İsa Gerçekten Var Oldu Mu?

İsa gerçekten var oldu mu?
Bazı insanlar İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını soruyorlar. Onların düşünceleri, ilk Hıristiyanların bunu uydurduğu biçimimdedir.
İsa’nın dünyaya geldiğine inanmamız için birçok neden vardır. O bu dünyada yaşadı. İsrail’de Beytlehem adında küçük bir şehirde doğdu. O zamanlar İsrail ulusu Romalıların yönetimi altındaydı.
Hıristiyan kilisesinin var olması İsa’nın yaşadığına canlı bir kanıttır. Yüzyıllar boyunca milyonlarca Hıristiyan İsa’yı tanıdıklarını ve sevdiklerini söylediler. O’nun sayesinde hayatlarında büyük değişiklikler oldu.
İncil, İsa’nın gerçekliğini gösterir. İncil’in Matta, markos, luka ve Yuhanna bölümleri İsa’yı tanıyan ya da birinci derecede kaynaklarda O’nun hakkında bilgi sahibi olan kişiler tarafından yazılmıştır. İncil’deki olayların çoğu, İsa’nın hayatını gözleriyle görmüş insanlar tarafından anlatılmıştır.
Birinci yüzyılın sonlarında yaşamış olan Romalı Pliny ve Tacitus gibi laik düşünceli tarihçiler, Roma valisi Pontius Platus’un yönetimi sırasında çarmıha gerilmiş, ardından dirilmiş olan İsa adında birinden söz ederler. Bu tarihçiler, İsa’yı izleyen ilk Hıristiyanların yaşayışına ilişkin yarıntılı tasvirler yaparlar. Tarihçi Pliny, Hıristiyanların İsa’ya Tanrı’ya dua eder gibi dua etmelerinden ve putperest tapınaklarına gidenlerin sayısının giderek azalmasından açıkça yakınır.
Aynı yüzyılda yaşamış olan ve Hıristiyanları sevmediğini her fırsatta açığa vuran Yahudi tarihçi Yesefus, İsa’nın yaşamını öğretisini, ölümünü ve dirilişini tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ayrıntılarıyla anlatır. İsa’nın olağanüstü şeyler yapan akıllı biri olduğunu yazar.
İsa gerçekten tarihsel bir kişiydi, ama nasıl biriydi?

d) İsa nasıl biriydi?
O tamamen insandı. İnsan olan bir anneden doğdu, bir aile içinde büyüdü ve gençlik yıllarını küçük bir köyde marangozluk yaparak geçirdi. Otuz yaşında öğretisini yaymaya başladı, bir evi ya da malı mülkü olmadan İsrail’in şehirlerini ve köylerini dolaşıp durdu.
Etrafına birkaç arkadaşını topladı. Aralarında balıkçılar ve vergi adamları vardı. Üç yıl boyunca gezdi, ihtiyacı olanları iyileştirdi, öğretisine devam ederek tüm muhtaç olanlara ilgi gösterdi. Yalnız kalmayı ve dağlara çıkıp babasına dua etmeyi çok severdi. Aynı derece evde, insanların arasında bulunmayı da severdi. Çeşit çeşit insanlarla birlikte oldu. Örneğin; Ferisiler, hırsızlar ve fahişeler…
Cüzamlı insanlara dokundu ve her çeşit hastalığı iyileştirdi. Birkaç kere ölüleri tanıklar önünde diriltti. Kötü ruhları kovdu ve onların esir almış oldukları insanları özgürlüğe kavuşturdu.
Hayatı hizmet ve yardım etmekle geçti. Tek bir hatası yoktu. Bir kere bile özür dilemek zorunda kalmadı. Bencillik, kıskançlık veya kırıcı bir davranıştan eser yoktu O’nda. Her zaman saf sevgiden söz ederdi. Evet, kızardı, fakat hep adil ve ölçülüydü. Tanrı’nın evinin dua yeri değil de yanlış amaçlarla kullanımına kızdığını okuyoruz.
İsa aç ve susuz olmanın nasıl bir şey olduğunu bilirdi. Bir seferinde öyle çok yorulmuştu ki, bir fırtınanın ortasındaki küçük bir teknede uyuya kalmıştı. O, mutluluğun ve dostluğun anlamını bilirdi.
Dışlandı ve kötü muamele gördü. Romalıların en zalim ve acı veren ölüm biçimi olan çarmıha gerilmeyi bile büyük acıyla yaşadı. Roma valisi Pontiyus Pilatus, O’nu yargıladığında O’nda hiç bir hata bulamadığını itiraf etmişti.
İsa her konuda kusursuz bir insandı.
Öğrencileri ilk başta O’nu bir öğretmen ve şifa dağıtan bir kişi olarak görüyorlardı. O’nu dinleyip izledikçe yavaş, yavaş O’nun sadece büyük bir adam değil, bir peygamber olduğunu anladılar. Bundan da ötesi İsa, Tanrı’nın Oğlu ve aramızda yaşayan Tanrı2nın ta kendisiydi.
Böylelikle Yuhanna, İsa hakkında ‘insan oldu, gerçek ve lütufla dolu olarak aramızda yaşadı. O’nun görkemini gördük, Tanrı’nın tek Oğlu olarak aldığı görkemi…’ diye yazdı.

İsa ne öğretti?
İsa, Tanrı’nın nasıl olduğunu göstermek için geldi.
İnsanlarla konuşup dertlerine çare bulup onları iyileştirdikçe Tanrı’nın kişiliğini onlara göstermiş oldu. Öğretişi, yüzyılların ötesinden günümüze ulaşan ahlaki temellere kaynaklık etmiştir. Buna bir örnek de, İsa’nın dağdaki öğretisinde Tanrı’nın egemenliğine aitsek, nasıl yaşamamız gerektiğini ve Tanrı’nın dünyanın da kralı olduğu kuralıdır.
Kaybolmuş bir kuzunun arkasından giden çoban ve bir ailenin en küçük çocuğunun babasından mirastan kendisine düşen payı istemesi gibi Tanrı’nın sevgisine ilişkin unutulmayacak iki hikâye anlattı. Çocuk parayı harcıyor, içinde bulunduğu kötü durumu anlayıp eve dönüyor. Yaptıklarından çok pişmandır ve babasının kendisini reddetmesine bile hazırdır. Fakat babasının gözleri yoldadır. Onu açılmış kollarıyla karşılar. “İşte bu, Tanrı’nın sevgisi ve affıdır” der İsa.
İsa, yaşam ve öğretmenlik alanlarında da bir örnekti. O’nun yaşadığı hayatı kimse yaşamadı. Kendisi hakkında olağan üstü şeyler söyledi. İnsanların alçakgönüllü olmalarını istedi. Kendisi de alçakgönüllü bir hayat yaşadı. Ama buna rağmen kendisinin Tanrı olduğunu söyleyip ‘Beni görmüş olanlar Baba’yı görmüştür’, ‘Ben ve Baba biriz’ dedi.
Günahları bağışlayabileceğini söyledi. Bir kötürüme açık bir şekilde, ‘Günahların bağışlandı’ dedi. O açıkça, Tanrı’nın yapabildiklerini yapıyordu. Tanrı’ya ulaşan tek yolun kendisi olduğunu, ‘Ben aracı olmadıkça kimse Baba’ya gelemez’ diyerek vurguladı.
Kendisine gelenlere esenlik sözü verip ‘Size esenliğimi veriyorum. Verdiğim esenlik dünyanınkine benzemez’ dedi. Ölümü yendiğini söyledi.
O’nu tanımak, Tanrı’yı tanımaktı.
O’nu görmek, Tanrı’yı görmekti.
O’na güvenmek, Tanrı’ya güvenmekti.
O’ndan nefret etmek, Tanrı’dan nefret etmekti.
O’nu yüceltmek, Tanrı’yı yüceltmekti.
Bu nefes kesen ifadeler ya doğrudur, ya da İsa bir yalancı, gerçek dışı biri, sahtekâr veya deliydi. Ama yaşadığı mükemmel hayat, olağanüstü öğretileri, O’nun yaşamış olan en mükemmel insan olduğunu gösterir. Bu da bize kuşkucu Tomas’ı hatırlatıyor. İsa’nın ayaklarına düşüp ‘Tanrım, Tanrım!’ deyişini…

