Tanrı’nın Varlığı Nasıldır?

Tanrı’yı kim yarattı?
Bazı insanlar, ‘Tanrı yoktur, çünkü O’nu göremiyoruz’ diyorlar. Günlük hayatta göremediğimiz, fakat varlıklarından şüphe etmediğimiz şeyler de var.
Rüzgârı göremiyoruz, ama esince var olduğunu anlıyoruz. Çünkü ipteki çamaşırları nasıl savurduğunu, ağaçtaki yaprakları nasıl kıpırdattığını görebiliyoruz.
Elektriği göremiyoruz. Ama düğmeye basıp ışığı açtığımızda varlığını görebiliyoruz.
Havayı göremiyoruz. Ama var olduğunu biliyoruz, çünkü onsuz bir dakika bile yaşayamayız.
Sevgiyi de göremiyoruz. Ama bize değer veren insanlarda bunun var olduğunu biliyoruz.
Tanrı’yı göremiyoruz. Ama var olduğunu, etrafımızdaki olağanüstü dünyadan anlayabiliyoruz. Yaşam, güzellikler, renkler ve gözle görülemeyecek kadar küçük böceklerle tasarlanmış o uçsuz bucaksız sonsuz kâinatla dolu.
Olaylar şans eseri olmuyor. Örneğin, kelimeler öyle havada uçuşup sonra da kendi kendilerine düzgün cümleler oluşturarak bir kitap haline gelemezler. Bir anlam kazanabilmesi için her şeyi bir araya toplayıp birleştirecek birine ihtiyaç vardır. Yani bir kitabın yazarı olmak zorunda ki tüm bunlar gerçekleşebilsin. Bir tablonun gerçekleşmesi için bir ressama ihtiyaç var. Binayı tasarlayan bir mimar gerekli.
Dünyamız için de bunlar geçerli. Her şey bir şans eseri oluşmadı. Biri planladı ve her şeyi bir araya getirdi. Bu büyük tasarımcı, mimar, yaratıcı Allah’tır.
Tanrı, o büyük ve muhteşem yaratıcıya verdiğimiz addır. O, tüm evreni yaratan ve hayat veren tek varlıktır.
Zaman içinde yaşıyoruz, öyleyse bir başlangıcımız – doğumumuz – ve bir sonumuz – ölümümüz – olmalı. Biz böyle olduğumuz için Tanrı’nın da böyle olması gerektiğini düşünüyoruz.
Ama O farklı. İncil bize Tanrı’nın ne bir başlangıcı ne de bir sonu olduğundan söz ediyor. O, bizim gibi günler, haftalar, aylar veya yıllar gibi zaman birimleriyle sınırlanmamıştır.
Eğer biri Tanrı’yı yaratmış olsaydı, o varlık Tanrı’dan üstün olmalıdır. Ama Tanrı her şeye gücü yeten tek varlıktır. Peki, o zaman Tanrı’yı kim yarattı? Cevap: hiç kimse.
Uzayı düşünün. Ne başlangıcı ne de sonu var. Tanrı sonsuzdur. O’nun ne bir başlangıcı ne de bir sonu var. O küçük beyinlerimizin kapasitesini aşan bir büyüklüğe sahiptir.

Durmadan değişen bir dünyada yaşıyoruz. Moda değişiyor, politikacılar yükselip düşüyor, müzikte ve sporda adını duyurabilmiş starlar bir yıl liste başındalar, sonraki yıl ise çoktan unutulmuşlar.
Biz de değişiyoruz. Arkadaşlıklarımız, huylarımız ve bedenlerimiz… Tanrı hiç bir zaman değişmez. O’nun sevgisi ve bize verdiği değer hiçbir zaman değişmez. O bizi bir gün sevip diğer gün terk etmiyor. Bizi bırakmayacağına güvenebiliriz.
Tanrı’yı hiç kimse yaratmadı. O hep vardı. Hiç değişmez ve hiç bir zaman ne yaşlanır ne de gücünü yitirir.
Bir kitabı veya müzik parçasını inceleyip besteci veya yazar hakkında bilgi edinebiliriz.
Yaşadığımız dünyaya bakarsak onun yaratıcısıyla ilgili ipuçları toplamamız mümkündür. Yaratıcının renkleri ve güzellikleri sevdiğini görebiliriz. Küçük bir ayrıntıya bile ne kadar önem verdiğini anlayabiliriz. O olağanüstü bir mühendis ve mimardır İnsan vücudu onun başyapıtıdır.
Dağların büyüklüğü, denizlerin gücü ve uzayın sonsuzluğu, her şeye gücü yeten Tanrı hakkında bize bir şeyler anlatır.
Ama Tanrı nasıldır? O’nu tanıyabilmemiz için O’nun kendini göstermesi gereklidir. O’nun nasıl olduğunu İncil’den anlayabiliriz. İncil, ‘Tanrı Ruh’tur’ diyor. Fakat bu ne demek?
Dünyada yaşayabilmemiz için bir bedene ihtiyacımız vardır. Bir balığın suda yaşayabilmesi için özel bir yapısı vardır. Tanrı ise her yerdedir. Bu yüzden O Ruh’tur.
Bu, Tanrı’nın korkunç bir hayalet olduğu anlamına gelmez. O’nun bir iradesi ve beyni vardır. Her yerdedir. Her şeyi görür ve olan biten her şeyi bilir. Bizi sever, yönlendirir ve korur. Bizim anlayamayacağımız kadar olağanüstü ve büyüktür.
Bu nedenle bizim anlayabileceğimiz biçimde bir insan bedeninde dünyaya gelip kendini gösterdi. Annesi Meryem’di.
Aynı bizim gibi doğdu, fakat farklıydı.
İsa tamamen insandı, fakat aynı zamanda tamamen Tanrı’ydı. O normal bir insandı, ama aynı zamanda Tanrı’ydı, aramızda yaşayan Tanrı…
İnsan bedeni alıp aramızda yaşadığı içim ne tür sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu bilir.
Tanrı olduğu için bize yardım eder. İsa, “Beni görmüş olan Babayı görmüştür” dedi.

İsa Gerçekten Var Oldu Mu?

İsa gerçekten var oldu mu?
Bazı insanlar İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını soruyorlar. Onların düşünceleri, ilk Hıristiyanların bunu uydurduğu biçimimdedir.
İsa’nın dünyaya geldiğine inanmamız için birçok neden vardır. O bu dünyada yaşadı. İsrail’de Beytlehem adında küçük bir şehirde doğdu. O zamanlar İsrail ulusu Romalıların yönetimi altındaydı.
Hıristiyan kilisesinin var olması İsa’nın yaşadığına canlı bir kanıttır. Yüzyıllar boyunca milyonlarca Hıristiyan İsa’yı tanıdıklarını ve sevdiklerini söylediler. O’nun sayesinde hayatlarında büyük değişiklikler oldu.
İncil, İsa’nın gerçekliğini gösterir. İncil’in Matta, markos, luka ve Yuhanna bölümleri İsa’yı tanıyan ya da birinci derecede kaynaklarda O’nun hakkında bilgi sahibi olan kişiler tarafından yazılmıştır. İncil’deki olayların çoğu, İsa’nın hayatını gözleriyle görmüş insanlar tarafından anlatılmıştır.
Birinci yüzyılın sonlarında yaşamış olan Romalı Pliny ve Tacitus gibi laik düşünceli tarihçiler, Roma valisi Pontius Platus’un yönetimi sırasında çarmıha gerilmiş, ardından dirilmiş olan İsa adında birinden söz ederler. Bu tarihçiler, İsa’yı izleyen ilk Hıristiyanların yaşayışına ilişkin yarıntılı tasvirler yaparlar. Tarihçi Pliny, Hıristiyanların İsa’ya Tanrı’ya dua eder gibi dua etmelerinden ve putperest tapınaklarına gidenlerin sayısının giderek azalmasından açıkça yakınır.
Aynı yüzyılda yaşamış olan ve Hıristiyanları sevmediğini her fırsatta açığa vuran Yahudi tarihçi Yesefus, İsa’nın yaşamını öğretisini, ölümünü ve dirilişini tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ayrıntılarıyla anlatır. İsa’nın olağanüstü şeyler yapan akıllı biri olduğunu yazar.
İsa gerçekten tarihsel bir kişiydi, ama nasıl biriydi?

d) İsa nasıl biriydi?
O tamamen insandı. İnsan olan bir anneden doğdu, bir aile içinde büyüdü ve gençlik yıllarını küçük bir köyde marangozluk yaparak geçirdi. Otuz yaşında öğretisini yaymaya başladı, bir evi ya da malı mülkü olmadan İsrail’in şehirlerini ve köylerini dolaşıp durdu.
Etrafına birkaç arkadaşını topladı. Aralarında balıkçılar ve vergi adamları vardı. Üç yıl boyunca gezdi, ihtiyacı olanları iyileştirdi, öğretisine devam ederek tüm muhtaç olanlara ilgi gösterdi. Yalnız kalmayı ve dağlara çıkıp babasına dua etmeyi çok severdi. Aynı derece evde, insanların arasında bulunmayı da severdi. Çeşit çeşit insanlarla birlikte oldu. Örneğin; Ferisiler, hırsızlar ve fahişeler…
Cüzamlı insanlara dokundu ve her çeşit hastalığı iyileştirdi. Birkaç kere ölüleri tanıklar önünde diriltti. Kötü ruhları kovdu ve onların esir almış oldukları insanları özgürlüğe kavuşturdu.
Hayatı hizmet ve yardım etmekle geçti. Tek bir hatası yoktu. Bir kere bile özür dilemek zorunda kalmadı. Bencillik, kıskançlık veya kırıcı bir davranıştan eser yoktu O’nda. Her zaman saf sevgiden söz ederdi. Evet, kızardı, fakat hep adil ve ölçülüydü. Tanrı’nın evinin dua yeri değil de yanlış amaçlarla kullanımına kızdığını okuyoruz.
İsa aç ve susuz olmanın nasıl bir şey olduğunu bilirdi. Bir seferinde öyle çok yorulmuştu ki, bir fırtınanın ortasındaki küçük bir teknede uyuya kalmıştı. O, mutluluğun ve dostluğun anlamını bilirdi.
Dışlandı ve kötü muamele gördü. Romalıların en zalim ve acı veren ölüm biçimi olan çarmıha gerilmeyi bile büyük acıyla yaşadı. Roma valisi Pontiyus Pilatus, O’nu yargıladığında O’nda hiç bir hata bulamadığını itiraf etmişti.
İsa her konuda kusursuz bir insandı.
Öğrencileri ilk başta O’nu bir öğretmen ve şifa dağıtan bir kişi olarak görüyorlardı. O’nu dinleyip izledikçe yavaş, yavaş O’nun sadece büyük bir adam değil, bir peygamber olduğunu anladılar. Bundan da ötesi İsa, Tanrı’nın Oğlu ve aramızda yaşayan Tanrı2nın ta kendisiydi.
Böylelikle Yuhanna, İsa hakkında ‘insan oldu, gerçek ve lütufla dolu olarak aramızda yaşadı. O’nun görkemini gördük, Tanrı’nın tek Oğlu olarak aldığı görkemi…’ diye yazdı.

İsa ne öğretti?
İsa, Tanrı’nın nasıl olduğunu göstermek için geldi.
İnsanlarla konuşup dertlerine çare bulup onları iyileştirdikçe Tanrı’nın kişiliğini onlara göstermiş oldu. Öğretişi, yüzyılların ötesinden günümüze ulaşan ahlaki temellere kaynaklık etmiştir. Buna bir örnek de, İsa’nın dağdaki öğretisinde Tanrı’nın egemenliğine aitsek, nasıl yaşamamız gerektiğini ve Tanrı’nın dünyanın da kralı olduğu kuralıdır.
Kaybolmuş bir kuzunun arkasından giden çoban ve bir ailenin en küçük çocuğunun babasından mirastan kendisine düşen payı istemesi gibi Tanrı’nın sevgisine ilişkin unutulmayacak iki hikâye anlattı. Çocuk parayı harcıyor, içinde bulunduğu kötü durumu anlayıp eve dönüyor. Yaptıklarından çok pişmandır ve babasının kendisini reddetmesine bile hazırdır. Fakat babasının gözleri yoldadır. Onu açılmış kollarıyla karşılar. “İşte bu, Tanrı’nın sevgisi ve affıdır” der İsa.
İsa, yaşam ve öğretmenlik alanlarında da bir örnekti. O’nun yaşadığı hayatı kimse yaşamadı. Kendisi hakkında olağan üstü şeyler söyledi. İnsanların alçakgönüllü olmalarını istedi. Kendisi de alçakgönüllü bir hayat yaşadı. Ama buna rağmen kendisinin Tanrı olduğunu söyleyip ‘Beni görmüş olanlar Baba’yı görmüştür’, ‘Ben ve Baba biriz’ dedi.
Günahları bağışlayabileceğini söyledi. Bir kötürüme açık bir şekilde, ‘Günahların bağışlandı’ dedi. O açıkça, Tanrı’nın yapabildiklerini yapıyordu. Tanrı’ya ulaşan tek yolun kendisi olduğunu, ‘Ben aracı olmadıkça kimse Baba’ya gelemez’ diyerek vurguladı.
Kendisine gelenlere esenlik sözü verip ‘Size esenliğimi veriyorum. Verdiğim esenlik dünyanınkine benzemez’ dedi. Ölümü yendiğini söyledi.
O’nu tanımak, Tanrı’yı tanımaktı.
O’nu görmek, Tanrı’yı görmekti.
O’na güvenmek, Tanrı’ya güvenmekti.
O’ndan nefret etmek, Tanrı’dan nefret etmekti.
O’nu yüceltmek, Tanrı’yı yüceltmekti.
Bu nefes kesen ifadeler ya doğrudur, ya da İsa bir yalancı, gerçek dışı biri, sahtekâr veya deliydi. Ama yaşadığı mükemmel hayat, olağanüstü öğretileri, O’nun yaşamış olan en mükemmel insan olduğunu gösterir. Bu da bize kuşkucu Tomas’ı hatırlatıyor. İsa’nın ayaklarına düşüp ‘Tanrım, Tanrım!’ deyişini…

İsa Neden Öldü?
Birkaç sayfa önce, dünyanın sorunlarını ve her birimizin tek sorununun günah olduğunu görmüştük.
Bencil oluşumuz başkalarına onarılamaz zararlar vermekle kalmıyor, Tanrı’yla ilişkimizi koparıyor ve O’nu bizden kilometrelerce ötedeymiş gibi hissediyoruz.
Tanrı’ya kendi gayretimizle dönemeyiz – yeterince iyi değiliz. İhtiyacımız olan mükemmel biriydi, günah işlememiş biri. İşte yalnızca bu niteliklere sahip biri bizi Tanrı’ya yaklaştırabilirdi. Ama hepsinden önce insanın günahı hakkında birşeyler yapılmalıydı. Bizi kurtaracak birine ihtiyacımız vardır ve bu yüzden İsa, Tanrı’nın belirlediği kurtarıcı olarak geldi.
Bir nehre düşseniz ve yüzme bilmezseniz herhalde birisinin size ilk yüzme dersinizi vermesini istemezsiniz, sizi kurtarmasını istersiniz.
Eğer boynunu; za kadar borca batsanız, size yardım edecek ve borcunuzu ödeyecek bir kurtarıcıya ihtiyacınız olacak.
Ama 2000 yıl önce yaşamış ve ölmüş olan İsa, nasıl beni bugünkü günahlarımdan kurtarabilir ki?
Tanrı’nın karakterini bir demir paraya benzetin. İki tarafı var. Adalet ve sevgi. Adaleti yüzünden Tanrı haklı olarak bizi suçluyor, çünkü günah ve yanlış cezasız kalmamalıdır. Suçluları serbest bırakan bir hâkim hakkında pekiyi şeyler düşünmeyiz değil mi?
Tanrı sevgi olduğu için, insanların Kendisiyle arkadaş olmalarını istiyor. Sanki Tanrı’nın adil olmakla ilgili bir problemi vardı. Öyle ki suçlu olan bizleri affediyor; hatalı olsak bile.
İsa çarmıhta ölünce, Tanrı’nın adaleti ve sevgisi yerine geldi. Günah cezalandırılmalıydı. Tanrı tüm sevgisiyle Oğlu’nu bizim yerimize ölmesi için gönderdi. Günahlarımızın hak ettiği ölüm cezasını O çekti. İşte bu yüzden çarmıhta, ‘Tanrım, Tanrım beni niye terk ettin?’ diye haykırdı. Günahlarımızın tüm cezası İsa tarafından ödendi. Babası çarmıhtaki haykırışlarına bizim için kulaklarını kapadı. İsa’nın ölümünü izleyen öğrencilerden biri olan Petrus şöyle yazdı: “Nitekim Mesih de bizleri Tanrı’ya ulaştırmak amacıyla doğru kişi olarak doğru olmayanlar uğruna, günahlar için kurban olarak ilk ve son kez öldü.”
İşte Tanrı, seni ve beni bu kadar seviyor. Kendi bencilliğimiz ve kendini beğenmişlik halimizden kurtulmanın başka bir yolu yoktu.
İsa ölmeden önce, ‘Tamamlandı’ diye bağırdı. Bu ifade ‘yeter artık’ anlamında bir çığlık değildi. Tersine, ‘Başardım’ anlamında bir zafer ifadesiydi. Ve böylelikle günahlarımızın borcu bir kerede ödenmiş oldu.
Tanrı’ya giden yol tamamen açıktı artık, günahlarımız bağışlanmış, Tanrı’yla barışmamız olağanüstü bir şekilde sağlanmıştı.

İsa Gerçekten Ölümden Dirildi mi?
Ölümden dirilen biri mi? İmkânsız!
Öldün mü öldün, işte bu kadar!
Hiç kuşku yoktu, İsa ölmüştü. Romalılar, hakkında ölüm kararı verilmiş birinin ölüp ölmediğini mutlaka denetlerlerdi. Bu nedenle askerlerden biri İsa’nın öldüğünden emin olmak için mızrağını İsa’nın böğrüne sapladı.
Hiç kuşku yoktu. İsa gömülmüştü. Yusuf adında bir adam ve arkadaşı cansız bedeni alıp kayaya oyulmuş bir mezara koydular. Ve sonra girişi kapatmak için büyükçe bir taşı mağaranın girişine yuvarladılar.
Yahudiler ve Romalılar, İsa’nın öldüğünü ve gömüldüğünü biliyorlardı. Bildikleri kadarıyla tamamıyla ortadan kalkmıştı. İsa’nın arkadaşları da O’nun öldüğünü görmüş ve gömülüşünü izlemişlerdi.
Kadınlar İsa’nın cesedi için baharatlar hazırlamış ve üçüncü gün mezara gitmişlerdi. Orada şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Ceset yoktu. Kefen oradaydı, ama mezar boştu.
Peki, İsa’nın cesedine ne olmuştu? İşte anahtar soru budur. Hiç kuşku yoktu, mezar boştu. Bir hata olamazdı, çünkü herkes mezarı tanıyordu.
Yahudi ya da Romalı yetkililer mi almıştı cesedi? Eğer öyle olsaydı İsa’nın öğrencileri O’nun dirildiğini ve yaşadığını söylediklerinde, yetkililer cesedi ortaya çıkarırlardı.
Peki, acaba İsa’nın arkadaşları mı aldı onu? Mezar askerler tarafından korunuyordu, arkadaşları korku ve yas içindeydi. Hiç biri hayatını tehlikeye atıp İsa’nın cesedinin nerede saklanmış olduğunu bile, bile dirildiğini söyleyemezdi.
Eğer İsa’nın cesedi düşmanları ya da arkadaşları tarafından alınmadıysa o zaman geriye tek bir cevap kalıyor:
Tanrı O’nu ölümden diriltti.
İsa’nın yeniden birçok kez görünmesini açıklayacak başka bir cevap yok. 40 gün boyunca arkadaşlarına, gündüz değişik yerlerde, bazen bir odada, yolda, deniz kenarında göründü.
Bazen tek bir kişiye, bazen iki üç kişiye, bazen onbir öğrencisine ve bazen büyük topluluklara, hatta bir keresinde beş yüz kişiye aynı anda göründü. Bunlar hayal olarak nitelendirilemez.
Onlarla buluştu, konuştu, hatta beraber yemek yedi. O’nu gördüler, O’na dokundular. Hayalet değildi. O, çarmıhta gündüz gözüyle gördükleri İsa idi. Ölümün izleri hâlâ ellerinde, ayaklarında ve böğründeydi. Aynıydı, ama farklıydı. Şimdi başka bir bedene sahipti, zamana veya mekâna yenilmeyen bir bedene…
Havarilerdeki olağanüstü farkı başka hiç bir şey açıklayamaz.
İsa’nın beklenmeyen ölümüyle çok korkmuş, hayal kırıklığına uğramış ve kendilerini çaresiz hissetmişlerdi. Ama birden mutlu ve güven dolu insanlar oluvermişlerdi.
Pazarlarda rahat dolaşıp korkmadan İsa’nın ölümden dirildiğini, yaşadığını, ölümü ve günahı yendiğini söylüyorlardı.
İşte böylelikle İsa’nın sıradan bir adam değil de, Tanrı’nın kendisi olduğunu anladılar.
İşte bu yüzden Hıristiyan imanı bu kadar uzağa çabuk bir şekilde yayılıyor ve farklı geçmişten, ülke ve kültürden insanlar, İsa’ya Tanrı olarak tapıyor.
O yaşıyor ve bunu yaşadıkları deneyimlerle biliyorlar.

Hıristiyan Kimdir?

Hıristiyan Kimdir?
‘Ben Hıristiyan bir ailede büyüdüm. Ailem hep kiliseye giderdi.’
Bu çok iyi. Fakat nasıl bir hayvanat bahçesine gitmekle şempanze olunmuyorsa, sadece kiliseye gitmekle de Hıristiyan olunmuyor.‘Başkalarına yardım etmeye ve iyilik yapmaya inanıyorum.’
Bu da iyi, fakat bu da bir Hıristiyan olmak için yeterli değil. Tanrı’ya inanmayan insanlar da iyi bir komşu, ya da yardıma muhtaç birine yardım eli uzatan birileri olabilir. Ama bu da insanı Hıristiyan yapmaz.
‘Küçükken vaftiz oldum.’
İsa’nın öğrettiklerine aldırmayan binlerce insan da vaftiz oldu. Dinsel bir törenden geçmek insanı Hıristiyan yapmaz.
‘Tanrı’ya inanıyorum.’
İncil bize Şeytan’ın da inandığını söylüyor. O Tanrı’nın varlığından emin tabi. Eğer sorulursa çoğu insan Tanrı’ya inandığını söyler, fakat O’nun kimliğinden ve nasıl olduğundan habersizdirler.
Bir jetin Atlantik okyanusunu geçtiğine inanabilirsiniz, fakat sadece inanmakla bir santim bile yol alamazsınız. Gidebilmek için jete binmeniz gerekir.
Tanrı’ya inanmak, ne kadar doğru bir düşünce olsa da sizi bir Hıristiyan yapmaz.
Peki, o zaman Hıristiyan kimdir?
Hıristiyan adı, İsa’yı takip etmiş olan ilk insanlara verilmiştir. ‘İsa’ya ait olan’ anlamına gelir.
Hıristiyan sözcüğünün en iyi tanımını İsa’nın kendisi yaptı. İsa’ya göre Hıristiyan demek, yeniden doğmuş biri demektir.
Her birimiz normal bir yolla doğmuş ve böylelikle bir ailenin parçası olmuşuzdur. Ama eğer Tanrı’nın ailesine girmek istiyorsak, o ailede de tekrar doğmalıyız. Tabi bu doğal yolla, uygun bir ailenin üyesi olmakla, iyilik yapmakla ya da dindar olmakla gerçekleşmez. Yeniden doğmalı ve yeni bir yaşama başlamalıyız. Bunu da biz yapamayız. Tanrı bunu bizim için yapmaya söz verdi.
Tanrı, sevgisiyle bizim için gerekli olan her şeyi yaptı. Bağışlanıp Tanrı’nın çocukları olabilmemiz için İsa’yı günahlarımız uğruna çarmıha gönderdi. Yol şu an apaçık. Kim olursa olsun, ne yapmış olursa olsun Tanrı’yı tanıyabilmekten hiçbir güç insanları alıkoyamaz. O payına düşeni yaptı, şimdi sıra bizde.
Bir Hıristiyan olmak ve İsa Mesih’i tanımak istiyor musun?
Tüm günahlarını bağışladığını, böylelikle Tanrı’nın bir çocuğu olduğunu biliyor musun?
Sonsuz yaşama kavuştuğunu ve Tanrı’nın sende yaşadığını ve öldükten sonra dirilerek O’nunla olmak üzere cennete gideceğini bilmek istiyor musun?
Eğer istiyorsan okumaya devam et…

e) Nasıl Hıristiyan Olabilirim?
İTİRAF EDİLECEK BİRŞEY
Tanrı’nın huzurunda günah işlediğini itiraf etmelisin. Hayatında söylediğin, düşündüğün, yaptığın ve kalbinin derinliklerinde yanlış olduğunu bildiğin her şeyi kabul et. Tanrı’nın sevgisine sırtını dönüp tamamıyla kendi yolunda gittiğin zamanlar için pişmanlık duy. Yanlış olduğunu bildiğin düşünceden, kelimeden, hareketten, alışkanlıktan sıyrılmaya hazır ol.
İNANILACAK BİR ŞEY
İsa’nın çarmıhta senin günahların için öldüğüne inan. Hepimiz Tanrı’nın huzurunda yaptığımız tüm hatalar için cezalandırılmayı hak ediyoruz. İsa’nın senin cezanı üstlendiğine inan.
GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI GEREKEN BİRŞEY
İsa’nın, kendisini izlemenin kolay olmayacağını söylediğini göz önüne alın. İnsanlar sizi yanlış anlayacak, size gülecek, suçlayacak, tıpkı İsa’ya yaptıkları gibi… Hristiyan olmak, İsa’yı RAB ve efendi olarak kabul etmek demektir. Bu da hayatının her noktasının, yani işinin, arkadaşlarının, vaktinin, paranın, her şeyin O’nun denetiminde olması gerektiği anlamına gelir.
YAPILMASI GEREKEN BİR ŞEY
İsa’yı kurtarıcı olarak kabul et, sana yol göstersin ve bir arkadaş gibi daima yanında olsun. Çoğu kişi bu son asımı atmaktan kaçınıyor ve İsa’yı hiçbir zaman tanıyamıyor.
Belki de bu son adımın önemini en iyi anlatan kısım İncil’in Esinleme adı verilen son kısmıdır (Esinleme 3.20). İsa şöyle diyor: “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.”
Hayatın bir ev gibidir. İsa dışarıda bekliyor. Hiçbir zaman zorla içeri girmeyecektir, çünkü bu hoş bir yol değildir. O içeri davet edilmek istiyor. Kapı kolu içeride. Sadece sen açabilirisin o kapıyı. İşte o kapıyı açtığında O’nu yaşamına ve kalbine aldığında tam bir Hıristiyan olursun.

Bunu hiç yaptın mı? Belki de daha önce böyle bir şey yapabileceğini bilmiyordun. Vaftiz olabilir, kiliseye gidebilir, hatta İncil’i okuyup dua da edebilirsin; ama İsa’yı yine de o kapının dışında bırakabilirsin. Bu soruyu dürüst bir şekilde düşün. İsa hayatının içinde mi yoksa dışında mı? O’nu içeri davet edecek misin, yoksa dışarıda mı bırakacaksın?
O’nun bu davetine sonsuza kadar sırt çeviremezsin. Zaman hızla akıp gidiyor. Ölümden sonra O’nu kabul etmek için başka bir fırsat olmayacak. O zaman çok geç olmuş olacak.
Eğer gerçekten yaşamını O’na adamak istiyorsan sessiz ve tek başına olabileceğin bir yere git. İsa’nın sana duyduğu sevgiyi düşün – çarmıhı, acıyı ve utancı, vücudunun çarmıha çakılı halini, kanını ve senin için yaptığı her şeyi…
Şimdi kapını çaldığını ve girmeye hazır olduğunu düşün. O’nun sesini duydun ve tüm kalbinle O’nu daha yakından tanımak istiyorsun.
Yaşamını İsa’ya adamak istiyorsan aşağıdaki dua sana nasıl dua edeceğin konusunda yardım edebilir. Bunu satır satır, sessizce, söylediklerini ve yaptıklarını düşünerek okuyabilirsin.
Rab İsa,
Düşüncelerimde, sözlerimde, hareketlerimde sana karşı günah işlediğimi biliyorum.
Yapmadığım o kadar çok iyi şey var ki!
Lütfen beni affet.
Günahlarım için pişmanım ve yanlış olan her şeyden uzaklaşacağım.
Çarmıhta benim için hayatını verdin.
Minnettar bir şekilde ben de benimkini sana veriyorum.
Şimdi hayatıma girmeni istiyorum.
Kurtarıcım olarak gel ve beni kurtar.
Tanrım olarak gel ve beni denetimine al.
Arkadaşım olarak gel ve yanımda ol.
Beni dinlediğin ve cevapladığın için teşekkürler. Âmin.
Eğer bu duayı içtenlikle ettiysen İsa’yı hayatına çağırmış oldun. İsa şu an Kutsal Ruh sayesinde senin içinde yaşıyor.
“Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim” (Esinleme 3:20).

İsa Tanrı’dır. O bir söz verdiğinde tutar. Duygularınıza güvenmeyin. O’nun sözlerine güvenin. Şimdi Tanrı’nın bir çocuğu, gerçek bir Hıristiyansınız. Yeniden doğdunuz.
Rengi, ırkı ne olursa olsun, İsa’ya inananların oluşturduğu topluluğun, yani Tanrı’nın yeryüzündeki bedeninin bir üyesi, bir parçasısınız.
“İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim.” (Matta 28:20)
“Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma hakkını verdi.” ( Yuhanna 1:12)
Şimdi sonsuz yaşama sahipsiniz.
“Size doğrusunu söyleyeyim, iman edenin sonsuz yaşamı vardır.” (Yuhanna 6:47)
Bundan böyle yalnız kalmayacaksınız.

Her Şey Nasıl Başladı?

Her şey nasıl başladı?
Bilim adamları dünyanın şimdiki halini almasının milyonlarca yılda gerçekleştiğini söylüyorlar. Kayaların yaşlarını hesaplayabiliyorlar. Ama Kutsal Kitap’a baktığımızda – Yaratılış bölümünde – dünyanın altı günde yaratılmış olduğunu okuyoruz. Ne kadar büyük bir tutarsızlık değil mi?
Kutsal Kitap’ın bir bilim kitabı olmadığını ve bilimsel bir dille yazılmadığını bilmeliyiz. Aslında, günün İbranicedeki anlamı sadece 24 saat değil, bir çağ veya zaman birimidir. Yani Yaratılış kısmının birinci bölümünü açtığımızda yaratılışı yeni bir anlayışla okuyabiliriz. Sadece nasılı değil, nedeni de anlayabiliriz.
Tüm yaratılışın arkasında Tanrı’nın adım adım ve kesin olarak yaşayan varlıklar için bir plan yaptığını biliyoruz.
Fakat amacı nedir ve biz niye buradayız?
Tanrı’ya benzer yaratıldık. Bu, Tanrı’nın büyük bir insan vücuduna sahip olduğu anlamına gelmez. Biz Tanrı gibi sevebiliyor, seçebiliyor, düşünebiliyor ve mantıklı kararlar verebiliyoruz. Aklımız ve isteklerimiz var. Tanrı’yla özel bir ilişki kurabilmek için yaratıldık. En büyük, en güçlü adamın bile doğasında bir Tanrı’ya tapma isteği vardır.
Dünyayı ve içinde yaşayan tüm varlıkları sevmek ve tüm doğal kaynakları bilinçli bir şekilde kullanabilmek için yaratıldık.
Müzik, resim ve mühendislik alanında bir çok yetenekle yaratıldık.
İnsanoğlunun doğasında araştırma isteği vardır. Kabul etsek de etmesek de bu yetenekleri incelediğimizde Tanrı’nın bu alanda etkin olduğunu görüyoruz. O, bütün bu güzelliklerle dolu olan hayatın sadece yaratıcısı değil, aynı zamanda bu hayatın kaynağıdır.
Ters giden neydi?
Tanrı’nın yaratmış olduğu dünyanın tamamı iyiydi. Tüm canlılar için yeterli yiyecek ve içecek vardı. İşte bu mükemmel yerde ilk insanlar yaşadı.
Tanrı onların arkadaşı olmak istiyordu. Dünya ve içindeki tüm varlıklar bakmalarını istiyordu. Tanrı onlara çok özel bir armağan verdi: özgür irade. Onları bir makine veya bir robot gibi sevmeye ve Kendisine itaat etmeye zorlamadı. . Bir insanın başkasını zorla sevmesi imkânsızdır. Sevgi özgürce ve doğal olmalı.
Özgür irade, insanları hayvanlardan ayıran en büyük özelliktir. Yani kadın ve erkek; doğru ve yanlış, iyi ve kötü arasında seçim yapabilir. Birbirlerini sevip sevmemeye karar verebilirler. Tanrı’yı sevip sevmemeyi seçebilir, Tanrı’nın ya da kendi isteklerini yapabilir, Tanrı için ya da kendileri için yaşayabilirler.
Ne yazık ki insanlar Tanrı’ya itaat etmediler, kendi isteklerini yapmayı yeğlediler.
Neden böyle yaptılar? Ters giden neydi?
Bütün kötülükler Şeytan’dan gelir. Bugün herkes kötülüğün var olduğunu bildiği halde Şeytan kavramı gittikçe zayıflıyor. O, şu çizgi romanlardaki kıvırcık kuyruklu, boynuzlu kahraman değil mi?
İncil, Şeytan’ı ciddiye almamız gerektiğini söylüyor. Bir çizgi roman kahramanı olmaktan ziyade o bir zamanlar cennette bulunan bir melekti. O zaman adı Lusifer’di. Lusifer, “Işık saçan” anlamına gelir. Sonra kibir ve kıskançlıkla doldu. Tanrı gibi olmak istiyordu. Tanrı’nın yanından kovuldu ve şimdi insanları Tanrı’dan uzaklaştırmaya çalışıyor.
Şeytan ilk erkek ve kadını ayartarak yanlışı seçmelerini ve Tanrı’ya karşı gelmelerini sağladı. Ve böylelikle dünyaya ve insan yaşantısına günah ve haksızlık girmiş oldu.
Başlangıçtan beri insanları ayartıp Tanrı’dan uzaklaştıran şeytan’dı.
İnsanlar Şeytan’ın yalanlarını dinledikleri için onun kötü ve bencil yoluna sapıyorlar. İşte bu yüzden cinayetler, haksızlıklar ve acı var bu dünyada. Ve bu yüzden kopuk ilişkiler, bencillik ve açgözlülük var.
Hepimiz doğal olarak Tanrı’yı değil de kendimizi ön plana alıyoruz. Hepimizde olan bir hastalık bu, sadece bizi etkilemekle kalmıyor, tanıdığımız herkesi etkiliyor.
İncil buna “günah” diyor.
İşte dünyada ters giden de bu, diğer bir deyişle terslik sende ve bende.

c) Neden hata yaparız?
Neden hata yapmak doğru yapmaktan daha kolay? Çocuklara bencil ve yaramaz olmayı öğretmemiz gerekmiyor, sanki bu onların doğasında var ve bu yüzden onlara iyi olmayı öğretiyoruz.
Hepimizin içinde kendi isteğini yapma özlemi vardır. Doğan her insanda kötülük eğilimi vardır. Bunu da dünyadaki nefrette, vahşette, bencillikte ve kopmuş ilişkilerde görüyoruz. Radyo ve televizyon haberleri bunların adeta sonu gelmeyen bir listesidir. Bunu ayrıca insanların başkalarının hatalarını düşünmeden kendi haklarını savunurken takındıkları tavırda görüyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse bunu kendi hayatımızda da görüyoruz.

Hepimiz kendi yolumuzdan gitmek istiyoruz ve İncil buna “günah” diyor. İnsanlar günah kelimesini sevmedikleri için başka kelimeler uydurmaya çalışıyorlar. Örneğin hata veya başaramama gibi… Etiketini değiştirebilirsin, ama içeriğini asla. Bir eczacının “zehir” yazan etiketi bir başkasıyla değiştirmesi sadece aptallık değil, aynı zamanda çok tehlikelidir.
İncil doğru etikete sadık kalıyor: Günah
Günah sadece cinayet, hırsızlık, yalan söylemek ve zina değildir.
Kendi isteğimi yaptığımda, kendi yolumdan gittiğimde günah işlemiş oluyorum. Bütün karışıklıkların, mutsuzlukların ve çekişmelerin kökü günahtır. Tanrı’yı düşünme zahmetinde bulunmadığım zamanlarda günah işleyebilirim.
Beni Tanrı yarattı ve şu an sahip olduğum her şeyi O verdi. Sağlığımı, bedenimi, beynimi ve tüm yeteneklerimi… Bunların hiçbirini kendi kendime kazanmadım. Ben, Tüm bunları veren Tanrı’ya aittim. ‘Hayatımın patronu benim’, ‘Bu benim hayatım’ veya ‘Hayatımla istediğim şeyi yaparım’ dediğimde günah işlemiş olurum.
Tanrı’yı tüm kalbimle sevmediğimde günah işlemiş olurum. İsa’ya göre en büyük buyruk şu: ‘Tanrın olan Rabbi bütün yüreğinle sev. Bu ilk ve en büyük buyruktur.’
Hiçbirimiz Tanrı’yı böyle sevmiş değiliz. Hiçbirimiz en büyük buyruğa uymadık. Yüreğimizde, Tanrı yerine kendimize değer veriyoruz.
İşte hepimizin en büyük sorunu da bu.

Dünyanın hali neden bu kadar düzensiz

Yaptığımız şeyler diğer insanları da etkiler. İnsanlara karşı iyi kalpli olursak bu mutluluk getirir, fakat bencil davranırsak sonuç mutsuzluk ve acı olur.
İncil, neyi ekersen onu biçersin diyor. Doğamdaki bencillik sadece beni değil, tüm yakın çevremi de etkiler.

GÜNAH YOZLAŞTIRIR
Günah temiz bir kâğıttaki çirkin bir leke gibidir. Bencil, tembel, düşüncesiz olmak, yalanlar ve çirkin hikâyeler anlatmak yavaş yavaş kendi karakterimizi ve diğer insanlarınkini de zehirler. Çoğu zaman söylediklerimizin, düşündüklerimizin ve yaptıklarımızın bizi ne kadar etkilediğinin farkında değilizdir.

Sarhoş bir baba, evine genellikle mutsuzluk getirir ve ailesindeki bireylerin yaşamlarını alt üst eder. “Ben her zaman haklıyım” gibi bencil bir bakış açısı iyi bir arkadaşlığı, hatta bir evliliği bile yıkabilir.

GÜNAH YAYILIR
Günah bahçedeki otlar gibidir, eğer yok edilmezse kısa zamanda her tarafı sarar. Küçük de olsa söylenen yalanlar karakterde öyle çabuk yayılır ki, davranış biçimi ve değiştiremeyeceğimiz bazı alışkanlıklar haline gelirler. O ilk aldığımız uyuşturucu biz farkına varmadan etkisinden kurtulamayacağımız bir zehir haline gelir.
Kötü bir söz söyledikten sonra özür ve bağışlanma dilenmezse, ilişkileri acı ve çekilmez hale getirebilir.

GÜNAH AYRILIK YARATIR
En kötüsü ise günah bizi Tanrı’dan ayırır. Günah ateşi kapatan büyük bir kara bulut gibidir. Bu yüzden Tanrı bize çok uzak gibi gelir. Aslında o çok yakın, her yerde; fakat günah bir bariyer gibi aramıza geçmiştir.
Bir araba düşünün: motoru iyi, yeterli benzin var, am çalışmıyor. Neden mi?
Çünkü karbüratörü pislikle dolu.
İşte günah, Tanrı’yla bizim aramızda böyledir. Tanrı saf ve kutsaldır. Günahtan nefret eder, fakat bizi sever. Bizim günahımız aradaki yolu tıkıyor. Tanrı bize kendini tanıtmak istiyor ama arada günah olduğu için bunu yapamıyor.

Tanrı bu konuda ne yaptı?
Biz bu konuda ne yapabiliriz? Cevap: Hiçbir şey. Bu bariyeri tek başımıza kaldıramayız. Tanrı’ya kendi başımıza ulaşamayız.
İncil bulunduğumuz ortamı anlaşılır bir dille anlatıyor. Çok derin bir zindanda zincirlerle bağlıyız ve çıkış yok.
Bir çamur deryası içine batıyoruz, çıkmayı denedikçe daha beter oluyor.
Amacı olmadan bir dolambaçlı gezinen ve her adımda çıkıştan uzaklaşan biri gibi kaybolduk.
Boğuluyoruz ve yüzme bilmiyoruz.
İçten dindar olmak bile bize yetmeyecektir. Peki, çıkış nerede?
Bizim kurtarılmaya ihtiyacımız var.

Bizim zindanın kilidini açacak, çamurdan çıkaracak, bizi bulup evimize götürecek ve bizi boğulmaktan kurtaracak birine ihtiyacımız var.
Bize ne yapabileceğimizi göstermek ya da söylemek boşuna, bizim bir kurtarıcıya ihtiyacımız var. Tanrı bizi sevdiği için bizi terk etmedi. O, bu konuda bir şeyler yaptı. Bizi kurtaracak birini gönderdi. Kurtarıcının adı İsa’dır. İsa ‘Kurtarıcı’ demektir.
İncil böyle açıklıyor: “Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlunu verdi. Öyle ki O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, ama hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.” İsa, Tanrı’nın bizi sevdiğine ilişkin bir kanıttır. İsa, insan bedeni alarak dünyaya geldi. O, kaybolmuş insanları arayıp bulmaya geldiğini söyledi. Bize sadece Tanrı’nın nasıl olduğunu göstermeye gelmedi.
Sadece kusursuz bir hayatın nasıl yaşanacağını göstermek için de gelmedi. Bizi kurtarmaya geldi ve bu da kendi hayatını bizim için feda etmesi anlamına geliyor.

Bütün Bunların Anlamı Ne?

Ben kimim?
“Cengiz tüm hayatı boyunca çok çalıştı. Daha yeni emekli olmuştu ve beraber hayatın tadını çıkartacaktık. Ama şimdi öldü. Hayatın ne anlamı kaldı?”
“Dünyaya bir çocuk getirdik. Kendi bildiğini okuyor, hiç bir şey için teşekkür etmiyor – şimdi de polisle başı dertte. Bütün bunların anlamı ne?”
“İki yıldır evliyim. Kendi evimizi alabilmek için para biriktiriyorduk. Her şeyin iyi gittiğini sanıyordum ki, karım başka bir adamla kaçıp gitti. Bütün bunların anlamı ne?”
“Okulda çok çalıştım, diplomamı aldım, ama iş bulamıyorum. Yaşamın anlamı ne?”
“Bir çocuk yapmamız ancak sekiz yıl sonra gerçekleşti, ama şimdi bu küçük kızımız kanser. Yaşamın anlamı ne?”
“Hayat şartları böyle devam ederse zaten sonumuz yakın. Bütün bunların anlamı ne?”
“Sabah işe gidiyorum, eve geliyorum, yemek, uyku derken tekrar ertesi sabah işe. Hayat ne kadar sıkıcı! Yaşamın anlamı ne?”
“Yaşamın amacı ne? Ben neden buradayım? Bir Allah var mı, bize değer veriyor mu?”
Hayatta gerçek dışı ve hayal ürünü gibi görünen o kadar çok şey var ki, bir zaman gelir ve kendimize:
‘Ben kimim?
‘Yaşamın anlamı ne?
‘Neden buradayım?’ gibi sorular sorarız.
Kendimi o kadar küçük ve değersiz hissediyorum ki! Bir değerim var mı? Resmi kayıtlarda sadece bir rakam, milyonlara katılmış bir sayıyım. Nasıl önemli olabilirim ki?
Bazen aynaya baktığımda karşımda duran yabancıyı görünce korkuyorum, şaşırıyorum.
Yaşıyorum – öyle olmalı – işe gidiyorum, insanlarla konuşuyorum, yemek yiyorum, yatıyorum ve bir güzel uyuyorum. Sonra ertesi gün uyanıyorum. Her şey birden ne kadar anlamsız ve boş görünüyor. Zaman akıp gidiyor. Yaş günleri gelip geçiyor ve onca yılın nereye gittiğini düşünüyorum.
Bütün bunların arasında benim yerim nerede? Sanki yerimde sayıyorum.
Evren o kadar hızlı, sonsuz uzay o kadar korkutucu ki! Dünyamız bile, bizden milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki büyük galaksiler ve yıldızlar arasında ufacık bir nokta. Fakat bugün tüm insanlık tarihinde ilk kez dünyayı ve tüm içindekileri un ufak edebilecek kadar silah var. Bütün bunlar anlamsız bir şaka sanki.
Bir trafik kazasında ölen bir tanıdığın cenazesine gidiyoruz. Bir arkadaşımızın tam hayatının olgunluk döneminde kanser olduğunu öğreniyor ve ‘O ben olabilirdim’ diyoruz. Ölümden sonra bir şey var mı diye düşünmeye başlıyoruz. Yoksa ölüm bizim sonumuz mu?
Çoğu zaman bütün bu düşünceleri bir kenara itip hayatın sadece çekici taraflarına kaptırıyoruz kendimizi.
Ama buna rağmen korkularımız, acılarımız ve şüphelerimiz gitmeyecek ve beynimizin bir köşesinden bizi rahatsız etmeye devam edecektir.

a) Hayatın amacı ne?

‘Tek istediğim mutlu olmak. Bir evim, ailem, arkadaşlarım ve istediğim şeyleri istediğim zaman yapabilmek için param olduktan sonra hayat güzel. O zaman mutlu olurum.’
Ama kalbimizin derinliklerinde bunların hiç de tatmin edici şeyler olmadığını biliyoruz. Aklımızdan bu tür tatsızlıkları armaya çalışıyoruz. Gerçekleri göreceğimiz için kendimize asla yakından bakamıyor ve korkuyoruz. Ve böylece hayatımızın günleri, ayları, yılları biz fark etmeden geçip gidiyor.
Derken yaşam altüst oluyor. İşinizi kaybediyorsunuz. Önem verdiğiniz bir ilişki bozuluyor. Çok sevdiğiniz biri ölüyor ve dünya başınıza yıkılıyor.
‘Tanrım!’ diye haykırıyoruz. Ama bize değer veren ve dinleyen bir Tanrı’nın varlığından şüpheliyiz. Kendimizi yalnız ve boş hissediyoruz.
Aradığımız mutluluk bir sis bulutu gibi dağılıyor.
Bu kitapçık, Tanrı’nın var olduğunu, hayatın bir amacı olduğunu ve Tanrı’nın size gerçekten değer verdiğini bilesiniz diye yazıldı.