyi, ne güzeldir, Birlik içinde kardeşçe yaşamak! Başa sürülen değerli yağ gibi, Sakaldan, Harun’un sakalından Kaftanının yakasına dek inen yağ gibi. Hermon Dağı’na yağan çiy Siyon dağlarına yağıyor sanki. Çünkü RAB orada bereketi, Sonsuz yaşamı buyurdu.”

Tanrı bizim kardeşçe yaşamamızı ve bereketi miras almamızı buyuruyor. Tek olan Göksel Babamız’ın evlatlarıyız, Mesih’in mirasçılarıyız, aynı Ruh’tan doğduk ve aynı bedene aşılandık. Mesih’in bedeni, yani kilise bizim ait olduğumuz yerdir, çünkü kardeşlerimizin olduğu, kardeşçe yaşayacağımız yer orası..Bereket Rab’bin kilisesindedir.

Aden bahçesinde yetkin ve günahsız bir ortam vardı..Tanrı yarattığı her şeyin iyi olduğunu gördü..Ama böyle bir ortamda bile “iyi olarak görmediği” bir şey vardı… Tanrı “Adem’in yalnız kalması iyi değil” (Yar. 2:28) demişti. İnsanlar olarak çoğalmak ve topluluk oluşturmak üzere yaratıldık, paydaşlık etmek üzere tasarlandık ve bir ailenin parçası olmak için biçimlendirildik ve hiçbirimiz Tanrı’nın amacını kendi başımıza gerçekleştiremeyiz. Zaten Tanrı da bize böyle bir sorumluluk vermedi.

KK’da tek başına yaşayan, inzivaya çekilmiş, diğer imanlılardan soyutlanmış ve paydaşlıktan uzak yalnızlar yoktur. Yani iman ettiğimiz zaman kendi başımıza kalmaya davet edilmedik. Tanrı’nın ailesinde diğer imanlılara bağlıyız ve bu bağ sadece bu dünya için değil, sonsuza dek geçerli bir bağ olarak kalacaktır.

KK’ya göre kilisenin “üyesi” olmak dünyadaki anlamından çok farklıdır. Kilise üyesi olmak yaşayan bedenin yaşamsal bir organı olmak, Mesih’in bedeninin vazgeçilmez bir parçası olarak, diğer üyelere bağlı bir parça olmaktır.

1.Ko. 12:12-14
“Beden bir olmakla birlikte birçok üyeden oluşur ve çok sayıdaki bu üyelerin hepsi tek bir beden oluşturur. Mesih de böyledir. İster Yahudi ister Grek*, ister köle ister özgür olalım, hepimiz bir beden olmak üzere aynı Ruh’ta vaftiz edildik ve hepimizin aynı Ruh’tan içmesi sağlandı. İşte beden tek üyeden değil, birçok üyeden oluşur.

Vücudumuzdaki organların işlevlerini yerine getirmeleri için vücuduma bağlı olmaları gerekiyor. Herhangi bir organ vücuttan koparsa ölür ve kendi başına var olamaz. Yerel bir bedende, yani kilisede işleyen yaşam veren Ruh’tan kopuk olursak ruhsal yaşamımız solacak ve en nihayetinde yok olacaktır. Bu yüzden Tanrı’nın ailesinin bir üyesi olmak önemsiz, sıradan, olsa olur olmasa da olur gibisinden bir şey değildir. Kilise dünya için Tanrı’nın tasarısıdır. Her insanın kilisenin bir üyesi olmasını ister. İsa ne dedi:

Mat:16:18
“Ben de sana şunu söyleyeyim, sen Petrus’sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek.”

Kilise yok edilemez ve sonsuza dek sürecektir. “Kiliseye ihtiyacım yok” diyen kişi kibirli ya da bilgisiz demektir. KK, kilise için “Mesih’in gelini” ve “Mesih’in bedeni” olarak tanımlıyor. Rab’be şöyle demek mümkün mü? “Seni seviyorum, ama bedeninde yer almak istemiyorum” Ya da “Seni kabul ediyorum, ama bedeninden uzak durmayı tercih ediyorum…Bunlar birbirine çelişkili ifadelerdir. KK’da kilise üyesi olmayan bir imanlı resmi yoktur. Çünkü;

Efesliler 2:19
“Böylece artık yabancı ve garip değil, kutsallarla birlikte yurttaş ve Tanrı’nın ev halkısınız”

Tanrı’nın ev halkı olmanın bize getirdiği yararlar var: Kilise ailesine ihtiyaç duymamızın nedenleri nedir? Kilise ailesi Mesih’in öğrencisi olabilmemiz için gerekir.

Yuhanna 13:35
Birbirinize sevginiz olursa, herkes bununla benim öğrencilerim olduğunuzu anlayacaktır
.

Farklı geçmişlere, ırklara ve sosyal statülere sahip kişiler olarak kilise ailesinde Mesih’in sevgisiyle biraraya gelmemiz son derece güçlü bir tanıklıktır. Tek başına öğrenci olamayız. İsa’nın sevgisini ve O’nu izlediğimizi ifade etmek için diğer imanlılara ihtiyaç vardır. İsa’nın öğrencileri olarak büyümek Kutsal Ruh’tan gelen eylemler göstermek içindir.

Kilise ailesi bencillikten bizi korur. Kilise Tanrı’nın ailesinde birbirimizle anlaşmayı öğrendiğimiz bir sınıftır. Bencil olmayan, anlayış gösteren sevgiyi uygulayacağımız bir ortamdır. Bedenin bir üyesi olarak insanlarla ilgilenmeyi ve insanların deneyimini paylaşmayı öğreniriz..İmanlılarla temas halindeyken gerçek paydaşlığı öğrenebilir ve birbirimizle bağlantı olma gerçeğini tecrübe ederiz.

KK paydaşlığı İsa Mesih’e olduğu gibi birbirimize adanmış olmaktır. Yuhanna 3:16’yı çoğumuz ezbere biliyoruz, nedir? “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.”

Peki 1. Yuhanna 3:16’yı ezbere biliyor muyuz?Sevginin ne olduğunu Mesih’in bizim için canını vermesinden anlıyoruz. Bizim de kardeşlerimiz için canımızı vermemiz gerekir. “Tanrı’nın kardeşlerimize göstermemizi beklediği sevgi böyle fedakar bir sevgidir.

Kilise ruhsal kaslarımızı geliştirmemize yardımcı olur. Sadece ibadete katılıp pasif bir izleyici olarak asla olgunlaşamayız. Yerel bir kilisenin yaşamına katılarak ruhsal etkinliğimiz artar, düzenli işler ve büyürüz.

Ef.4:16
O’nun önderliğinde bütün beden, her eklemin yardımıyla kenetlenip kaynaşmış olarak her üyesinin düzenli işleyişiyle büyüyüp sevgide gelişiyor.

Yeni Antlaşma’da elli kereden fazla “birbirinizi” sözcüğü geçiyor. Birbirimizi sevmemiz, dua etmemiz, birbirimizi teşvik etmemiz, uyarmamız, selamlamamız, hizmet etmemiz, kabul etmemiz, onurlandırmamız, yükleriniz taşımamız, bağışlamamız, boyun eğmemiz, adanmış olmamız vs. KK’ya göre üyelik böyle bir şeydir. Bunlar Tanrı’nın yerel topluluk aracılığıyla yerine getirmemizi istediği “aile içi sorumluluklardır”. Bizi uyaracak biri çıkmadığında kutsallık kolay görünebilir. Tek kaldığımızda aldanırız. Bizi uyaracak ya da gerektiğinde azarlayacak kimse olmadığı zaman kendimizi olgun sanmamız daha kolaydır. Ama gerçek olgunluk ilişkiler ile gelişir, ilişkilerde kendisini gösterir. Olgunlaşmak için birbirimizden öğrenmeye, birbirimize kulak vermeye, hesap vermeye ihtiyacımız var. Tanrı’dan öğrendiklerimizi birbirimize paylaşmaya ihtiyaç var..Bütün bunlar kilise yaşamıyla mümkündür.

Dirisu Kilisesi

Alper Özharar

Şeytanın Kalelerini Yıkmak

02 Mart 2014

Tanrı Sözünde şeytana pek çok isim verilmiştir: yılan, ejderha, ayartıcı vesaire. İlginçtir sadece onu tek bir yerde aslan olarak niteler.

1. Petrus 5:8
Ayık ve uyanık olun. Düşmanınız İblis kükreyen aslan gibi yutacak birini arayarak dolaşıyor.

Kutsal Kitap’ta başka bir yerde aslan diye nitelendirilmez. Çünkü tek aslan Yahuda Aslanı’dır Oda Rabimiz İsa Mesihtir. Dikkat edecek olursanız burada “aslan gibi” diyor. Yani şeytan aslan taklidi yaparak bizi korkutmaya çalışır çünkü bizim düşmanımızdır. Bu hayattaki tek düşmanımız şeytandır. Kutsal Kitap birçok yerde bir savaştan, bir düşmandan söz eder. Ayrıca bu savaşın açıkça ruhsal bir savaş olduğu belirtilir.

Efesliler 6:12
Çünkü savaşımız insanlara karşı değil, yönetimlere, hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularına karşıdır.

İnsan olan hiç kimse bizim düşmanımız değildir. Tek düşmanımız İblis’tir. Peki, düşmanımız İblis’in amacı nedir?

Yuhanna 10:10
Hırsız ancak çalıp öldürmek ve yok etmek için gelir. Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim.

Şeytan’ın bir adı da hırsızdır. O çalmak, öldürmek, yok etmek ister. Kurtuluşumuzu, sağlığımızı, ilişkilerimizi, Tanrı’nın bize bahşettiği bütün güzel ve iyi şeyleri çalmak ister.

Düşman karşısında iki hataya düşebiliriz. Birincisi onun gücünü, etkisini abartabiliriz. İkincisi onu önemsiz, hatta yok sayabiliriz. Bu iki uçta gezinmek tehlikelidir. O zaman Şeytan’ın bütün tuzaklarına düşmemiz kaçınılmaz olur. Şeytan’ın bizleri düşürmek için tuzaklar kurduğunu Kutsal Kitap’tan biliyoruz.

2. Korintliler 2:11
Öyle ki, Şeytan’ın oyununa gelmeyelim. Çünkü onun düzenlerini bilmez değiliz.

Peki Şeytan amacına ulaşmak için hangi araçları kullanıyor? Onun bize karşı kullandığı üç taktik şunlardır:

1. Aldatma: Şeytan yalanın babasıdır. Bizi yalanlarıyla, ya da çarpıtılmış gerçeklerle kandırmak çok yaygın kullandığı bir araçtır.
2. Ayartma: Bizi Tanrı’ya karşı tavır almamız, O’nun sözüne aykırı davranmamız için kışkırtır. İsa’yı bile ayartmaya çalışmıştır. Ancak İsa O’nu Tanrı’nın sözüyle alt etmiştir.
3. Ruhsal kaleler: Bunlar Şeytan’ın içimize ektiği düşüncelerin yüreğimizde kök salarak yerleşmesidir. Bu kaleler yıkılmalı ve yerini Tanrı sözü almalıdır. Bugün özellikle bunun üzerinde değineceğim.

Şeytanın taktiği kendini aslan gibi göstererek bizi sindirmektir. Aslında onun bize karşı hiçbir silahı yoktur. Neden?

Koloseliler 2:14~15
Kurallarıyla bize karşı ve aleyhimizde olan yazılı antlaşmayı sildi, onu çarmıha çakarak ortadan kaldırdı. Yönetimlerin ve hükümranlıkların elindeki silahları alıp onları çarmıhta yenerek açıkça gözler önüne serdi.

İşte bu yüzden aslanmış gibi davranıp bizi sindirmeye çalışıyor çünkü başka yapabileceği hiçbir şey yoktur.

Ruhsal kale ifadesi Kutsal Kitap’tan gelmektedir.

2. Korintliler 10:3-5
Olağan insanlar gibi yaşıyorsak da, insansal güce dayanarak savaşmıyoruz. Çünkü savaşımızın silahları insansal silahlar değil, kaleleri yıkan tanrısal güce sahip silahlardır. Safsataları, Tanrı bilgisine karşı diklenen her engeli yıkıyor, her düşünceyi tutsak edip Mesih’e bağımlı kılıyoruz.

Demek ki şeytan aklımızda kale gibi düşünceler kurar. Aklımız bir savaş alanıdır. Bu sahte düşünceleri yıkıp İsa’ya tutsak etmeliyiz. Kötü olan aklımıza sahip olup yanlış düşünceleri kökleştirmemizi sağlayabilirse onun eline düşeriz.

Ruhsal kale ne demektir? Tanrı’nın düşüncesine ve yaşamına ters olan her hangi bir düşünce ruhsal kaledir. Rab’bin sözüne göre her düşüncenin sağlamasını yapmalıyız. Örneğin bağışlama konusu. Rab’bin sözüne göre bana karşı yanlış yapmış birisini bağışlamam gerekir. Eğer birisini bağışlayamıyorsam aklımda bağışlamama kalesi oluşmuş demektir. Şeytan bu sayede bu kişiyle ilişkimizi bitirir. Başka bir örnek evlilikte sadakat. Eğer karıma önem vermeyip başka kişilere, başka resimlere bakıyorsam pornografi kalesi kurulmuş demektir. Bu da Rab’bin sözüne tam terstir. Örnekleri çoğaltabiliriz: Tanrı’nın sözüne aykırı olan ve alışkanlık haline gelmiş her düşünce bir ruhsal kaledir. Sık sık gücenmek, sık sık eleştirmek, dedikodu alışkanlığı, yargılama alışkanlığı. Kendimi bunlardan alamıyorsam içimde kaleler inşa edilmiştir. Peki şeytan nasıl temel atıyor. Kutsal Kitap’ta Şeytan’a fırsat vermeyin diyor.

Efes. 4:26-27
Öfkelenin, ama günah işlemeyin. Öfkenizin üzerine güneş batmasın. İblis’e de fırsat vermeyin.

Bu kelimenin Grekçe’si “topos”tur. Topos, yer, fırsat, bölge, alan anlamına gelir. İşte ona yer verdiğimizde hayatımıza girip temel atmış olur.

Efes. 6:16
Bunların hepsine ek olarak, Şeytan’ın bütün ateşli oklarını söndürebileceğiniz iman kalkanını alın.

Ateşli ok ne demektir? Sahte düşüncelerdir. Sen eşcinselsin. Karın seni sevmiyor. Şeytan bunun gibi düşünceleri, yani ateşli okları bize yem olarak atar. Bu düşünceyi hemen reddetmezsek ona fırsat, yani yer vermiş oluruz. Bu düşünceler üzerinde derin düşününce beyinden yüreğe iner böylece günah meyve verir. Bu düşünceleri anında İsa’nın adıyla reddedersek, düşünceler yüreğimizde kale oluşturmadan önce bunun önüne geçebiliriz. Kötü düşünce günah değildir. Onu yüreğinize aldığınızda günahtır. Başınızda kuşlar uçuşabilir, buna engel olamazsınız. Yeter ki başınızda yuva yapmalarına izin vermeyin. Yani kötü fikirler aklımıza gelebilir ama bu fikirler yerleşmemelidir. Bu bir Hristiyan’ın kutsallaşma sürecinin bir parçasıdır. Kutsallaşma sürecimiz henüz tamamlanmamıştır. Ruhumuz kutsal kılınmıştır ama canımız hâlâ kutsallaşma sürecindedir. İşte bu süreçte yapılması gereken iki şey vardır. Birincisi eski ya da yeni ruhsal kalelerin bulunup yıkılması, ikincisi Şeytan’a izin vermemeyi öğrenmemizdir.

Peki, içinizde bir ruhsal kale olduğunu fark ettiğinizde ne yapmalısınız. 4 adım vardır.

Bu adımlar Yakup 4’ten özettir. Birinci adım tövbedir. Tövbe inanılmaz etkili bir silahtır. Ancak genel kanının aksine sadece özür dileyip pişman olmak yetmez. Tövbe “metanoia” yani fikir değiştirmektir. Bana göre yaptığım şey zevkken Tanrı’nın gözünde günahsa o zaman bu fikirden dönmem, fikrimi değiştirmem gerekir. Tövbeyi biraz açacak olursak, gerçek tövbede üç adım vardır. İlk adım durmaktır. İkincisi geri dönmek, üçüncüsü ise ters yönde yürümektir. Yani dur, dön, yürü. Aksi halde gerçek tövbeden şüphe duymalıyız. Tövbe eden kişi buna uygun meyveler vermelidir. Tövbeye yaraşır meyveler ters istikamette yürüme aşamasında gerçekleşir. Örneğin bağışlamamanın günah olduğunu kabul edebilir, bağışlayamadığımız kişiyi bağışlayabilir ve onu bereketleyebiliriz. Onu bereketlememiz tövbeye yaraşır bir meyvedir.

Efes. 4:28
Hırsızlık eden artık hırsızlık etmesin. Tersine, kendi elleriyle iyi olanı yaparak emek versin; böylece ihtiyacı olanla paylaşacak bir şeyi olsun.

Ruhsal kaleleri yıkmanın önemli bir kuralıda bağışlanmayı kabul etmedir. Yani kendimizi bağışlamamız gerekir. İçten tövbe ettiğimizde Rab’bin bağışlayacağı kesindir. Tanrının bizi bağışladığı halde biz kendi, kendimizi bağışlamıyoruz bundan dolayı Lütfu sevincini alamıyoruz. Buda şeytanın tuzaklarından bir tanesidir. Sucunu itiraf edip bırakan kişi merhamet bulur diyen Tanrının sözüne itimat etmeliyiz. Rabin esenliği ve sevinci sizlerle olsun.

Dirisu Kilisesi – Misafir Vaiz

Cevdet Özdemir