İsa Neden Öldü?
Birkaç sayfa önce, dünyanın sorunlarını ve her birimizin tek sorununun günah olduğunu görmüştük.
Bencil oluşumuz başkalarına onarılamaz zararlar vermekle kalmıyor, Tanrı’yla ilişkimizi koparıyor ve O’nu bizden kilometrelerce ötedeymiş gibi hissediyoruz.
Tanrı’ya kendi gayretimizle dönemeyiz – yeterince iyi değiliz. İhtiyacımız olan mükemmel biriydi, günah işlememiş biri. İşte yalnızca bu niteliklere sahip biri bizi Tanrı’ya yaklaştırabilirdi. Ama hepsinden önce insanın günahı hakkında birşeyler yapılmalıydı. Bizi kurtaracak birine ihtiyacımız vardır ve bu yüzden İsa, Tanrı’nın belirlediği kurtarıcı olarak geldi.
Bir nehre düşseniz ve yüzme bilmezseniz herhalde birisinin size ilk yüzme dersinizi vermesini istemezsiniz, sizi kurtarmasını istersiniz.
Eğer boynunu; za kadar borca batsanız, size yardım edecek ve borcunuzu ödeyecek bir kurtarıcıya ihtiyacınız olacak.
Ama 2000 yıl önce yaşamış ve ölmüş olan İsa, nasıl beni bugünkü günahlarımdan kurtarabilir ki?
Tanrı’nın karakterini bir demir paraya benzetin. İki tarafı var. Adalet ve sevgi. Adaleti yüzünden Tanrı haklı olarak bizi suçluyor, çünkü günah ve yanlış cezasız kalmamalıdır. Suçluları serbest bırakan bir hâkim hakkında pekiyi şeyler düşünmeyiz değil mi?
Tanrı sevgi olduğu için, insanların Kendisiyle arkadaş olmalarını istiyor. Sanki Tanrı’nın adil olmakla ilgili bir problemi vardı. Öyle ki suçlu olan bizleri affediyor; hatalı olsak bile.
İsa çarmıhta ölünce, Tanrı’nın adaleti ve sevgisi yerine geldi. Günah cezalandırılmalıydı. Tanrı tüm sevgisiyle Oğlu’nu bizim yerimize ölmesi için gönderdi. Günahlarımızın hak ettiği ölüm cezasını O çekti. İşte bu yüzden çarmıhta, ‘Tanrım, Tanrım beni niye terk ettin?’ diye haykırdı. Günahlarımızın tüm cezası İsa tarafından ödendi. Babası çarmıhtaki haykırışlarına bizim için kulaklarını kapadı. İsa’nın ölümünü izleyen öğrencilerden biri olan Petrus şöyle yazdı: “Nitekim Mesih de bizleri Tanrı’ya ulaştırmak amacıyla doğru kişi olarak doğru olmayanlar uğruna, günahlar için kurban olarak ilk ve son kez öldü.”
İşte Tanrı, seni ve beni bu kadar seviyor. Kendi bencilliğimiz ve kendini beğenmişlik halimizden kurtulmanın başka bir yolu yoktu.
İsa ölmeden önce, ‘Tamamlandı’ diye bağırdı. Bu ifade ‘yeter artık’ anlamında bir çığlık değildi. Tersine, ‘Başardım’ anlamında bir zafer ifadesiydi. Ve böylelikle günahlarımızın borcu bir kerede ödenmiş oldu.
Tanrı’ya giden yol tamamen açıktı artık, günahlarımız bağışlanmış, Tanrı’yla barışmamız olağanüstü bir şekilde sağlanmıştı.

İsa Gerçekten Ölümden Dirildi mi?
Ölümden dirilen biri mi? İmkânsız!
Öldün mü öldün, işte bu kadar!
Hiç kuşku yoktu, İsa ölmüştü. Romalılar, hakkında ölüm kararı verilmiş birinin ölüp ölmediğini mutlaka denetlerlerdi. Bu nedenle askerlerden biri İsa’nın öldüğünden emin olmak için mızrağını İsa’nın böğrüne sapladı.
Hiç kuşku yoktu. İsa gömülmüştü. Yusuf adında bir adam ve arkadaşı cansız bedeni alıp kayaya oyulmuş bir mezara koydular. Ve sonra girişi kapatmak için büyükçe bir taşı mağaranın girişine yuvarladılar.
Yahudiler ve Romalılar, İsa’nın öldüğünü ve gömüldüğünü biliyorlardı. Bildikleri kadarıyla tamamıyla ortadan kalkmıştı. İsa’nın arkadaşları da O’nun öldüğünü görmüş ve gömülüşünü izlemişlerdi.
Kadınlar İsa’nın cesedi için baharatlar hazırlamış ve üçüncü gün mezara gitmişlerdi. Orada şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Ceset yoktu. Kefen oradaydı, ama mezar boştu.
Peki, İsa’nın cesedine ne olmuştu? İşte anahtar soru budur. Hiç kuşku yoktu, mezar boştu. Bir hata olamazdı, çünkü herkes mezarı tanıyordu.
Yahudi ya da Romalı yetkililer mi almıştı cesedi? Eğer öyle olsaydı İsa’nın öğrencileri O’nun dirildiğini ve yaşadığını söylediklerinde, yetkililer cesedi ortaya çıkarırlardı.
Peki, acaba İsa’nın arkadaşları mı aldı onu? Mezar askerler tarafından korunuyordu, arkadaşları korku ve yas içindeydi. Hiç biri hayatını tehlikeye atıp İsa’nın cesedinin nerede saklanmış olduğunu bile, bile dirildiğini söyleyemezdi.
Eğer İsa’nın cesedi düşmanları ya da arkadaşları tarafından alınmadıysa o zaman geriye tek bir cevap kalıyor:
Tanrı O’nu ölümden diriltti.
İsa’nın yeniden birçok kez görünmesini açıklayacak başka bir cevap yok. 40 gün boyunca arkadaşlarına, gündüz değişik yerlerde, bazen bir odada, yolda, deniz kenarında göründü.
Bazen tek bir kişiye, bazen iki üç kişiye, bazen onbir öğrencisine ve bazen büyük topluluklara, hatta bir keresinde beş yüz kişiye aynı anda göründü. Bunlar hayal olarak nitelendirilemez.
Onlarla buluştu, konuştu, hatta beraber yemek yedi. O’nu gördüler, O’na dokundular. Hayalet değildi. O, çarmıhta gündüz gözüyle gördükleri İsa idi. Ölümün izleri hâlâ ellerinde, ayaklarında ve böğründeydi. Aynıydı, ama farklıydı. Şimdi başka bir bedene sahipti, zamana veya mekâna yenilmeyen bir bedene…
Havarilerdeki olağanüstü farkı başka hiç bir şey açıklayamaz.
İsa’nın beklenmeyen ölümüyle çok korkmuş, hayal kırıklığına uğramış ve kendilerini çaresiz hissetmişlerdi. Ama birden mutlu ve güven dolu insanlar oluvermişlerdi.
Pazarlarda rahat dolaşıp korkmadan İsa’nın ölümden dirildiğini, yaşadığını, ölümü ve günahı yendiğini söylüyorlardı.
İşte böylelikle İsa’nın sıradan bir adam değil de, Tanrı’nın kendisi olduğunu anladılar.
İşte bu yüzden Hıristiyan imanı bu kadar uzağa çabuk bir şekilde yayılıyor ve farklı geçmişten, ülke ve kültürden insanlar, İsa’ya Tanrı olarak tapıyor.
O yaşıyor ve bunu yaşadıkları deneyimlerle biliyorlar.

1 cevap

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın