Her Şey Nasıl Başladı?

Her şey nasıl başladı?
Bilim adamları dünyanın şimdiki halini almasının milyonlarca yılda gerçekleştiğini söylüyorlar. Kayaların yaşlarını hesaplayabiliyorlar. Ama Kutsal Kitap’a baktığımızda – Yaratılış bölümünde – dünyanın altı günde yaratılmış olduğunu okuyoruz. Ne kadar büyük bir tutarsızlık değil mi?
Kutsal Kitap’ın bir bilim kitabı olmadığını ve bilimsel bir dille yazılmadığını bilmeliyiz. Aslında, günün İbranicedeki anlamı sadece 24 saat değil, bir çağ veya zaman birimidir. Yani Yaratılış kısmının birinci bölümünü açtığımızda yaratılışı yeni bir anlayışla okuyabiliriz. Sadece nasılı değil, nedeni de anlayabiliriz.
Tüm yaratılışın arkasında Tanrı’nın adım adım ve kesin olarak yaşayan varlıklar için bir plan yaptığını biliyoruz.
Fakat amacı nedir ve biz niye buradayız?
Tanrı’ya benzer yaratıldık. Bu, Tanrı’nın büyük bir insan vücuduna sahip olduğu anlamına gelmez. Biz Tanrı gibi sevebiliyor, seçebiliyor, düşünebiliyor ve mantıklı kararlar verebiliyoruz. Aklımız ve isteklerimiz var. Tanrı’yla özel bir ilişki kurabilmek için yaratıldık. En büyük, en güçlü adamın bile doğasında bir Tanrı’ya tapma isteği vardır.
Dünyayı ve içinde yaşayan tüm varlıkları sevmek ve tüm doğal kaynakları bilinçli bir şekilde kullanabilmek için yaratıldık.
Müzik, resim ve mühendislik alanında bir çok yetenekle yaratıldık.
İnsanoğlunun doğasında araştırma isteği vardır. Kabul etsek de etmesek de bu yetenekleri incelediğimizde Tanrı’nın bu alanda etkin olduğunu görüyoruz. O, bütün bu güzelliklerle dolu olan hayatın sadece yaratıcısı değil, aynı zamanda bu hayatın kaynağıdır.
Ters giden neydi?
Tanrı’nın yaratmış olduğu dünyanın tamamı iyiydi. Tüm canlılar için yeterli yiyecek ve içecek vardı. İşte bu mükemmel yerde ilk insanlar yaşadı.
Tanrı onların arkadaşı olmak istiyordu. Dünya ve içindeki tüm varlıklar bakmalarını istiyordu. Tanrı onlara çok özel bir armağan verdi: özgür irade. Onları bir makine veya bir robot gibi sevmeye ve Kendisine itaat etmeye zorlamadı. . Bir insanın başkasını zorla sevmesi imkânsızdır. Sevgi özgürce ve doğal olmalı.
Özgür irade, insanları hayvanlardan ayıran en büyük özelliktir. Yani kadın ve erkek; doğru ve yanlış, iyi ve kötü arasında seçim yapabilir. Birbirlerini sevip sevmemeye karar verebilirler. Tanrı’yı sevip sevmemeyi seçebilir, Tanrı’nın ya da kendi isteklerini yapabilir, Tanrı için ya da kendileri için yaşayabilirler.
Ne yazık ki insanlar Tanrı’ya itaat etmediler, kendi isteklerini yapmayı yeğlediler.
Neden böyle yaptılar? Ters giden neydi?
Bütün kötülükler Şeytan’dan gelir. Bugün herkes kötülüğün var olduğunu bildiği halde Şeytan kavramı gittikçe zayıflıyor. O, şu çizgi romanlardaki kıvırcık kuyruklu, boynuzlu kahraman değil mi?
İncil, Şeytan’ı ciddiye almamız gerektiğini söylüyor. Bir çizgi roman kahramanı olmaktan ziyade o bir zamanlar cennette bulunan bir melekti. O zaman adı Lusifer’di. Lusifer, “Işık saçan” anlamına gelir. Sonra kibir ve kıskançlıkla doldu. Tanrı gibi olmak istiyordu. Tanrı’nın yanından kovuldu ve şimdi insanları Tanrı’dan uzaklaştırmaya çalışıyor.
Şeytan ilk erkek ve kadını ayartarak yanlışı seçmelerini ve Tanrı’ya karşı gelmelerini sağladı. Ve böylelikle dünyaya ve insan yaşantısına günah ve haksızlık girmiş oldu.
Başlangıçtan beri insanları ayartıp Tanrı’dan uzaklaştıran şeytan’dı.
İnsanlar Şeytan’ın yalanlarını dinledikleri için onun kötü ve bencil yoluna sapıyorlar. İşte bu yüzden cinayetler, haksızlıklar ve acı var bu dünyada. Ve bu yüzden kopuk ilişkiler, bencillik ve açgözlülük var.
Hepimiz doğal olarak Tanrı’yı değil de kendimizi ön plana alıyoruz. Hepimizde olan bir hastalık bu, sadece bizi etkilemekle kalmıyor, tanıdığımız herkesi etkiliyor.
İncil buna “günah” diyor.
İşte dünyada ters giden de bu, diğer bir deyişle terslik sende ve bende.

c) Neden hata yaparız?
Neden hata yapmak doğru yapmaktan daha kolay? Çocuklara bencil ve yaramaz olmayı öğretmemiz gerekmiyor, sanki bu onların doğasında var ve bu yüzden onlara iyi olmayı öğretiyoruz.
Hepimizin içinde kendi isteğini yapma özlemi vardır. Doğan her insanda kötülük eğilimi vardır. Bunu da dünyadaki nefrette, vahşette, bencillikte ve kopmuş ilişkilerde görüyoruz. Radyo ve televizyon haberleri bunların adeta sonu gelmeyen bir listesidir. Bunu ayrıca insanların başkalarının hatalarını düşünmeden kendi haklarını savunurken takındıkları tavırda görüyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse bunu kendi hayatımızda da görüyoruz.

Hepimiz kendi yolumuzdan gitmek istiyoruz ve İncil buna “günah” diyor. İnsanlar günah kelimesini sevmedikleri için başka kelimeler uydurmaya çalışıyorlar. Örneğin hata veya başaramama gibi… Etiketini değiştirebilirsin, ama içeriğini asla. Bir eczacının “zehir” yazan etiketi bir başkasıyla değiştirmesi sadece aptallık değil, aynı zamanda çok tehlikelidir.
İncil doğru etikete sadık kalıyor: Günah
Günah sadece cinayet, hırsızlık, yalan söylemek ve zina değildir.
Kendi isteğimi yaptığımda, kendi yolumdan gittiğimde günah işlemiş oluyorum. Bütün karışıklıkların, mutsuzlukların ve çekişmelerin kökü günahtır. Tanrı’yı düşünme zahmetinde bulunmadığım zamanlarda günah işleyebilirim.
Beni Tanrı yarattı ve şu an sahip olduğum her şeyi O verdi. Sağlığımı, bedenimi, beynimi ve tüm yeteneklerimi… Bunların hiçbirini kendi kendime kazanmadım. Ben, Tüm bunları veren Tanrı’ya aittim. ‘Hayatımın patronu benim’, ‘Bu benim hayatım’ veya ‘Hayatımla istediğim şeyi yaparım’ dediğimde günah işlemiş olurum.
Tanrı’yı tüm kalbimle sevmediğimde günah işlemiş olurum. İsa’ya göre en büyük buyruk şu: ‘Tanrın olan Rabbi bütün yüreğinle sev. Bu ilk ve en büyük buyruktur.’
Hiçbirimiz Tanrı’yı böyle sevmiş değiliz. Hiçbirimiz en büyük buyruğa uymadık. Yüreğimizde, Tanrı yerine kendimize değer veriyoruz.
İşte hepimizin en büyük sorunu da bu.

Dünyanın hali neden bu kadar düzensiz

Yaptığımız şeyler diğer insanları da etkiler. İnsanlara karşı iyi kalpli olursak bu mutluluk getirir, fakat bencil davranırsak sonuç mutsuzluk ve acı olur.
İncil, neyi ekersen onu biçersin diyor. Doğamdaki bencillik sadece beni değil, tüm yakın çevremi de etkiler.

GÜNAH YOZLAŞTIRIR
Günah temiz bir kâğıttaki çirkin bir leke gibidir. Bencil, tembel, düşüncesiz olmak, yalanlar ve çirkin hikâyeler anlatmak yavaş yavaş kendi karakterimizi ve diğer insanlarınkini de zehirler. Çoğu zaman söylediklerimizin, düşündüklerimizin ve yaptıklarımızın bizi ne kadar etkilediğinin farkında değilizdir.

Sarhoş bir baba, evine genellikle mutsuzluk getirir ve ailesindeki bireylerin yaşamlarını alt üst eder. “Ben her zaman haklıyım” gibi bencil bir bakış açısı iyi bir arkadaşlığı, hatta bir evliliği bile yıkabilir.

GÜNAH YAYILIR
Günah bahçedeki otlar gibidir, eğer yok edilmezse kısa zamanda her tarafı sarar. Küçük de olsa söylenen yalanlar karakterde öyle çabuk yayılır ki, davranış biçimi ve değiştiremeyeceğimiz bazı alışkanlıklar haline gelirler. O ilk aldığımız uyuşturucu biz farkına varmadan etkisinden kurtulamayacağımız bir zehir haline gelir.
Kötü bir söz söyledikten sonra özür ve bağışlanma dilenmezse, ilişkileri acı ve çekilmez hale getirebilir.

GÜNAH AYRILIK YARATIR
En kötüsü ise günah bizi Tanrı’dan ayırır. Günah ateşi kapatan büyük bir kara bulut gibidir. Bu yüzden Tanrı bize çok uzak gibi gelir. Aslında o çok yakın, her yerde; fakat günah bir bariyer gibi aramıza geçmiştir.
Bir araba düşünün: motoru iyi, yeterli benzin var, am çalışmıyor. Neden mi?
Çünkü karbüratörü pislikle dolu.
İşte günah, Tanrı’yla bizim aramızda böyledir. Tanrı saf ve kutsaldır. Günahtan nefret eder, fakat bizi sever. Bizim günahımız aradaki yolu tıkıyor. Tanrı bize kendini tanıtmak istiyor ama arada günah olduğu için bunu yapamıyor.

Tanrı bu konuda ne yaptı?
Biz bu konuda ne yapabiliriz? Cevap: Hiçbir şey. Bu bariyeri tek başımıza kaldıramayız. Tanrı’ya kendi başımıza ulaşamayız.
İncil bulunduğumuz ortamı anlaşılır bir dille anlatıyor. Çok derin bir zindanda zincirlerle bağlıyız ve çıkış yok.
Bir çamur deryası içine batıyoruz, çıkmayı denedikçe daha beter oluyor.
Amacı olmadan bir dolambaçlı gezinen ve her adımda çıkıştan uzaklaşan biri gibi kaybolduk.
Boğuluyoruz ve yüzme bilmiyoruz.
İçten dindar olmak bile bize yetmeyecektir. Peki, çıkış nerede?
Bizim kurtarılmaya ihtiyacımız var.

Bizim zindanın kilidini açacak, çamurdan çıkaracak, bizi bulup evimize götürecek ve bizi boğulmaktan kurtaracak birine ihtiyacımız var.
Bize ne yapabileceğimizi göstermek ya da söylemek boşuna, bizim bir kurtarıcıya ihtiyacımız var. Tanrı bizi sevdiği için bizi terk etmedi. O, bu konuda bir şeyler yaptı. Bizi kurtaracak birini gönderdi. Kurtarıcının adı İsa’dır. İsa ‘Kurtarıcı’ demektir.
İncil böyle açıklıyor: “Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlunu verdi. Öyle ki O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, ama hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.” İsa, Tanrı’nın bizi sevdiğine ilişkin bir kanıttır. İsa, insan bedeni alarak dünyaya geldi. O, kaybolmuş insanları arayıp bulmaya geldiğini söyledi. Bize sadece Tanrı’nın nasıl olduğunu göstermeye gelmedi.
Sadece kusursuz bir hayatın nasıl yaşanacağını göstermek için de gelmedi. Bizi kurtarmaya geldi ve bu da kendi hayatını bizim için feda etmesi anlamına geliyor.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın