Geride Bıraktığınız Şeylere Dönüp Bakmayın

23 Temmuz 2017

Rab’bin gelişinin yaklaştığı günlerde, yani son çağda yaşıyoruz. İsa Mesih’in göğe alındığı zamandan bu yana geçen yaklaşık 2000 yıl boyunca imanlılar her zaman son çağda yaşadıklarının bilincine sahiptiler. Rab’bin geri geleceği İsa Mesih’in göğe alınırken meleklerin uyarısıyla başladı.

Elç. 1:10
İsa giderken onlar gözlerini göğe dikmiş bakıyorlardı. Tam o sırada, beyaz giysiler içinde iki adam yanlarında belirdi. “Ey Celileliler, neden göğe bakıp duruyorsunuz?” diye sordular. “Aranızdan göğe alınan İsa, göğe çıktığını nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir.”

Bu andan itibaren Rab’bin imanlıları göğe alması için bekleyiş başladı. Kutsal Ruh aracılığıyla vahiy alan Elçi Pavlus, Petrus ve diğer elçiler bütün mektuplarında ve vaazlarında imanlılara her zaman bir aciliyet içinde hazır olmaları konusunda çeşitli defalar uyarılarda bulundular. Bu yüzden imanlılar her dönemde Rab sanki bugün gelecekmiş gibi yaşadılar, çünkü Rab onları bu şekilde uyarmıştı,

Luk 12:39-40
Ama şunu bilin ki, ev sahibi, hırsızın hangi saatte geleceğini bilse, evinin soyulmasına fırsat vermez. Siz de hazır olun. Çünkü İnsanoğlu* beklemediğiniz saatte gelecektir.”

Tıpkı hırsızın ne zaman geleceğini bilemeyeceğimiz gibi Rab’bin günü de beklenmedik saatte gelecek. İşte bu nedenle hazır olmamızı buyurdu. Gerçekten de Rab’bin geleceğini biliyoruz, son zamanlarda yaşadığımızı biliyoruz, ama tam olarak ne zaman geleceği konusunu Rab bir sır olarak sakladı. Bunu Gökteki Baba’dan başka kimsenin bilmediğini söyledi. Eğer bir olayın tam gerçekleşeceği zamanı bilmiyorsanız, elbette her zaman uyanık olmanız gerekir. Örneğin bu nedenle askerler kulelerde ya da karargahlarla her zaman nöbet tutarlar. Acil bir durumun ne zaman olacağı belirsizdir, çünkü..O zaman bize düşen de tıpkı askerler gibi her gün Rab gelecekmiş gibi hazır bir şekilde nöbet tutmak olmalıdır.

Rab 5 akıllı 5 akılsız kız benzetmesinde  ve güvenilir köle benzetmelerinde de aynı şeyi bize öğretiyor. Peki Hazır olmak ne demek ve nasıl hazır olmalıyız? Hazır olmak için nasıl bir tutum içinde olmalıyız? Bu soruları Rab’bin sözlerine bakarak birlikte değerlendireceğiz.

Luk 17:23-33
Şimşek çakıp göğü bir ucundan öbür ucuna dek nasıl aydınlatırsa, İnsanoğlu kendi gününde öyle olacaktır. Ama önce O’nun çok acı çekmesi ve bu kuşak tarafından reddedilmesi gerekir.”Nuh’un günlerinde nasıl olduysa, İnsanoğlu’nun günlerinde de öyle olacak. Nuh’un gemiye bindiği güne dek insanlar yiyip içiyor, evlenip evlendiriliyorlardı. Sonra tufan gelip hepsini yok etti. Lut’un günlerinde de durum aynıydı. İnsanlar yiyip içiyor, alıp satıyor, tohum ekiyor, ev yapıyorlardı. Ama Lut’un Sodom’dan ayrıldığı gün gökten ateşle kükürt yağdı ve hepsini yok etti. “İnsanoğlu’nun ortaya çıkacağı gün durum aynı olacaktır. O gün damda olan, evdeki eşyalarını almak için aşağı inmesin. Tarlada olan da geri dönmesin. Lut’un karısını hatırlayın! Canını esirgemek isteyen onu yitirecek. Canını yitiren ise onu yaşatacaktır.

Rab İsa, öğretilerinde Eski Antlaşma’da öyküsü ya da adı geçen bazı kimselerden bahseder. Örneğin Yunus’tan Süleyman’dan, Nuh’tan, İbrahim’den ya da Davut’tan çeşitli ayetlerde söz ediyor. Daha başkaları da var. Ancak özellikle bir kişi var ki ibretlik olarak izleyicilerine  Rab onu hatırlatıyor. Kimi? Lut’un karısını hatırlatıyor. Lut’un karısıyla ilgili hatırlamamız gereken şey neydi?

Yaratılış 19. bölümde bu hikaye anlatılıyor:

Yaratılış 19
İbrahim’in yeğeni Lut İbrahim’den ayrılıp Sodom’a yerleşmişti. Ailesiyle birlikte günahın zirve yaptığı bu kentte yaşıyordu. Rab Sodom’u yargılamaya karar verdiğini İbrahim’e açıkladı ve bunun üzerine İbrahim Lut için Rab’be aracılık ederek canını bağışlamasını istedi. Böylece Sodom’dan Rab’bin gönderdiği melekler tarafından aceleyle çıkarıldılar, çünkğ Rab’bin yargısı artık bu kentin üzerine gelmek üzereydi. Kaybedecek bir dakika bile kalmamıştı. Rab’bin melekleri arkalarına bakmadan, ovada durmadan dağa kaçmalarını söyledi, yoksa öleceklerdi. Lut ağır davranmasına ragmen Rab ona acıdı. Böylece Lut ve ailesi yakınlardaki Soar adlı küçük bir kente kaçtılar.

RAB Sodom ve Gomora’nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı. Bu kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti. Ancak Lut’un peşisıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi.

Bu noktada Lut’un karısını düşünelim. Sodom gibi günaha teslim olmuş bir kentte yıllarca yaşadıktan sonra yaklaşan felaketten kurtulmak için zorla dışarıya çekilen birisiydi. Ve geriye dönüp baktığı zaman tuz kesiliyor. Onun ne ismini, ne yaşını ne de hangi milletten olduğuyla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz. Ama onun başına gelenlerden öğrenecek çok dersler var. Ayette geçen “dönüp geriye bakınca” ifadesinin İbranicesi sadece omzunun üzerinde geriye göz gezdirmekten daha fazla bir anlam içerir. “Düşünmek, dikkatini vermek, değerli saymak” anlamındadır. Diğer bir deyişle, Lut’un karısı bir taraftan günah dolu hayatından kurtulurken diğer yandan da geride bıraktığı geçmişe dikkatini veriyor, değer verdiği şeyleri düşünerek yas tutuyordu. Tanrı o iğrenç kenti yok ederken Lut’un karısı kaybettiği şeylerin arkasından özlemle bakakaldı. Kendisini o kentle özdeşleştirmişti, ona değer vermişti ve Tanrı’nın sözünü dinlememişti. Bu nedenle tuz kesildi. İbranice metinde “tuz direği” oldu diyor. Tanrı onun canını herhangi bir şekilde alabilirdi, ama onu kalıcı bir ibretlik anıt olması için tuz direğine çevirdi. Tuz direği kötülüğe ve günaha özlem çekmenin acı sonunu bize hatırlatıyor. Aslında İsa Mesih’in günlerinde Lut Gölü civarında Lut’un karısı diye bilinen bir tuz direği vardı ve Rab İsa bu ayette öğrencilerine aynı zamanda o direği de hatırlatıyordu. Lut Gölü bölgesinde buna benzer tuz direkleri hala var.

Lut’un karısının yaptığının tam karşıtını yapan, yani geriye dönüp bakmayan, arkada bıraktıklarına özlem duymayan ve Rab’bin beğenisini kazanan bir başka kadını hatırlatmak istiyorum. Bu kadın Rut.

Ruh 1:14-17
Gelinler yine hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sonunda Orpa kaynanasını öpüp vedalaştı, Rut’sa ona sarılıp yanında kaldı. Naomi Rut’a, “Bak, eltin kendi halkına, kendi ilahına dönüyor. Sen de onun ardından git” dedi. Rut şöyle karşılık verdi: “Seni bırakıp geri dönmemi isteme! Sen nereye gidersen ben de oraya gideceğim, sen nerede kalırsan ben de orada kalacağım. Senin halkın benim halkım, senin Tanrın benim Tanrım olacak. Sen nerede ölürsen ben de orada öleceğim ve orada gömüleceğim. Eğer ölümden başka bir nedenle senden ayrılırsam, RAB bana daha kötüsünü yapsın.”

Rut, Naomi’nin gelini olduktan sonra artık yeni ailesinin hem fiziksel hem de ruhsal olarak adanmış bir üyesi olmayı seçti. KOcası öldükten sonra eltisi gibi Naomi’yi bırakabilirdi. Bir bağlılık hissetmeyebilirdi Ama o ileriye, geleceğe bakmayı seçti. Tanrı’nın onun hayatı için bir planı, bir çağrısı olduğunu anladı. Bu çağrıya boyun eğdi. Geçmişini inkar etti, ondan nefret etti. Kendisi Moavlıydı, halkını geride bıraktı, İsrail halkını halkı olarak benimsedi; Moav ilahı iğrenç Kemoş’u reddetti. İsrail’in Tanrısı kutsal RAB’be taptı. Rab onu kurtarırken o geride bıraktıklarına bakmadı, çünkü günahtan nefret ederek TAnrı’nın kutsallığına yürümenin sevincini deneyim etti. Ve Sonunda ödülünü Rab’den aldı. Lut’un karısından alacağımız bir uyarı varsa, bunun karşılığında Rut’tan alacağımız bir ders de var.

İbraniler Mektubu’nda Eski Antlaşma’daki imanlıları anlatıyor ve onlarla ilgili şuönemli tespiti yapımaktadır.

İbr. 11:13-16
Bu kişilerin hepsi imanlı olarak öldüler. Vaat edilenlere kavuşamadılarsa da bunları uzaktan görüp selamladılar, yeryüzünde yabancı ve konuk olduklarını açıkça kabul ettiler. Böyle konuşanlar bir vatan aradıklarını gösteriyorlar. Ayrıldıkları ülkeyi düşünselerdi, geri dönmeye fırsatları olurdu. Ama onlar daha iyisini, yani göksel olanı arzu ediyorlardı. Bunun içindir ki, Tanrı onların Tanrısı olarak anılmaktan utanmıyor. Çünkü onlara bir kent hazırladı.

Burada imanlıların nasıl yaşadıklarını görüyoruz. Yeryüzünde yabancı ve konuk olduklarını açıkça kabul ettiler ve yeni vatanlarına doğru ilerlediler. Ve bunu yaparken çok önemli bir şey yaptılar. 15. Ayette ne yaptıklarını söylüyor! Ayrıldıkları ülkeyi düşünmediler. Eğer ayrıldıkları ülkeyi düşünselerdi, geri dönmeye fırsatları olurdu. Ayrıldığımız ülkeyi düşünmemeli, ona değer vermemeli, geriye bakmamalı, kısaca ayrıldığımız ülkeyi unutmalıyız.. Çünkü düşünmek ancak benliğe fırsat verecektir. İlk zorlukta ya da sorunda geri dönmek için bize ayartıcı düşünceler getirecektir. Bizler ayrıldığımız ülkeyi iyi biliyoruz, o ülkede karanlıkta ve çaresiz olduğumuzu hatırlıyoruz .Şimdi utandığımız şeylerden hiçbir kazancımız olmadı ve onların sonu ölümdür. Şimdi ise Tanrı’ya şükrediyoruz yeni vatanımız için. Göksel olanı arzuluyoruz. Lut’un karısı neden geriye baktı, çünkü ayrıldığı ülkeyi düşündü. Göksel olanı arzulamadı. Yüreğinde değer verdiği günahlı ve utanç dolu hayata özlem duyması onu ölüme götürdü.

Bu konuda sevgili elçi Pavlus ne yapıyor:

Flp. 3:13-15
Kardeşler, Ancak şunu yapıyorum: Geride kalan her şeyi unutup ileride olanlara uzanarak, Tanrı’nın Mesih İsa aracılığıyla yaptığı göksel çağrıda öngörülen ödülü kazanmak için hedefe doğru koşuyorum. Bunun için olgun olanlarımızın hepsi bu düşüncede olsun.

Ruhsal hayattaki olgunluğun bir ön şartı geride kalanları unutup ileride olanlara uzanmaki hedefe doğru koşmaktır.

Kardeşler, düşüncemizin Tanrı’ya göre yenilenmesi şarttır. Yeni yaşamımızı eski benliğe dayalı düşüncelerle, geçmişe bakarak yaşayamayız. Kutsal Ruh’a tabi olarak yeni düşüncelerle Rab’bi tanımadan önceki günahlı hayatımızdan nefret edelim. Çünkü Tanrı ondan nefret etti ve onu yıktı. Eğer eski hayatımız RAb’bi hoşnut ediyor olsaydı, tövbe etmemiz anlamsız olmaz mıydı? O zaman Yeniden doğmamız gereksiz olmaz mıydı? Ama Rab bizi tövbe etmeye, Kutsal Ruh’tan yeniden doğmaya ve yeni  ve kutsal bir yaşam sürmeye çağırdı. Tanrımız’ın düşüncelerine sahip olmak ve gerçek doğruluk ve kutsallıkta O’na benzer bir yaradılışı giyinmek gibi çok yüce bir davet aldık.

Rabbimiz kendi çağırdığı bu yeni yaşama geçmişimizdeki değersiz şeyleri taşımamızı istemiyor kardeşler. Tanrımız günahtan nefret ediyor ve günah O’na acı veriyor. Günahın Tanrı’ya acı verdiğini İsa Mesih’in çarmıhında görüyoruz. İsa, nefret ettiği günahları çarmıhta alçalarak üzerine aldı ve bu nedenle en büyük fedakarlığı yaptı. Şimdi Rab’le birlikte dirildiğimize ve yeni yaşama geçtik. Öyle ki hiçbir şekilde geçmişe özlem çekmeyelim, ve geride bıraktığımıza değer vermeyelim. Tanrı’nın yok ettiği ve nefret ettiği şey değerli olabilir mi? Sodom değerli olabilir mi? Gomorra değerli olabilir mi? Ateşle vurulması ve yok edilmesi artık an meselesi olan yargıya müstehak bu yozlaşmış dünya hayatı değerli olabilir mi? Hayır olamaz. Tanrı ile bu konuda aynı fikirde olmalıyız. Düşünce değişimi budur. Tanrı’nın nefret ettiği, yok ettiği şey asla  bizim için iyi ya da özlenilecek bir şey olamaz. Bu konuda Tanrı’yla ters düşenleri, Tanrı’nın iğrenç saydığı ve yok etmemizi buyurduğu şe Şeytan ve dünya yutacaktır, çare yok.

Mez. 45: 10-11
Dinle, ey kral kızı, bak, kulak ver, Halkını, baba evini unut. Kral senin güzelliğine vuruldu, Efendin olduğu için önünde eğil.

Rab bizi seviyor, Mesih’e ait olduğumuz için O’nun güzelliği ve görkemi bizi kuşatıyor. Tanrı’nın değerli çocukları, O’nun öz halkıyız. Biz Lut’un karısı gibi değiliz, Kral kızıyız. Mesih’in görkemine bürünmüş geliniyiz. Mezmur 45’te dediği gibi, bunun için bizim için artık halkımızı, baba evimizi unutma zamanı gelmiştir.  Mesih’te sahip olduğumuz güzellil içinde Kral’a Efendimiz olarak hizmet etmek en büyük zevkimizdir. Rab’be ait olmanın anlamı budur.

Dirisu Kilisesi

Alper Özharar

Tanrı’ya Adanmışlık

18 Haziran 2017

Sevgili kardeşler,

Tanrımız’ın sözünde yaşamımız için çok zengin hazineler bulunduğunu biliyorsunuz. Rab’bin lütfuyla bu hazineleri ortaya çıkararak beslenmek ve kutsallıkta, alçakgönüllülük ve sevgide büyümek için Tanrı’nın sözlerini daha derinden anlamaya çalışıyoruz. Çünkü bu sözler canımıza besindir. Kutsal Kitap’ımızda Tanrı’nın sözleri peygamberlerin aracılığıyla yazıya geçen şiirler, düz yazı, benzetmeler, mecazi anlatımlar gibi çeşitli edebi formlarda bulunur. Ayrıca Kutsal Kitap’ta bazı insanların tarihi öyküleri yer alır. Rab’bin seçtiği, O’na umut bağlayan insanlarla nasıl ilgilendiğini, onlarla nasıl bir ilişki kurduğunu, egemenliği için onları nasıl kullandığı hakkındadır. Bu öyküler, yaşanmış gerçek olaylardır ve Tanrı’nın bir zamanlar bu iman adamlarının ve kadınlarının hayatında nasıl doğaüstü biçimde çalıştığını bize öğretmektedir. Örneğin Ester, Musa, Yusuf, İbrahim gibi insanların öykülerini okuyoruz. Peki binlerce yıl önce bize uzak diyarlarda yaşamış ve sonra ölmüş insanların hayatlarından bize ne? Onların hayatlarından ne öğrenebiliriz diye düşünmemiz doğru olur mu? Asla. Çünkü bu öyküler özel bir amaç ile buraya yerleşmiştir. Bu öyküler Tanrı’nın egemenliğiyle ilişkili insanların öyküleri olduğu için bize örnek ya da ibret olsun diye bunları bilmemiz ve çalışmamıza gerekir.

O nedenle bugün Tanrı’nın peygamberi Samuel’den ve özellikle de annesi Hanna’dan biraz söz edeceğim. Biliyorsunuz Samuel İsrail halkının büyük bir peygamberiydi ve hakimler döneminin sonlarında yaşadı ve Rab tarafından seçilerek peygamber olarak görevlendirildi. Kral Saul’dan önce İsrail’i yöneten son hakimdi. Musa gibi o da Tanrı’nın halkı için RAB’be yakarır ve yalvarırdı. Bu konuda RAB onu övüyor ve örnek gösteriyor: Örneğin 99. Mezmurda şöyle diyor:

Mezmurlar 99
Musa’yla Harun O’nun kâhinlerindendi, Samuel de O’na yakaranlar arasında. RAB’be seslenirlerdi, O da yanıtlardı.

Bu kadar büyük bir Tanrı adamının öyküsü ilginçtir ki annesi Hanna hakkında uzunca bir  bölüm ile başlar. 1. Samuel’I okuyalım:

1Sa 1:1-7
Efrayim dağlık bölgesindeki Ramatayim Kasabası’nda yaşayan, Efrayim oymağının Suf boyundan Yeroham oğlu Elihu oğlu Tohu oğlu Suf oğlu Elkana adında bir adam vardı.Elkana’nın Hanna ve Peninna adında iki karısı vardı. Peninna’nın çocukları olduğu halde, Hanna’nın çocuğu olmuyordu. Elkana Her Şeye Egemen RAB’be tapınıp kurban sunmak üzere her yıl kendi kentinden Şilo’ya giderdi. Eli’nin RAB’bin kâhinleri* olan Hofni ve Pinehas adındaki iki oğlu da oradaydı. Elkana kurban sunduğu gün karısı Peninna’ya ve oğullarıyla kızlarına etten birer pay verirken, Hanna’ya iki pay verirdi. Çünkü RAB Hanna’nın rahmini kapamasına karşın, Elkana onu severdi.  RAB Hanna’nın rahmini kapadığından, kuması Peninna Hanna’yı öfkelendirmek için ona sürekli sataşırdı.  Bu yıllarca böyle sürdü. Hanna RAB’bin Tapınağı’na her gittiğinde kuması ona sataşırdı. Böylece Hanna ağlar, yemek yemezdi.

Elkana Hanna’yı daha çok seviyordu ancak çocuğu olan Peninna, çocuksuz Hanna’ya sürekli sataşıp onu aşağılıyordu. Hanna’nın durumunu hayal etmeye çalışın. Çocuksuz olmanın utancı içinde yaşayan, sürekli yaslı gezen, gözü yaşlı, üzüntüden yemek yemeyen bir kadındı. Çocuk sahibi olarak kumasının alaylarından kurtulmak ve bu utançtan kurtulmak için tek umudu Rab’di. Bu durum yıllarca sürdü, yıllardır tapınmak için Şilo’ya geliyor, dua ediyor ama bu sıkıntısı için Rab’den bir cevap alamıyordu. Bir yıl gene Rab’be tapınmak için Buluşma Çadırı’nın olduğu Şilo’ya gittiler. Hanna tekrar dua etti. Ama bu kez durum çok farklıydı. Okuyalım.

1Sa 1:10
Hanna, gönlü buruk, acı acı ağlayarak RAB’be yakardı ve şu adağı adadı: “Ey Her Şeye Egemen RAB, kulunun üzüntüsüne gerçekten bakıp beni anımsar, kulunu unutmayıp bana bir erkek çocuk verirsen, yaşamı boyunca onu sana adayacağım. Onun başına hiç ustura değmeyecek.”

Yıllardan beri Hanna, bir oğula ihtiyacı olduğunu düşünerek kendisini bu utançtan ve sıkıntıdan kurtarması için Tanrı’ya dua etmiştir. Ama bütün bu yıllar boyunca Rab onun dualarına yanıt vermedi. Ancak bu kez Hanna, Rab’be farklı bir şekilde yaklaşıyor. Hanna artık gücünün son noktasına gelmiş. Gönlü buruktu ve acı acı ağlayarak Rab’bin önünde kendisini alçalttı. Ve Bu sefer kendi ihtiyacı için dua etmedi. Pennina’yı kıskandığı için dua etmedi. Bir çocuk sahibi olarak Peninna’na karşısında başı dik durmak ve eşe dosta karşı gururlanmak için dua etmedi. Kocasından daha çok sevgi ya da saygı görmek için de dua etmedi. Benlikten gelen bir tutkuyla, insanların beğenisini kazanmak amacıyla dua etmedi. Bunun yerine nasıl dua etti? Kendisini hiçe sayarak Tanrı’nın yüceliği için dua etti Kendisini Tanrı’ya bir kurban olarak sundu ve Tanrı’nın yüceliği için kendi bedenini kullanmasını istedi.  Eğer bir çocuk sahibi olursa onu Rab’be adayacağını, Rab’bin hizmetine vereceğini, yani doğacak çocuktan vazgeçeceğini beyan etti.  Bu kez kendi ihtiyacına ve sıkıntısına odaklanmayı reddetti. İsrail halkının ruhsal ihtiyacına, Tanrı’nın halkına odaklandı. O dönemde İsrail’de büyük bir ruhsal kıtlık vardı. Tanrı’nın halkı yoldan çıkmıştı. Kahin Eli ve oğulları kutsallığa önem vermeyen kişilerdi. Tanrı’dan görümler ve rüyalar gelmiyordu. Musa’nın günlerinden beri İsrail halkına güçlü bir peygamber gelmemişti. Hanna halkın içinde bulunduğu ruhsal kıtlığa karşı Tanrı’ya adanmış bir erkek çocuk için dua etti. Çocuğun başına ustura değmeyecek yani, tamamen Rab’be adanmış Nezir yemini etmiş bir önder olacaktı.  Tanrı’nın isteğine tamamen uygun bir adak adadı.  Yakarışları kendi ihtiyacı yerine Tanrı’nın isteğine odaklandı. Bunun sonucunda Rab duasını duydu ve Samuel dünyaya geldi. Hanna adağını yerine getirdi ve çocuğu sütten kesildikten sonra Tanrı’nın çadırına onu bıraktı. Samuel Rab’bin hizmetinde büyüdü, tüm İsrail’in saygısını kazanan büyük bir Tanrı adamı oldu. İsrail’i uzun yıllar barış ve adaletle yönetti ve kral Davut’u meshetti. İşte Tanrı’ya adanarak edilen içten bir dua sonucunda büyük bir Tanrı adamı yetişti.

Burada bizler için ruhsal ders vardır. Tanrı’ya ilk yeri vermenin, O’nun isteğinin gerçekleşmesinin Tanrı’nın egemenliğinde bir yasa olduğunu görüyoruz. Bizim bereketlenmemizin birinci koşulu budur.  Rab’den isteyeceğimiz her şeyi önce Tanrı’ya sunmalıyız, O’na adamalıyız. Tanrı, halkının övgüleri üzerine tahtını kurmuş ve halkının sunduğu kurbanlar aracılığıyla egemenliğini ilerletmektedir. Hanna, doğacak çocuğunu Tanrı’ya teslim ettiğinde Tanrı’yı yüceltmiş oldu ve bereketlendi, kısırlığı şifa buldu. Tanrı’ya adadığı çocuk yerine Tanrı Hanna’ya üç erkek iki kız çocuk daha verdi.

O yüzden isteklerimizi önce Tanrı’ya sunmalıyız, Tanrı’ya adamalıyız. Bu yüzden ne zaman kendi benliğimizden doğan isteklere odaklanırsak Tanrı bu tür duaları işitmeyi reddediyor. Yakup Mektubu bu konuda açıkça uyarmaktadır: “Elde edemiyorsunuz, çünkü Tanrı’dan dilemiyorsunuz. Dilediğiniz zaman da dileğinize kavuşamıyorsunuz. Çünkü kötü amaçla, tutkularınız uğruna kullanmak için diliyorsunuz.” Tanrı’nın yüceliği ve egemenliği yerine kendi tutkularımız, kötü amaçlarımız için dilediğimiz dileklere erişemeyiz. O zaman dileklerimizi iyi amaçla, yani Tanrısal tutkular uğruna kullanmak için dilemeliyiz. Rabbimiz dua etmeyi öğretirken doğru sıralamayı açıklamıştır:

Mat 6:9-10
“Bunun için siz şöyle dua edin: ‘Göklerdeki Babamız, Adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de Senin istediğin olsun.”

Tanrı’ya her zaman ilk yeri vermemiz gerektiği dualarımızda görülmelidir. Tanrı’nın egemenliği ve adının kutsallığı için olan dualarımızı Rab Hanna’nın duası gibi işitecektir.

Dirisu Kilisesi

Alper Özharar

İman Gözlerimiz

30 Nisan 2017

Sevgili kardeşler,

Bu dünyayı tarif etmek istesek pek çok şey aklımıza gelebilir. Kötülük, günah, adaletsizlik vs. gibi birçok kavram gelecektir. Herkes bu kavramlarda hem fikir olmayabilir. Ancak Bunların arasında bir tanesi var ki, imanlı olsun ya da olmasın bunda herkes hemfikir olacaktır: bu dünya geçicidir. Evet, aksini düşünen var mı. Bu dünyanın kuruluşundan beri hâlâ hayatta olan biri var mı? Elbette yok, çünkü günah aracılığıyla ölüm gelmiştir ve her şey geçicidir..Tanrı’nın sözünde pek çok yerde bu gerçek tekrarlanır: Örneğin:

Yak.4:13
…Yaşamınız nedir ki? Kısa süre görünen, sonra yitip giden buğu gibisiniz. Ya da

(Mez.144
“İnsan bir soluğu andırır, Günleri geçici bir gölge gibidir.”

Gerçekten tüm insanlık dünyanın geçici olduğunu, dünya üzerinde sürülen hayatın bir gün sona ereceğini biliyorlar. Ancak gene de Tanrı’ya iman etmeyen kimseler geçici olan dünyayı severek tüm umutlarını, imanlarını ona bağlıyorlar. Çünkü imansız kişilerin gözleri açılmamış ve onlar Tanrı’nın yüceliğini ve sonsuz gücünü görmemişlerdir. Bunun temel nedeni bu çağın ilahı olan İblis’in insanların zihnini kör etmesidir.

Hamdolsun durum bizim için böyle değildir. Rab dedi: “Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak”.. Böylece gerçekle özgür kılınmış kişi yeni bir yaratık olur ve bu dünyanın geçici olduğunu idrak ederek artık bu dünya için yaşamaz. Bu dünya için iman etmez ve geçici şeyler için çaba harcamaz.

Tanrı’ya iman etmek, bize şifa veriyor kardeşler. Görüşümüze, hayata bakışımıza, zihnimize ve en önemlisi de yüreğimize şifa veriyor. Şimdi düşündüğümüzde geçici şeyler için yaşamak anlamsız geliyor Ancak bütün dünya böyle yaşıyor çünkü bütün dünya kötü olanın denetimindedir, bizse gerçek olandayız, O’nun Oğlu İsa Mesih’teyiz. O gerçek Tanrı ve sonsuz yaşamdır. Biz sonsuz yaşamı tanıyoruz ve geçici olan bu günahlı dünya hayatını hor görüyoruz. Bu asil ve kutsal yaşamı bize sağlayan Rabbimiz İsa Mesih’in Babası ve Tanrısı’na övgüler olsun. O’nun merhametiyle sonsuz bir yaşam sürmek ve geçici olana tutsaklıktan kurtulmak üzere yeniden doğduk. Böylece; Gözlerimizi görünen şeylere değil, görünmeyenlere çeviriyoruz. Çünkü görünenler geçicidir, görünmeyenlerse sonsuza dek kalıcıdır.

Demek ki kardeşler, ben bundan şu dersi çıkarıyorum. Gördüğümüz bu dünyaya ait aldatıcı her şey geçici ama gözlerimizle göremediğimiz Tanrı’ya ait gerçekler sonsuzluklar boyunca kalıcıdır. Eğer Biz gözlerimizi görünmeyenlere çeviriyorsak, onları görmek için bunu yapıyoruz. Görünmeyenleri nasıl görebiliriz? Görünmeyenleri görmek ne demektir?

Sevgili kardeşler, gözün ne kadar önemli bir organımız olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Gözümüze büyük önem veriyoruz, hatta bazı vecizelere bile konu olmuştur. Gözbebeği gibi değer vermek, gözümüz gibi bakmak, ya da sevdiğimiz bir kişiye iki gözüm filan gibi sözler söylenir. Rabbimiz de ne söyledi? ” Bedenin ışığı gözdür. Gözünüz sağlamsa, bütün bedeniniz aydınlık olur. Bedensel gözümüz dünyayı, yani görünen şeyleri görmek için bizim için vazgeçilmezdir. Onun sağlığına önem gösteririz, gözümüzde rahatsızlık varsa tüm hayat kalitemiz etkilenir, doktora gitmek, tedavi olmak ihtiyacı hissederiz. Hele körlük gerçekten çok zor bir durumdur.

Geçici olan görünen şeyleri görmek bu kadar değerliyse, o zaman görünmeyen kalıcı değerleri görmek daha ne kadar değerlidir. Gözlerimizi nasıl oluyor da görünmeyen şeylere çeviriyoruz? Gözlerimizi görünmeyenlere çevirebilmek iman ile mümkündür. Tanrımız ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in doğruluğu sayesinde elçilerinkine eşdeğer bir imana kavuştuk. Bize iman verilmeden önce aslında ruhsal ve kalıcı değerlere karşı kördük ama şimdi görüyoruz.

1.Pet. 1:5
Zaman sona ererken açığa çıkarılmaya hazır olan kurtuluşa kavuşasınız diye iman sayesinde Tanrı’nın gücüyle korunuyorsunuz.

1.Pet. 1:6
Bu nedenle şimdi kısa bir süre çeşitli denemeler sonucu acı çekmeniz gerekiyorsa da, sevinçle coşmaktasınız.

1.Pet. 1:7
Böylelikle içtenliği kanıtlanan imanınız, İsa Mesih göründüğünde size övgü, yücelik, onur kazandıracak. İmanınız, ateşle arıtıldığı halde yok olup giden altından daha değerlidir.

İmanımız sayesinde görünmeyenleri, kalıcı olan göksel değerleri görebiliyoruz. O zaman şunu rahatlıkla diyebiliriz: Bedensel göz önemliyse, imanımız bundan katbekat daha önemli değil mi? Çünkü imanımızla kalıcı olan değerleri görüyoruz. Bu nedenle imanımızın sağlıklı olması hayati bir konudur. İmanımız bozulduğunda, sarsıldığında, zayıfladığında görünmeyenleri görmekte zorlanırız ve sıkıntıya düşeriz. Kuşku bir iman hastalığıdır. Örneğin, Petrus İsa’nın buyruğu üzerine imanla suda yürüdü ama rüzgar güçlenince dalgalara baktı ve birden suya batmaya başladı, çünkü kuşku duymuştu. Ancak Davut Golyat’ı alt edeceğinden kuşku duymadı ve imanı sayesinde büyük bir zafer kazandı. Kutsal Kitap’ta hem zayıf iman hem de güçlü imanın pek çok örneği var.

Okuduğumuz ayetlerde iman sayesinde Tanrı’nın gücüyle korunduğumuzu okuyoruz. Kurtuluşa kavuşmak için imanımız bize Tanrı’nın korumasını sağlamaktadır. İmanımızın sağlığını kurtuluşa erişmek ve zaferli yaşam sürmek için mutlaka korumalıyız. Gözümüzün sağlığına nasıl dikkat ediyorsak, Tanrımız da iman gözlerimizin sağlıklı olmasını ister. Tanrımız’ı bu anlamda imanımızla ilgilenen göz doktorumuz gibi düşünebiliriz. Çünkü iman aracılığıyla bizi bereketler, bize lütfeder ve bizi kullanır. Sonraki ayetlerde acı çekmekten ve denenmekten söz ediyor. İman ile denemenin, çekilen acıların ne ilgisi olabilir? 7. Ayette acı çekmek ve denenmelerden geçerek imanımızın içtenliği kanıtlanır. İçtenliği kanıtlanan bir iman sağlıklı bir imandır.

Rab bizi denemelerden ve sıkıntılardan geçirerek imanımızı iyileştiriyor, arıtıyor. Zaten bu ayette altının arıtılması örneği verilmiştir. Altın toprağın derinliklerinden çıkartıldığında saf halde değildir, içerisinde başka madenlerle karışmıştır. Altın değerlidir ama topraktan çıkarıldığı haliyle saf olmadığından onu içindeki diğer metallerden arındırmak gerekir. O zaman daha değerlendir. Böylece altını ateşle terbiye ederler, diğer metalleri eritir ve altını arıtırlar. Altını su ve sabunla arıtamazsınız, sadece su ve sabunla üzerindeki kiri çıkartırsınız o kadar. Ateş olmadan içten bir arınma olmaz. Bizim de İç varlığımızda atamız Adem’den miras aldığımız bencillikler ve gurur vardır. Bunlar bizim içimizdeki imanımıza zarar veren, onun değerini düşüren kirli öğelerdir. Bunlardan ötürü insanlarla, zenginliğimize, çocuklarımıza, mal ya da mülke, içinde yaşadığımız ülkeye, devlet adamlarına, yani bütün o görünen geçici şeylere vs. bağlanabiliriz ve ancak bunlar Tanrı’nın istediği arı imanı bozar. Tanrı’nın bizi bunlardan arındırması gerekir ki imanımız O’ndan başkasına dayanmasın. Böylece geçici ve aldatıcı şeylerle sevinmeyelim, ama kalıcı olan gerçek Tanrı’ya bakalım ve O’nun için yaşayalım.

İşte sınanmalarımız imanımızı arıtmak için Tanrı’nın izin verdiği bir ateştir. Sınanmak ve denenmek bu nedenle bize acı verir, sanki ateşe düşmüş gibi hissediyoruz değil mi? Ancak sevgi ve iyilik Tanrısı’nın amacı bize isteyerek acı çektirmek değil, bu deneme yoluyla imanımızı saflaştırmaktır.

Arınan imanımız sağlıklı olur, görünmeyen şeyleri daha net görebilir ve sabırla dayanabiliriz. Arınan imanımızın sonucunda Rab’bin ışığını daha güçlü parlatırız, tadını daha iyi veririz. Arınan imanımız Rabbimiz’e hizmet etmek için de önemlidir. Dünyada iyi görüşe sahip olmayanların yapamayacağı bazı meslekler var. Örneğin, göz bozukluğuna sahip olanlar pilot olamazlar, çünkü pilotluk mesleğinde görüşün keskin olması hayati bir konudur. Aynı şekilde ruhsal yaşamda ancak güçlü bir imana dayanarak Rab’be hizmet edebiliriz. Çünkü;

İbraniler 11:6
“İman olmadan Tanrı’yı hoşnut etmek olanaksızdır”
  Ve

İbraniler 10:38
“Doğru adamım, imanla yaşayacaktır. Ama geri çekilirse, ondan hoşnut olmayacağım.”

İmanımız zayıflığında ise Tanrı’nın büyük vaatlerini ve kudretini görmekte zorluk çekeriz. Geri çekilebiliriz ve Tanrı bundan hoşnut olmayacağını söylüyor. Petrus gene şöyle diyor:

1.Pet. 4:12
Sevgili kardeşlerim, sınanmanız için size giydirilen ateşten gömleği, size garip bir şey oluyormuş gibi yadırgamayın.

Bunlardan geçmemiz garip şeyler değil, ama sınanmamız ve altın gibi çıkmamız için Tanrı’nın bizde bir iş yapmasının sonucudur. Rab halkını çeşitli ve garip gelecek yollarla deneyebilir. Varsılı yoksul, yoksulu varsıl edebilir. İman durumunu, yürek tutumunu ölçmek için farklı koşullardan geçirebilir. İnişlere çıkışlara, sıkıntı ve zulümlere, ya da saygın, toplumda övülen yerlere getirebilir. Çok zengin olan Eyüp yoksulluğa düştü, insanların takdirini kazanırken hor görülen, yalnız bırakılan biri oldu, ailesini kaybetti, sağlığını kaybetti..Fakat Eyüp’ün dediği gibi,  amacımız “Beni sınadığında altın gibi çıkmak” olmalıdır. Gerçekten de sonra Eyüp, bu imanının ödülünü yeryüzünde aldı. Biz ise daha büyük bir ödül bekliyoruz. Son ayette dendiği gibi İsa Mesih göründüğünde övgü, yücelik, onur kazanmayı bekliyoruz. Gerçekten bütün bunları düşündüğümüzde imanımızın arıtılmış olmasına ihtiyacımız var.

Yakub 2:5
Dinleyin, sevgili kardeşlerim: Tanrı, bu dünyada yoksul olanları imanda zenginleşmek ve kendisini sevenlere vaat ettiği egemenliğin mirasçıları olmak üzere seçmedi mi?

Demek oluyor ki, imanda zenginleşmemiz için seçildik. Bu zenginlik bizim mirasımızdır.

Hamdolsun ki, bütün bu denemeler ve acı çekmeler kısa bir süreliğinedir ve bu acıların içinde bile bizim için saklı bir sevinç vardır. Rom. 8:18’de elçi Pavlus’un bildirdiği gibi: bu anın acıları, gözümüzün önüne serilecek yücelikle karşılaştırılmaya değmez.

Sonsuzluğun yanında bu hayatın geçici acıları bir hiçtir. İşte imanla bu sonsuzluk perspektifini korumalı ve bu görüşümüze zarar veren geçici tutkulardan ve dünyadan ne pahasına olursa olsun kurtulmaya istekli olalım. Dört bir yandan kuşatıldığımız ayartılara hayır diyelim. Çünkü kendimize gökte servet biriktiriyoruz ve Rab’bin yanında ebediyen yaşamayı, kurucusu Tanrı olan temelli kenti ve oradaki kalıcı olan evimizi özlüyoruz. Tanrı’nın krallığı için çalışıyor, yeni bedenlerimizde ebediyen yaşayacağımız o krallığın sonsuz değerlerinin ardından gidiyoruz.

İmanımızın öncüsü ve tamamlayıcısı olan Rabbimiz imanımızı Ruhu’yla artırsın ve iman gözlerimizi keskinleştirsin. Tanrı’nın kalıcı vaatlerini  daha net gördükçe geçici şeylere olan her türlü bağlarımızdan özgür olalım.

Dirisu Kilisesi

Alper Özharar

Başlangıçtaki Sevgimiz

26 Mart 2017

Matta 22:35
“bir Kutsal Yasa uzmanı, İsa’yı denemek amacıyla O’na şunu sordu: “Öğretmenim, Kutsal Yasa’da en önemli buyruk hangisidir?” İsa ona şu karşılığı verdi: “‘Tanrın Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla seveceksin.’ İşte ilk ve en önemli buyruk budur.”

Ancak Tanrı’yı sevmemizin anlamı nedir? Eğer ilk ve en önemli buyruk bu ise bunu iyi anlamamız gerekiyor. Kutsal Kitap’ta Tanrı’yı sevmek dediğimizde ne anlıyoruz? Duygusal bir kelime ya da duygusal bir kavram mıdır? Ben Tanrı’yı sevdiğimi nasıl belli edebilirim.

Bizler bir zamanlar Tanrı’nın düşmanları olduğumuz günlerde Rab’bi sevmiyorduk. O’nu tanımıyor ve O’na ilgi göstermiyorduk. Dolayısıyla Tanrı’nın yasalarına da yabancıydık. Ancak Rab’be iman ettiğimi zaman bize verilen Kutsal Ruh aracılığıyla Tanrı’nın sevgisi yüreklerimize dökülmüştür.ve Ruh’un ürünü olan sevgi hem Tanrı’ya hem kardeşlerimize karşı sevgi üretti. Sevgimiz Kutsal Ruh’tan kaynaklanıyor. İşte bu nedenle sevmeyen ölümde kalır. Çünkü O’nda Kutsal Ruh’un ürünü yoktur. Sevgide yaşayan Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar. Yargı gününde cesaretimiz olsun diye sevgi böylelikle içimizde yetkin kılınmıştır. Hamdolsun Rab bizde bir sevgi işi yaptı. Sevildiğimizi biliyor ve biz de seviyoruz. Bundan sonra sevgide kökleşmiş ve temellenmiş olarak kalmak istiyoruz. Bunu yaparken Rab’bin uyarılarını mutlaka dikkate almak gerekiyor.

Efes Kilisesi’nin tarihini ele alalım. Elç. 20:31’de Pavlus’un onları Üç yıl boyunca, aralıksız, gece gündüz demeden, gözyaşı dökerek her birinizi nasıl uyardığını okuyoruz. Yani Efesli Hristiyanlar Pavlus gibi büyük bir imanlı öğretmenin ağzından yüzlerce vaaz dinlemişlerdir, değil mi? Bütün bu süre içinde Rab’bin aralarında olağanüstü işler ve mucizeler yaptığına tanık olmuşlardı. Elç. 19:11-17 Tanrı, Pavlus’un eliyle olağanüstü mucizeler yaratıyordu.  Şöyle ki, Pavlus’un bedenine değen peşkir ve peştamallar hasta olanlara götürüldüğünde, hastalıkları yok oluyor, kötü ruhlar içlerinden çıkıyordu. Efes’te bazı bazı Yahudiler de kötü ruhlara tutsak olanları Rab İsa’nın adını anarak kurtarmaya kalkıştılar. “Pavlus’un tanıttığı İsa’nın adıyla size emrediyoruz!” diyorlardı. Bunların arasında Skeva adlı bir Yahudi başkâhinin yedi oğlu da vardı.  Kötü ruh ise onlara şöyle karşılık verdi: “İsa’yı biliyor, Pavlus’u da tanıyorum, ama siz kimsiniz?” İçinde kötü ruh bulunan adam onlara saldırdı, hepsini alt ederek bozguna uğrattı. Öyle ki, o evden çıplak ve yaralı olarak kaçtılar. Bu haber, Efes’te yaşayan bütün Yahudiler’le Grekler’e ulaştı. Hepsini bir korku aldı ve Rab İsa’nın adı büyük bir saygınlık kazandı.

Elçisel dönemde en ayrıcalıklı kilise durumundaydılar. O dönemde Asya İli’ndeki en ruhsal ve öğretiş bakımından olgun topluluk kuşkusuz Efes’teydi. Pavlus, Efesliler’e yazdığı mektupta, diğerlerinin aksine, onların arasında gördüğü hiçbir öğretisel yanlışı düzeltmeye çalışmadı. Ancak Pavlus Efesli ihtiyarlara veda ederken onları uyardı. O gittikten sonra yırtıcı kurtların aralarına gireceğinden ve onların arasından da sapkın sözler söyleyenlerin çıkacağını söyledi.

Pavlus’un bu sözleriden sonra 1. yüzyılın sonuna gelindiğinde elçi Yuhanna’nın aldığı vahiyde Rab İsa Efes’teki kiliseyle ilgili şunu söyledi:

Vahiy 2:1-5
“Efes’teki kilisenin* meleğine yaz. Yedi yıldızı sağ elinde tutan, yedi altın kandilliğin ortasında yürüyen şöyle diyor: `Yaptıklarını, çalışkanlığını, sabrını biliyorum. Kötü kişilere katlanamadığını da biliyorum. Elçi olmadıkları halde kendilerini elçi diye tanıtanları sınadın ve onları yalancı buldun.  Evet, sabırlısın, adım uğruna acılara dayandın ve yılmadın. Ne var ki, bir konuda sana karşıyım: Başlangıçtaki sevginden uzaklaştın.  Bunun için, nereden düştüğünü anımsa! Tövbe et ve başlangıçta yaptıklarını sürdür. Tövbe etmezsen, gelip kandilliğini yerinden kaldırırım.

Evet, kilise hâlâ doktrin olarak doğru yoldaydı, bir sapma yoktu, acılara dayanıp yılmadılar. Elçi olmayıp sahte öğreti yayanları, kötü kişileri kabul etmediler. Çalışkan ve sabırlıydılar ama gene de ruhsal bakımdan uyarı aldılar. O kadar kötü ki, tövbe etmezlerse Rab gelip kandilliği kaldıracaktı. Peki suçları neydi? Başlangıçtaki sevgilerinden uzaklaşmışlardı. Tövbe etmeleri gerekiyordu.

Efes kilisesinin bize öğrettiği nedir? Efes, Grek dünyasında Artemis’in tapınağı olan putperestliğin büyük merkezlerinden biriydi. Efesli Hristiyanlar’ın çevresinde paganizm ve sahte öğretilerle dolu bir kültür vardı. Bu nedenle sahte öğretilere karşı çok duyarlı, sezgi ve sağduyu sahibiydiler Rab zaten bu yönlerini övüyor. Sahte öğretmenleri, elçileri, kötü kişileri hemen ayırt ediyorlardı. Gerçeğe bağlılıkta ve doğru öğretiyi yaymakta çalışkan ve gayretliydiler. Ancak Mesih’e ilk iman ettiklerindeki sıcaklığı ve tutkuyu kaybetmeye başladılar. Çalışkanlıkları Mesih’e olan sevgiden değil, iyi işlerden ve gerçeğe sahip olma motivasyonundan kaynaklanmaya başladı. Bir zamanlar sevgi ilişkisi dinsel bir çabaya, soğuk bir Ortodoks inanca dönüşüyordu.

Hataları işte bu oldu. Doğru öğretiyi duyurmak ve sahte öğretişleri düzeltmek için birçok fırsatları vardı, ama bunu Mesih’e sevgi olmadan yaparlarsa, yoldan çıkacaklardı. Bir zamanlar ilk iman ettiklerinde Kutsal Ruh yüreklerine döküldüğü zaman Mesih’i adanmışlıkla izlemek için tutkuluydular. Rab, halkında her zaman bu ilk tutkuyu, bağlılığı görmek istedi.

Yer. 2:2
“Git, şunları Yeruşalim halkına duyur. RAB diyor ki, “‘Gençliğindeki bağlılığını, Gelinliğindeki sevgini, Çölde, ekilmemiş toprakta Beni nasıl izlediğini anımsıyorum.

Rab bu ayette geçmişte İsrail halkının ilk Mısır’dan çıktıkları günlerdeki saf ve içten bağlılığı, sevgisini, çölde O’nu izlemelerini özlemle anıyor. Bugün Rab kilisesinden de O’nun ardından bu ilk bağlılıkla, ilk sevgiyle yürümemizi bekliyor.Efes kilisesi ve çağlar boyunca pek çok kilise Tanrı’nın onlara verdiği ilk sevgiden uzaklaştığı için gerçeği öğretse bile sevgisiz sadece din bazlı içi boş yapılara döndüler.Çevremizde bunların pek çok örneği var. Rab onların kandillerini kaldırdı, artık ışık vermez oldular. Öğretisel olarak doğru kaldılar, ama Mesih’i tanımama derecesinde O’na olan ilk sevgiden uzaklaştılar. Mesih’le diri bir ilişkiyi dinsel çabalara ve Ortodoks öğretiye değiştiler.

Pavlus Efes kilisesine yazdığı mektupta bu tehlikeyi önceden görerek bunu vurgulmıştı:

Efes. 4:15- 16
“sevgiyle gerçeğe uyarak bedenin başı olan Mesih’e doğru her yönden büyüyeceğiz. O’nun önderliğinde bütün beden, her eklemin yardımıyla kenetlenip kaynaşmış olarak her üyesinin düzenli işleyişiyle büyüyüp sevgide gelişiyor.”

Günümüzde kiliseleri çevreleyen kültür de Efes’tekine benzerdir. Sahte öğretişler ve putperestlik içinde yaşadığımız bu toplumda görülüyor. Hamdolsun, bizler de sahte öğretişlere karşı sezgili ve duyarlıyız, gerçeğe ve doğru öğretişe yürekten bağlıyız. Ancak gerçeğe olan bağlılığımız mutlaka Rab’be ve birbirimize olan Kutsal Ruh’tan kaynaklanan sevgiyle temellenmelidir. Gerçeğe uyarken ve savunurken her zaman ilk sevgiyle, ilk bağlılıkla hareket etmeliyiz. Çünkü bütün beden ancak sevgiyle gelişir. Rab’bin ışığı ancak bize verilen ilk sevgiyle çevremize iletilmektedir. Rab’bin amacı her şeyden önce bizi sevgisinde geliştirmektir. Çünkü bilgimiz, peygamberliğimiz ve öğretilerimiz ne kadar doğru olsa da sınırlıdır ve geçicidir. Ancak kalıcı olan şey nedir? Sevgi…

1. Korintliler 13’te yazdığı gibi:
“Peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem, her bilgiye sahip olsam,dağları yerinden oynatacak kadar büyük imanım olsa, ama sevgim olmasa, bir hiçim.”

Bu nedenle dikkat edelim: Mesih’e olan ilk sevgimizin yerini tek başına doğru öğretişler almamalıdır. Yaptığımız her şey Mesih’e olan sevgimizden kaynaklanmalı, motivasyon Rab’be sevgimiz olmalıdır. Bizi zorlayan Mesih’in sevgisi olmalıdır. İşlerimiz Sevgiyle kuşatılmış olmalıdır. Hiçbir doktrin Rab’bimize olan adanmış ilk sevgimizden daha önemli değildir. Gerçek ruhsallığın tek göstergesi – Gerçek olan İsa’nın sevgisinin tutkuyla yaşamlarımızda görülmesidir. Rab bize lütfetsin ve ilk sevgimizden uzaklaştığımız alanlarda tövbe etmemizi sağlasın. Rab bize sevgide yenilenme fırsatları versin.

Dirisu Kilisesi

Alper Özharar

İmanınızı Sıkıntılarda Güçlendirin

19 Mart 2017

Bugün size “İmanımızı nasıl güçlendirebiliriz?” konusunda paylaşmak istiyorum. İnsan hayatında çeşitli şiddetli fırtınalar kopmaktadır.  Bazen büyük ekonomik sorunlar, sağlık sorunları, ilişki konularından doğan sorunlar yüzünden fırtınalar koparken, yüreğimizin esenliğini kaybetmekle korku ve huzursuzluk içinde yaşamaktayız. Hiç beklemediğimiz deprem ve hortum gibi doğal afetler de bizim hayatımızı tamamen altüst edebilir. Böyle büyük fırtına zamanlarında imanımızı etkili bir şekilde yaşamamız gerekirken sanki hiç iman etmemişiz gibi korku içinde yaşıyoruz.

Büyük sorunlar karşısında güçlü bir imana sahip olursak yüreğimizdeki esenlik hiç bozulmadan yaşayabiliriz. Bunun en büyük örneğini Davut’un hayatında görebiliriz. Filistin ordusu ile Golyat önünde İsrail ordusundaki tüm askerler korkuya kapılırken, Rab’be tam güvenen Davut hiç korkuya kapılmadan imanla Golyat’la savaşarak onu yendi.

Mezmuz 3:3-6‘da Davut şöyle diyor;
“Ama sen Ya Rab çevremde kalkansın. Onurum başımı yukarı kaldıran sensin. Rab’be seslenirim yanıtlar beni kutsal dağından. Yatar uyurum, uyanır kalkarım Rab destektir bana. Korkum yok çevremi saran on binlerce düşmandan.”

Davut’un yaşayan diri imanına bakın. “Çevremi saran on binlerce düşmandan korkum yok” diyor. Çünkü Davut Rab’bin çevresinde kalkan olduğuna tam güvendiği için o kadar esenlikle dolu oluyor ki, “Yatar uyurum, uyanır kalkarım Rab destektir bana” diyebiliyor. Bizim hayatımızda da on binlerce sorunlar bizi sararken Rab’be güvenerek Davut gibi tam bir esenlik içinde yatıp kalkabilir miyiz? Nasıl Davut gibi yaşayan güçlü diri bir imana sahip olabiliriz? Hayatımızdaki büyük sorunları esenliğimizi yitirmeden nasıl imanla yenebiliriz? Tanrı’nın sözünde

1.Yuhanna 5:4
“Bize dünyaya karşı zafer kazandıran imanımızdır” diyor.

Kurtuluşun temeli imanla gerçekleşiyor. Ve Habakkuk,

Habakkuk 2:4
“Doğru kişi imanla yaşayacaktır.”

Doğru kişi şudur, Tanrı yolunda yürüyen kişidir. Yani Hanok gibi Tanrı ile yürüyen kişi imanla yaşıyor demektir. Ve Tanrı’yı hoşnut edende imandır diyor.

İbraniler 11:6
“İman olmadan Tanrı’yı hoşnut etmek olanaksızdır.”

Bu yüzden Hristiyanlar için iman çok önemlidir. İster İsa Mesih’e yeni iman etmiş olanlar olsun, ister İsa Mesih’e uzun süredir iman edenler olsun hepsi imanlarının güçlenmesini ister. Ama nasıl imanımızı güçlendirebiliriz? Çünkü imanla kurtuluyoruz, imanla mucizeler görüyoruz, imanla aklanıyoruz, imanla cennete gidiyoruz, imanla Tanrı’yla yürüyoruz, imanla dünyaya karşı zafer kazanabiliyoruz. İmanımızı nasıl güçlendirebiliriz konusunda bugün sizinle paylaşmak istiyorum.

1-Öğrencilere aniden gelen fırtınanın krizi;

Bugün okuduğumuz bölümde İsa’nın öğrencilerinin rastladığı iman krizine değinmektedir. Okuduğumuz bu bölüme bakınca sanki öğrencileri hiç imana sahip olmamışlar gibi İsa onları azarlamaktadır. “İmanınız nerede?” diye soruyor. İsa bütün gün öğrencileriyle birlikte köy kent dolaşarak Tanrı’nın egemenliğini duyurup müjdeliyordu, kötü ruhlardan ve hastalıklardan insanları kurtararak çalışıyordu.  Çok yorgun olunca sakin bir yer bulup dinlenmek için Celile gölünün karşı yakasına geçelim dedi. Teknede giderlerken İsa uykuya daldı, o sırada gölde fırtına koptu. Celile gölü normal seviyeden 300m aşağıda olduğu için beklenmeyen bir rüzgar esebilirdi. Bu öğrenciler balıkçı oldukları için bu gölün durumunu çok iyi bilen kişilerdi. Fakat o kadar büyük bir fırtına koptu ki sular tekneyi alabora etmeye başlayınca tehlikeli bir duruma düştüler. Gerçekten gölde veya denizde olsun büyük dalgalar olunca korkuya kapılırız. Bende Kuş adasından Patmos adasına giderken bu olayı yaşadım. Dalgaların boyu 3-4m olunca deniz suyu geminin içine giriyordu. Gemideki insanların hepsi bir süre panikleyip korktular. Öğrenciler hayati bir tehlikeye girince gidip İsa’yı uyandırarak efendimiz efendimiz bizi kurtar öleceğiz dediler. İsa kalkıp rüzgar ve kabaran dalgaları azarladı. Fırtına dindi, ortalık süt liman oldu. İsa öğrencilerine “Nerede imanınız” diye sordu. Sanki öğrencilerinde hiç iman yokmuş gibi imanınız nerede diye sormuştu. Hayati tehlike durumunda onu yenebilecek tek ihtiyacımız olan şey imandır. Ama olay anında hiç iman gösteremediler. Ölüm tehlikesinin önünde yüreğin esenliğine sahip olacak iman olmazsa iman neye yara? Tam imana ihtiyacımız varken imanımız niye etkin olmuyordu? Ama Davut ölüm tehlikesindeyken imanı etkiliydi. Yani çevremi saran on binlerce düşmandan hiç korkmam diyordu. Bizim imanımız da Davut’un imanı gibi diri bir şekilde neden işlemiyordu? Öğrenciler de büyük fırtına kopunca öyle korktular ki, efendimiz efendimiz bizi kurtar öleceğiz diye haykırdılar. O zaman Rab onlara, “İmanınız nerede?” diye sordu.

2-Öğrencilerde üç tür iman vardı, bunlar yararsızdı.

Öğrencilerin rastladığı bu olaylar bizim hayatımızda sık sık oluyor. Normal bir zamanda sanki güçlü bir imana sahipmişiz gibi yaşarız ama çözülmeyecek bir sorun yada hastalıkla karşı karşıya gelince korku ve kaygı içinde yaşarız. Böyle bir durumda imanımız faaliyete geçemiyor. Kendimize de imanımız nerede, neden kaygılanıyor, neden depresyona kapılıp neden korku içinde yaşıyoruz diye sormalıyız. Yaşayan diri bir imana nasıl sahip olabiliriz? Öğrencileri hiç imana sahip olmayan kişiler miydi? En azından İsa’nın öğrencileri 3 tür imana sahiptiler.

1)    Öğrenciler İsa’nın Tanrı’nın Oğlu ve Mesih olduğunu bilerek ve O’nun ardınca gidenlerdi. İman itirafına göre bütün işlerini bırakıp, aileyi bırakıp İsa’nın ardınca gidecek kadar adanmış kişilerdi. O dönemde İsrailliler arasında böyle imana sahip olan kişiler bulunmazdı. İsa Mesih’e olan imanları ne kadar büyüktü ki, öyle davranabildiler? Ama bu kadar büyük bir imana sahip olan öğrenciler bile, fırtına kopunca ölüm tehlikesi olan bu durumda onu yenebilecek bir imana sahip değillerdi. İsa kimdir? derken; İsa’m Tanrımdır, kurtarıcımdır diye mükemmel bir iman itirafları vardı. Fakat tehlike anında onları kurtarabilecek iman gücüne sahip değillerdi. Kişi iman itirafını ne kadar güzel yapsa da, kriz durumunda o imanı geçerli olmuyor. Bir şeylerin eksik olduğunu görüyoruz. Yani iman kuvvetle kanıtlanmıyordu. İmanımız sıkıntı günlerinde bizim gücümüz olarak etkili olmalıdır. Ama bu fırtına günlerinde öğrencilerin iman gücü etkili olmayınca Rab “İmanınız nerede?” diye soruyor.

2)    Öğrenciler de İsa Mesih’in onlarla birlikte olduğuna dair imanları vardı. Çünkü aynı gemi içindeydiler. İsa ile birlikte gidiyoruz diyen bu imanda etkili olamadı. İsa Mesih’e iman eden herkes bu imana sahiptir. Fakat fırtına önündeyken İsa Mesih’le birlikte olduğuna dair bu iman geçerli olamamıştı. “Efendimiz, efendimiz öleceğiz” diyerek korktular. Bizde gemiye, uçağa binerken Tanrımızın bizimle birlikte olduğuna dair iman itirafına sahibizdir. Rab yüreğimizdedir diye söyleriz. Anne ve babamız biz uzağa giderken Tanrı seninle birliktedir diye uyarmaktadır. Ama kriz ortamında imanımız işlemiyorsa bu iman diri bir iman değildir. Burada bir eksiklik vardır.

3)    Öğrenciler kriz durumunda İsa’yı çağıran imana sahiptiler. Fırtınadaki kabaran dalgalara karşı kendi çabalarıyla kendilerini kurtarmak istediler olmayınca “Efendimiz, efendimiz öleceğiz” diyerek İsa’yı uyandırdılar. Sadece kriz durumunda Tanrı’yı aramak gerçek iman mıdır? Buna gerçek iman diyemeyiz. Çünkü İsa’ya iman etmeyen herkes can tehlikesi durumunda içgüdüyle Tanrı’yı arar. Hayati tehlikeye düştüğünde Tanrı’yı aramayan var mı? Bu yüzden tehlikeli bir durumdayken Tanrı’yı arayan iman gerçek iman değildir, içgüdüden doğan imandır. Bu iman Tanrı’nın istediği iman değildir.

İsa benim Tanrım, kurtarıcım ve Mesih’imdir diyen iman itirafında bir eksiklik vardır. Rab’bin bizimle birlikte olduğunu söyleyen bu imanda bir eksiklik vardır. Yalnız tehlike durumunda Tanrı’yı arayan imanda eksiklik vardır. Sizde iman hayatınızda bu öğrencilerin deneyimlerini yaşadınız mı? Biz her zaman İsa benim Tanrım, kurtarıcım, kalkanım ve koruyucumdur diye itiraf ediyoruz. İsa’nın benimle birlikte olduğunu itiraf ediyoruz. Ama sıkıntı gününde neden esenlik içinde değil korku içinde yaşıyoruz? Büyük sorunlar karşısında hiç esenliğimizi bozmadan nasıl Davut gibi diri imanla dimdik durarak büyük sorunlara karşı zafer kazanabiliriz?

3-İmanımızı nasıl güçlendirebiliriz?

1)İsa’yı tanıdıkça imanımız güçlü olacaktır.

Burada imanımızı güçlendirecek bir sır vardır.

Luka 8:25
“Birbirine bu adam kim ki rüzgara suya bile buyruk veriyor onlarda sözünü dinliyor?” diyorlardı.

Bu ayet imanımızı güçlendiren anahtardır. Bu adam kim ki? Yani İsa Mesih kim ki, fırtınayı ve kabaran dalgaları dindiriyor? İsa Mesih kim ki, bizim günahlarımızı arındırıyor? İsa Mesih kim ki, bizi Tanrı ile barıştırıyor? İsa Mesih kim ki, bize sonsuz yaşam veriyor? İsa Mesih kim ki, ölüleri diriltiyor, cüzzamlıları temizliyor bütün hastaları iyileştiriyor? İsa Mesih kim ki, suyu şaraba çeviriyor? İsa Mesih kim ki, ölü insanları diriltiyor? İsa Mesih kim ki, gerçek Tanrı sonsuz yaşam ve diriliş benim diyor? İsa Mesih kim ki, bana iman eden yaptığım işleri yapacak, yaptığım işlerden daha büyüklerini de yapacak diyor? İmanımızı güçlendirebilmemiz için ne yapmalıyız? Bizim kurtuluşumuzun kaynağı, lütfun kaynağı, sonsuz yaşamın kaynağı olan Tanrı’nın bilgeliği, doğruluğu ve gücü olan Mesih’i tanımalıyız. O Mesih’le birlikte yaşamalıyız. O zaman Mesih’i tanıdıkça daha büyük imana sahip olabiliriz. İmanımızı güçlendiren anahtar bizi günahtan kurtaran Mesih’i tanımaktır. Bu yüzden Pavlus şöyle diyor:

Filipililer 3:7:9
“Benim için kazanç olan her şeyi Mesih uğruna zarar saydım. Dahası var uğruna her şeyi yitirdiğim Rab’bim İsa Mesih’i tanımanın üstün değeri yanında her şeyi zarar sayıyorum süprüntü sayıyorum öyle ki Mesih’i kazanayım… Mesih’e iman etmekle kazanılan iman sonucu Tanrı’dan gelen doğruluğa sahip olarak Mesih’te bulunayım.”

Burada açıkça anlıyoruz ki, Pavlus’un büyük imana sahip olmasının anahtarı, Mesih’i tanımaya ve Mesih’i kazanmaya çalıştığı için imanı büyüktü. Bizde Pavlus gibi Mesih’i daha tanıdıkça daha güçlü bir imana sahip olabiliriz.

2)O zaman İsa Mesih’i nasıl tanıyabiliriz?

İsa Mesih’in öğrencilerinin imanı ne zaman güçlü oldu? Pentikost gününde duadan sonra Kutsal Ruh ile dolduktan sonra oldu. Kutsal Ruh ile Mesih’i tanıdılar o zaman güçlü imana sahip oldular. Kutsal Ruh gelmeden evvel onların imanı zayıftı ve korku içindeydiler. Fakat Kutsal Ruh geldikten sonra hem güç aldılar hem de İsa Mesih’i tam tanıdılar. Bizim imanımızın güçlenebilmesi için Kutsal Ruh’un aracılığı ile İsa Mesih’i tanımalıyız. Kutsal Ruh aracılığı ile Tanrı’nın sözünü anlamalıyız. O zaman Kutsal Ruh’tan gelen güç ile Kutsal Ruh’tan tanıtılan Mesih’in gücüyle imanımız güçlenecektir.

3)İmanımızın güçlenmesi için Rab’bin vaat sözlerinin mutlaka gerçekleşeceğine iman etmeliyiz.

Luka 1:45
“İman eden kadına ne mutlu. Çünkü Rab’bin ona söylediği sözler gerçekleşecektir.”

Rab’bin bize söylediği sözün gerçekleşeceğine iman ettiğimiz zaman mutlu olacağız. Rab’bin sözü mucize yaratan bir sözdür. Bunu en iyi bilen de yüzbaşı idi. Onun hizmetçisi felç olmuş evde korkunç acı çekiyordu. İsa Mesih gidip onu iyileştireceğim dedi, ama yüzbaşı “Ya Rab evime girmene layık değilim. Yeter ki, bir söz söyle uşağım iyileşir” dedi. İsa duyduğu bu söze hayran kaldı. Şöyle dedi; “Ben İsrail’de böyle imanı olan biri görmedim.” Sonra İsa yüzbaşına; “git inandığın gibi olsun dedi ve uşak o anda iyileşti.” Rab’bin söylediği her sözün gerçekleşeceğine iman ettiğimiz zaman Rab işleyecektir. Siz Rab’bin sözünün gerçekleşeceğine iman ediyor musunuz? ‘İsa’nın kanı günahlarınızı bağışladı’ sözünün gerçekleşeceğine iman ediyor musunuz?

Markos 11:24
“Dua ile dilediğiniz her şeyi daha şimdiden aldığınıza inanın dileğiniz yerine gelecektir.”

Bu sözün hayatınızda gerçekleşeceğine inanıyor musunuz? Bize söylenen bu sözün gerçekleşeceğine iman eden onu görecektir. Rab size bereket versin.

Dirisu Kilisesi

Cucan Kim

Rab Yüreğe Bakar

22 Ocak 2017

1.Sa. 16:7
“RAB insanın gördüğü gibi görmez; insan dış görünüşe, RAB ise yüreğe bakar.”

Rab’bin bu sözü insanlar için temel bir öğretidir. Ve Rab’le ilişkimizde asla aklımızdan çıkarmamız gereken bir ilkedir. Bizim için bir rehber ayettir. Rab yüreğe bakar.

Yer 17:10
“Ben RAB, herkesi davranışlarına, Yaptıklarının sonucuna göre ödüllendirmek için Yüreği yoklar, düşünceyi denerim.”

Rab’bin yüreğe bakmasına geçmeden once Rab’bin dış görünüşe bakmaması ne demek olduğunu inceleyelim. Dış görünüş dediğimiz zaman iki türlü anlam var. Birinci anlam tip, biçim, boy, pos, duruş, kilo, renk vs. gibi bedensel niteliklerdir. Yani TAnrı hiçbir şekilde bir insanın bedensel durumuna bakmaz, bedensel durumuna gore kayırmaz, özel bir önem vermez. Örneğin okuduğumuz ayetin ilk kısmında  “RAB Samuel’e, “Onun yakışıklı ve uzun boylu olduğuna bakma” dedi”. Saul’dan bahsediyordu. Saul’un uzun boylu ve yakışlı olmasına bakmadı ve onu reddetti. Kuşkusuz Saul’un görünümü insanlar için cazipti, onun boylu poslu güçlü kuvvetli yakışlı biri olmasını bir krala yakıştırdılar. Ancak Tanrı onu kabul etmedi..Tanrı onun yerine yüreğe bakarak daha çelimsiz, kısa boylu Davut’u kral olarak seçti.

Dış dediğimizde ayrıca dışta yapılan hareketler, yapılan işler, davranışlardır. Yani dinsel ya da ahlaki işler, ibadetler vs. vermektir. Sadece dışa gore bakmak yetersizdir..Çünkü bunlar gizlide olanı bize göstermez.Bununla ilgili olarak Rab İsa şöyle dedi:

Mat 23:27-28
“Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz dıştan güzel görünen, ama içi ölü kemikleri ve her türlü pislikle dolu badanalı mezarlara benzersiniz. Dıştan insanlara doğru görünürsünüz, ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz.”

Ferisiler ve din bilginleri dıştan insanlara güzel ve doğru görünen sözde dindar davranışlar yapıyorlardı. yaptıkları işler Tanrı’ya makbul gibi görünüyor ve insanlara cazip geliyordu. Onları Tanrı’nın yüksek bir önem ve mevki verdiği özel insanlar saydılar. Ancak Tanrı bunların ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardı.

“RAB insanın gördüğü gibi görmez; insan dış görünüşe, RAB ise yüreğe bakar.”

Bizim için önemli olan Rab’bin düşüncesi ve Rab’den alacağımız ödüldür. Ferisiler ve dış görünüşlerine güvenen insanlar ödüllerini almışlardır..Rab İsa Ferisiler için böyle söylüyor, “onlar ödüllerini almışlardır.” Aldıkları bu ödül nedir, insanların övgüsüdür. Bundan başka ödülleri yoktur. Onların ödülü insandandır, çünkü insanlar dış görünüşe bakarlar. Ancak Tanrı’dan ödül almayacaklardır.

Bu nedenle Rab’bin kendisine yaklaştırdığı insanlarda ilk yaptığı iş yüreklerini değiştirmektir. Rab yüreklerde işliyor ve dış görüntüyü, dışsal davranışları, insanın yiğitliğini, kıvrak zekası, çok eğitimli olması, kendiyle övünmesini bileklerinin gücünü reddediyor. İnsanlar dünyada bunlara değer veriyor ve böyleleri kral olarak seçiyorlar. Ancak Tanrı bunlardan etkilenmiyor.. Ne atın gücünden zevk alır, Ne de insanın yiğitliğinden hoşlanır.

Bunu kabul etmemiz gerekiyor..Bütün Tanrı adamlarında Rab böyle çalışıyor.Örneğin Musa hakkında ne düşünüyorsunuz? Musa dediğimizde aklımıza onun karakteriyle ilgili ilk gelen şeylerden biri ne olabilir?

Sayılar 12:3
Musa yeryüzünde yaşayan herkesten daha alçakgönüllüydü.

Rab’bin sözünde açıkça Musa’nın yeryüzünde o dönemde yaşayan en alçakgönüllü insan olduğunu sylüyor.. Bu elbette doğrudur. Rab onunla ilgişli Harun ve Miryam’e Musa için şöyle diyor:

Say. 12:6-8
RAB onlara seslendi: “Sözlerime kulak verin: Eğer aranızda bir peygamber varsa, Ben RAB görümde kendimi ona tanıtır, Onunla düşte konuşurum. Ama kulum Musa öyle değildir. O bütün evimde sadıktır. Onunla bilmecelerle değil, Açıkça, yüzyüze konuşurum. O RAB’bin suretini görüyor.

Gerçekten de o dönemde Musa’dan daha alçakgönüllü biri olsaydı, Rab Musa’yla değil o kişiyle yüzyüze konuşurdu. Demek ki Musa’nın alçakgönüllüğü Rab tarafından tescillenmiştir. Ancak sizce Musa her zaman böyle miydi?

Elçilerin İşleri kitabında Musa’nın ilk yıllarını anlatıyor:

Elç.İşl. 7:20
“O sırada, son derece güzel bir çocuk olan Musa doğdu. Musa, üç ay babasının evinde beslendikten sonra açıkta bırakıldı. Firavunun kızı onu bulup evlat edindi ve kendi oğlu olarak yetiştirdi. Musa, Mısırlılar’ın bütün bilim dallarında eğitildi. Gerek sözde, gerek eylemde güçlü biri oldu. “Kırk yaşını doldurunca Musa’nın yüreğinde öz kardeşleri İsrailoğulları’nın durumunu yakından görme arzusu doğdu. Onlardan birine haksızlık edildiğini gören Musa, onu savundu. Haksızlığı yapan Mısırlı’yı öldürerek ezilenin öcünü aldı. ‘Kardeşlerim Tanrı’nın benim aracılığımla kendilerini kurtaracağını anlarlar’ diye düşünüyordu. Ama onlar bunu anlamadılar.

Musa ile ilgili bu ayetlerden pek çok öğrenebiliyoruz: Son derece güzel bir çocuk olarak doğdu. Firavunun kızı tarafından evlat edinildi, son derece zengin bir ailenin çocuğu oldu. Mısır o dönemin süpergücüydü ve her alanda ileriydi. Mısırlılar’ın tüm bilim dallarında eğitildi, sözde ve eylemde güçlü biri oldu. Kendine güvenen, gülü kuvvetli bir eylem adamıydı. Ve bu niteliklerini kullanarak halkını kurtarmak istedi. Haksızlıklara karşıydı. Haksızı savunmak adına bir Msırlı’yı öldürdü, halkını kölelikten kurtarmak istiyordu. Ve Mısırlı’yı öldürdükten sonra halkı kurtarmak için TAnrı’nın onu kullanacağını düşündü. Çünkü dış görünüş, zenginlik, bilgi, hitabet, nezaket, kas gücü bakımından son derece ileriydi. halkın bunu anlamasını bekledi.. Evet, Tanrı onu kullanacaktı ama önce onu alçaltması gerekiyordu. Bu yüzden onu 40 yıl boyunca çölde terbiye etti. Aradan 40 yıl geçti ve Rab Musa’yı halkını kurtarmaya gönderdi.

Mısır’dan Çıkış 4:10
Musa RAB’be, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ben kulun ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk biriyim.”

Musa’nın ne dediğini duyuyor musunuz? Musa geçmişte bile iyi bir konuşmacı olmadığını söylüyor. Rab Musa’da öyle alçaltıcı bir iş yaptı ki:  geçmişte sözde güçlü biri olduğunu bile unutmuştur. Çünkü çölde bütün o becerilerini yitirdi, sanki hiç eğitim almamış, öğrenim görmemiş biri haline geldi. Bir zamanlar halkını kendi bileğiyle, savaşarak kurtarmayı düşünmüştü ama şimdi tüm bunları unutmuş bir duruma gelmiş. Tam anlamıyla benliği çarmıha gerilmiş ve eski adam ölmüştü..Musa kendisini unutmuştu. İşte bu düzeye geldiğinde Rab harekete geçerek onu kendi hizmetine çağırdı. Musa, onun bütün evinde sadık bir hizmetkar oldu.

Tanrı insanı gücünün zirvesinde değil, güçsüzlüğünün zirvesinde kullanıyor.

Şimdi İbrahim’e bakalım. İbrahim’in yaşamında Tanrı’nın onun bedensel olarak güçsüzleştiği döneminde nasıl çalıştığını biliyoruz.

Yar. 16:16
Hacer İsmail’i doğurduğunda, Avram seksen altı yaşındaydı.

Bu bölümün son ayeti, Sonraki bölüme geçtiğimizde ilk ayete bakalım.

Yaradılış 17:1
… Avram doksan dokuz yaşındayken RAB ona görünerek, “Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’yım” dedi, “Benim yolumda yürü, kusursuz ol.

Diye başladıktan sonra ona gelecek yıl bir oğlu olacağını duyurdu. Aradan 13 yıl geçmişti.

Yaradılış 17:17
İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi.

Tanrı İbrahim’in  bedeni artık ölüden farksız olana dek, yani 99 yaşına gelene dek 13 yıl bekledi. Öyle ki İsmail’in aksine İshak vaat ile doğsun. Böylece Tanrı’nın mucizesiyle İshak doğdu. İsmail İbrahim’in gücüyle doğdu ama İshak doğal olmayan Tanrısal güç sayesinde dünyaya geldi. Tanrı, doğal yolla doğan ve vaat çocuğu olmayan İsmail’i reddetti. Vaat yoluyla ve doğa üstü olarak doğan İshak’I seçti. İshak’I kurban olarak istedi. 13 yılın ardından gelen ikinci çocuk, yani vaat çocuğu Tanrı’nın istemini açığa çıkardı. İlk çocuk ise günümüze dek gelen sorunların ilk adımı oldu.

Yaradılış 17:9
Tanrı İbrahim’e, “Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız” dedi, “Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak.

Eski Antlaşma’da kurban, Mısır’dan çıkış, Kızıldeniz’in yarılması vs. gibi olayların bizim için ruhsal simgesi vardır. Peki sünnetin anlamı nedir?

Koloseliler 2:11
Ayrıca Mesih’in gerçekleştirdiği sünnet sayesinde bedenin benliğinden soyunarak elle yapılmayan sünnetle O’nda sünnet edildiniz.

O halde Bedenin benliğinden soyunmak için Kutsal Ruh tarafından yürekte sünnet ediliyoruz. Böylece kendi benliğimizdeki gücü reddederek Tanrı’nın istediği gibi O’na bağımlı bir yaşama kavuşuyoruz. Tövbe ederek Tanrı’nın ürünü verecek yeni bir yüreğe kavuşuyoruz. Kutsal Ruh, sadeec sünnet edilmiş bir yürekte yaşıyor. Ve bu Tanrı’ya ait olduğumuzun işareti olarak bizi mühürlüyor. Rab’bin bize verdiği yeni yürekle kurban yaşamı sürdükçe Rab onurlandırılacak ve O bizi bereketleyip kendisini daha da tanıtacaktır.

Elçi Pavlus, bu gerçeği deneyim eden bir TAnrı adamı olarak alçaltıldı, çok güçsüz kılındı ama Rab onu çok güçlendirdi. Benliğne ölerek kendisini unuttu ve Tanrı’nın gücü onda işledi. Benliğinde iyi bir şey olmadığını bildiği için kendisini TAnrı’ya sunuyordu. Ne zaman güçsüzse, o zaman güçlü olduğunu anlamıştı. Tanrı’nın gücünün güçsüzlükte tamamlandığı sırrını öğrenmişti. O yüzden güçsüz düştüğünde seviniyordu. İman yaşamında odak noktamız bu olmalıdır. Hepimiz denemelerden, zorluklardan, güçlüklerden geçiyoruz. Ancak Tanrı bütün bunları bizi terbiye etmek, benliğimizin gücünü kırmak, kendimize güveni yok etmek, bizi güçsüzleştirmek için kullanıyor.

Tanrı’nın sözünde imanlıların unuttuğu bir öğüt var kardeşler..Gerçekten de düşündüğüm de bizler de bu öğüdü sık sık unutuyoruz. Ben bu öğüdü hatırlatarak bitirmek istiyorum:

İbraniler 12:5-6’da
Size oğullar diye seslenen şu öğüdü de unuttunuz: “Oğlum, Rab’bin terbiye edişini hafife alma, Rab seni azarlayınca cesaretini yitirme. Çünkü Rab sevdiğini terbiye eder, Oğulluğa kabul ettiği herkesi cezalandırır.”

Ne zaman güçsüz hissedersek, sabırla yılmayalım, benlikte güçsüz düştüğümüzde umudumuzu yitirmeyip tam tersine umutla dolalım, çünkü çünkü o zaman bir alçalma ve güçsüz kılınma sürecine giriyoruz demektir..Rab mutlaka bundan iyi bir şey çıkarıp bizi bereketleyecek. Bu öğüdü hiç unutmayalım.

Dirisu Kilisesi

Alper Özharar

Bana Gelin Diri Su İçin

18 Aralık 2016

Yuhanna 7:37-39
“Bana gelin diri su için”.

Bugün sizinle “Bana gelin diri su için” konusunda paylaşmak istiyorum.

Bugün okuduğumuz söz bizim iman hayatımız için çok çok önemlidir. İsa Mesih’in yeryüzüne gelmesinin amaçlarından biri budur. Bugün okuduğumuz sözdeki gibi “Bana iman edenin içinden diri su ırmakları akacaktır.” Buradaki diri su neyi simgeler? İsa Mesih’e iman edenlerin alacağı Kutsal Ruh’u simgeler. İsa Mesih’e iman edip günahımız bağışlandı ise Tanrı bize tesellici Ruh olan Kutsal Ruh’u göndereceğini vaat etmiştir. Kutsal Ruh her zaman Tanrı’nın tahtının önünde bulunmaktadır. O ruhsal dünyada zaman ve mekan kavramının ötesinde çalışır. Tanrı’nın tahtının önünde bulunan Kutsal Ruh İsa Mesih’e iman eden bizim yüreğimize gelmektedir. Bugün okuduğumuz söze baktığımız zaman İsa henüz yüceltilmediğinden dolayı Kutsal Ruh henüz onlara verilmemişti. Bu sözü söylediği zaman İsa Mesih henüz çarmıhta ölmediği ve dirilip göğe alınmadığı için Kutsal Ruh henüz onlara verilmemişti. Fakat İsa bizim günahımızın bedelini çarmıhta ödedikten ve dirilip göğe alındıktan sonra bize Kutsal Ruh’u vermektedir.

Kutsal Ruh’un İsa Mesih’e iman eden herkese geleceği hakkında (Yoel 2:28-29) da peygamberlik etmektedir. İsa Mesih de bu sözün gerçekleşeceğini söylemektedir. “Ondan sonra bütün insanların üzerine Ruhumu dökeceğim. Oğullarınız, kızlarınız peygamberlikte bulunacaklar. Yaşlılarınız düşler gençleriniz görümler görecek. O günlerde kadın, erkek kullarımın üzerine de Ruhumu dökeceğim.” Bu vaade baktığımız zaman Kutsal Ruh’un bütün insanların üzerine döküleceğinden söz etmektedir. Ama eski antlaşmada Kutsal Ruh sadece özel kişilerin peygamberlere, kahinlere ve krallara gelmişti. Ama ondan sonra ondan sonra İsa Mesih ölüp dirildikten sonra herkese Ruhumu dökeceğim diye söz etmektedir. Bu söz ne zaman gerçekleşti?

İsa Mesih bizim günahlarımız için ölüp dirilip göğe alındıktan sonra İsa’nın on bir öğrencisiyle yüz yirmi imanlı Markos’un evinde on gün boyunca gayretle dua ederken, dua eden herkesin üzerine Kutsal Ruh döküldü. Yoel’in peygamberliği gerçekleşmiş oldu. İsa Mesih’e iman eden herkesin üzerine Kutsal Ruh’un kuvvetli gelmesi şaşırtıcı bir olay olmuştu. İsa Mesih çarmıha gerilmeden evvel öğrencilere şöyle dedi;

Yuhanna 14:20
“O gün anlayacaksınız ki ben babadayım, siz bendesiniz bende sizdeyim” diye söyledi.

O gün ne zamandı? Kutsal Ruh’u aldıkları zamandı. İsa Mesih’in babada olduğunu, bizde İsa Mesih’te olduğumuzu anlayacağız. Yani Tanrı’yla bizim bir olduğumuzu anlayacağız. İsa Mesih’e iman edip Kutsal Ruh’u almayacak kişi olabilir mi? Kutsal Ruh’u almayacak kimse olmayacak. “Bana iman edenin (herkesin) içinden diri su ırmakları akacak” Kutsal Ruh’u az almak değil, ırmak gibi bol almak anlamındadır. Burada “içinden” ne demektir? Bizim içimizdeki derin bir yerde Tanrı ile paydaşlık kuracağımız bir yer vardır. O yüreğimizin derinliğinden diri su ırmakları gibi Kutsal Ruh akacaktır. Beden görünür ama içimizdeki yürek görünmez. Görünmeyen yüreğin derinliğinde Tanrı’nın tapınağı vardır.

1) Kutsal Ruh yukarıdan değil içimizden akıyor. Biz dua ederken Kutsal Ruh’un Elçilerin İşlerindeki gibi yukardan gelmesini bekliyoruz, fakat burada Kutsal Ruh’un içimizden diri su ırmakları gibi akacağını söylemektedir. Neden Kutsal Ruh yukarıdan gelmeyip de içimizden akacaktır? Bunu iyice anlayabilmemiz için İsa Mesih’in nerede olduğunu bilmemiz lazım. Siz İsa Mesih’i yüreğinize kabul ettiniz ise İsa Mesih sizin içinizdedir. Kutsal Ruh’u veren kimdir? İsa Mesih’tir. Yuhanna 16:7’de şöyle diyor;

Yuhanna 16:7
“Size gerçeği söylüyorum. Benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem Yardımcı size gelemez. Ama gidersem O’nu size gönderirim.”

İçimde olan İsa Mesih Kutsal Ruh’u babadan alıp bize diri su ırmağı gibi gönderendir. Bu konuyla ilgili Yuhanna 4:13-14’e bakalım:

Yuhanna 4:13-14
“İsa şöyle yanıt verdi. Bu sudan her içen yine susayacak. Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim suyun içinde sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak.”

Burada İsa Mesih’in vereceği su Kutsal Ruh’tur. Sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak. Pınar demek yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya çıkan demektir. İsa Mesih’e ilk iman ettiğimiz zaman Kutsal Ruh ilk olarak yukarıdan aşağıya iner, İsa Mesih’e iman ettikten sonra Kutsal Ruh yüreğimizden akmaya başlar. Kutsal Ruh’un gelmesiyle biz yeniden doğarak Tanrı’nın çocukları oluruz. Kutsal Ruh aracılığıyla Tanrı’nın karakterine benzer olabiliriz, Kutsal Ruh aracılığı ile Tanrı’nın isteğini yerine getirebiliriz. Kutsal Ruh ile olan yaşantımız Tanrı’nın ilk insanı yaratırken yaptığı bir olaydı. Tanrı insanı ruhsal varlık olarak yarattı. Beden ise ruhu koruyan çadır gibiydi. Tanrı açısından insan gerçekte ruhsal varlıktır.

2) Günah işlemekle diri su kaynağı olan Tanrı’yı bıraktık. Tanrı insanı topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi ve böylece Adem yaşayan varlık oldu. Yaşam soluğu Kutsal Ruh’tur. Kutsal Ruh aracılığıyla Tanrı’nın lütfunu, gücünü, esenliğini, sevincini almış olduk. Kutsal Ruh ile Tanrı’nın isteğini yerine getirsin diye Tanrı insanı ruhsal varlık olarak yarattı. Ne yazık ki insan iblisten tarafından aldanarak günah işleyince Tanrı’nın izzeti ondan ayrıldı. Tanrı’nın Ruh’u ayrılınca insanın yüreği de bomboş oldu. Kutsal Ruh insandan ayrılınca Tanrı’nın gücünü, bilgeliğini, lütfunu, sevincini ve esenliğini kaybetti. Ve korku dolu, endişeli değersiz bir varlık oldu.

Yeremya 2:13‘de şöyle diyor;
“Halkım iki kötülük yaptı. Beni “diri suların pınarını” bıraktı. Kendilerine sarnıçlar su tutmayan çatlak sarnıçlar kazdılar.”

Diri su pınarı olan Tanrı’yı bırakınca Tanrı’nın bütün lütuf ve bereketini kaybettik. Dolayısıyla günah yüzünden kaybettiğimiz bereketleri yeniden kazanma isteği doğdu. Buda açgözlülük, bedensel istek ve arzulardır. Diri su pınarı olan Tanrı’yı bırakan her insanın aradığı şey dünyanın zenginliği, gücü ve bedensel zevkleridir. Bedensel istek ve arzular sınırsızdır. Bedensel zevkler, zenginlik ve güç arzusu sınırsızdır, ne kadar doldursa bile doyum yoktur. Belli bir düzeye kadar elde ettiğimiz zaman hastalıkla, kazayla, ekonomik sıkıntılarla, doğal afetlerle çeşit çeşit olaylarla biriktirdiğimiz her şey dağılıp yok olur. Sizin de gördüğünüz gibi bir zamanlar çok zengin, yüksek mevkii de olanların tüm varlığına el konulup her şeylerini yitirdiler. Şimdi kazananlarda ileride hepsini kaybedecekler. Zenginliği, güç ve zevklerini kaybeden insanlar onları tekrar elde edebilmek için mücadele ederler. Dünyada onları ele geçirmek isteyenlerle onu kaybetmek istemeyenler arasında şiddetli bir çatışma vardır. Bu günaha düşmüş insanların özelliğidir. Nedeni çok basittir. Diri su kaynağı olan yani Kutsal Ruh’un bereket kaynağı olan Tanrı’yı bıraktılar.

Her insan bunu bilmelidir. İsa Mesih’e iman edersek O’nun kanıyla günahımız bağışlanınca Kutsal Ruh gelecek. Kutsal Ruh ile yeniden doğan çocuk diri su kaynağı olan Tanrı ile bağlantı kuracaktır. İsa Mesih’in yeryüzüne gelmesinin nedeni budur. İsa Mesih çarmıhta sadece bizim günahlarımızı bağışlatmak için gelmedi, İsa Mesih’e iman eden herkese diri su ırmağını akıtmak için geldi. Kutsal Ruh ile yeniden Tanrı’nın lütfunu, gücünü, bereketini, sevincini ve esenliğini alarak O’nun isteğini yerine getirsin diye geldi. Bu yüzden İsa Mesih şöyle diyor; “Bana iman edenin içinden diri su ırmakları akacak.”

3) Neden imanlı kişinin diri su ırmakları kapatılıyor? Diri su ırmağının kapatılmasının nedeni şudur. İsa Mesih’e iman edip Tanrı’nın çocuğu olmasına rağmen o kişi eski adamın tarzına göre yaşadığı içindir. Bir imanlı olarak hala yeryüzünde daha fazla zengin olmak, daha fazla güçlü olmak, daha fazla yükseğe çıkma arzuları var. Bedensel istek ve arzuları yerine getirme çabasında olduğu için imanlı, diri su ırmakları kapatılıyor. Diri su ırmağının kapatılma nedeni bedensel istek ve arzulara göre yaşadığı ve yaşamak istediği içindir.

Bu yüzden Pavlus Romalılar 8:13‘te şöyle diyor:
“Benliğe göre yaşarsanız öleceksiniz, ama bedenin kötü işlerini Ruh’la öldürürseniz yaşayacaksınız.”

Bu ruhsal bir sırdır. Beden için ne yiyeceğiz, beden için ne zevk alacağız, beden için neyi biriktireceğiz dediğimiz zaman mutlaka diri su ırmakları kapatılır. Şeytan da imanlıların diri su ırmağının kapatılması için sürekli aldatır. Senin paraya ihtiyacın var, senin eve ihtiyacın var, sen yalnızsın güzel zaman geçirecek kadına ihtiyacın var diyerek aldatmaya çalışır. Bu ayartıda başarısız olunca tehdit eder. Sen öleceksin, paran olmazsa insanlar seni bırakır gibi tehditlerde bulunur. Burada da başarılı olmazsa o zaman yargılamaya çalışır. Senin daha önce günah işledin o günahı Tanrı bağışlamadı gibi. İblisin diri su ırmağını kapatmak için uğraştığı bu tür teklifleri İsa Mesih’in adıyla reddetmelisiniz. İsa Mesih benim kurtuluşumdur, gücümdür, lütfumdur, bereketin kaynağıdır diyerek iblise karşı durmalısınız. Eğer iblisin ayartılarını reddetmezsek bizlerde Yeremya’nın söylediği gibi su tutmayan çatlak sarnıçlar kazmış olacağız.

4) Devamlı olarak diri su ırmakları içimizde akması için ne yapmalıyız? Pavlus bu konuyla ilgili çok güzel açıklamada bulunmaktadır.

2.Korintliler 4:10-11
“İsa’nın yaşamı bedenimizde açıkça görünsün diye İsa’nın ölümünü her an bedenimizde taşıyoruz. Çünkü İsa’nın yaşamı ölümlü bedenimizde açıkça görülsün diye biz yaşayanlar İsa uğruna sürekli olarak ölüme teslim ediliyoruz.”

İçimdeki diri suyun akmasını engelleyen iki kapak vardır. Birinci kapak günah kapağı, ikinci kapak benlik kapağıdır. Günah işlediğimiz zaman diri su ırmağı kapatılıyor. Benliğin istek ve arzularına göre yaşarsak yine diri su ırmağı kapatılıyor. Bu ancak günahımızın İsa Mesih’in kanıyla bağışlanmasıyla bu kapak açılır. Pavlus İsa’nın yaşamı bedenimizde açıkça görülsün diye İsa’nın ölümünü her an bedenlerimizde taşıyoruz diye ilan etti. Benlik kapağını kırmak için biz yaşayanlar İsa uğruna her an ölüme teslim ediliyoruz dedi.

Koloseliler 3:5
“Pavlus bu nedenle bedenin dünyasal eğilimlerini, fuhuş, pislik, kötü arzular ve putperestlikle eş değerde olan açgözlülüğü öldürün.”

Biz eski adamın tarzına göre yaşamamalıyız.

Efesliler 2:3‘de şöyle diyor;
“Bir zamanlar hepimiz böyle insanların arasında, benliğin ve aklın isteklerini yerine getirerek benliğimizin tutkularına göre yaşıyorduk. Doğal olarak ötekiler gibi bizde gazap çocuklarıydık.”

Bedenin arzularına göre yaşadığımız zaman mutlaka diri su ırmakları kapatılıyor. Diri su yani Kutsal Ruh bizim gayretimizle elde edebileceğimiz bir şey değildir. İsa Mesih’e iman eden herkese Tanrı lütfuyla bol bol vermektedir. Ne yazık ki, İsa’ya iman edenlerde de dünyadaki insanlar gibi bedenin isteğine göre yaşayarak diri su kaynağı olan Tanrı’yı bırakıyorlar.

İsa Mesih’e iman eden kişi de hem bedenden doğan eski adam var, hem Ruh’tan doğan yeni adam var. Ruh’tan doğan yeni adamın isteğine göre yaşamak istiyorsa diri su ırmakları akacak, bedenden doğan eski adamın isteğine göre yaşamak istiyorsa o zaman diri su ırmakları kapatılacaktır. Pavlus ne diyor?

Koleseliler 1:29‘da şöyle diyor;
“O’nun kudretiyle bende etkin olan gücüne dayanarak uğraşıp emek vermenin amacı da budur.”

Bende etkin olan gücü nedir? Kutsal Ruh’tur. Pavlus Kutsal Ruh’un verdiği kudretle yaşıyorum, uğraşıyorum, emek veriyorum demektedir. Bu bütün imanlıların yaşam örneğidir. Biz nasıl yaşamalıyız? Bize güç veren Kutsal Ruh’un gücüne dayanarak yaşamalıyız.

Romalılar 8:14
“Tanrı’nın Ruh’uyla yönetilenlerin hepsi Tanrı’nın oğullarıdır.”

Kutsal Ruh’un gücüne dayanarak yaşamalıyız ki, hayatımız bereketli olsun. Hayatımızda diri su ırmakları akmadığı zaman içimiz kupkuru olup, çöl gibi yaşamın tadı olmayıp, yaşamımızda hiç meyveler olmayacaktır.

Bununla ilgili Hezekiel peygamber çok güzel bir şeyi görümle anlattı. (Hezekiel:47:1-12) bunun hepsini okumayacağız. Tapınağın kapı eşiğinin altında suların aktığını görüyor. Su akarak ayak bileğine kadar çıkıyor, sonra su beline kadar çıkıyor en sonunda su ırmağı tam doldurarak yürüyerek karşıya geçilmeyecek durumda oluyor, ancak yüzerek geçebildi. Ama 7.ayete baktığımız zaman ırmağın her iki kıyısında birçok ağaç gördü. 9.ayette ırmağın aktığı her yerde her çeşit canlı yaratık kaynaşıyor çok sayıda balık oluyor, ırmak aktığı her yere yaşam getiriyordu. Ve 12.ayette ırmağın her iki yanında her çeşit meyve ağacı yetişecek, yaprakları solmayacak, meyveleri tükenmeyecek, her ay meyve verecekler çünkü tapınaktan çıkan sular oraya akıyordu. Meyveleri yiyecek olarak yaprakları şifa için kullanılacak. Tanrı’nın tapınağı ilk Musa döneminde Kutsal Çadır ile başladı sonra Süleyman tapınak kurdu, İsa Mesih geldikten sonra bizim bedenimiz oldu.

1.Korintliler 3:16
“Tanrı’nın tapınağı oldunuz, Tanrı’nın Ruh’unun sizde yaşadığını bilmiyor musunuz?”

Tapınakta diri su ırmakları aktı. Diri su akınca bütün pislikler temizlenmiş olur. Diri su akınca yaşam başlar. Her çeşit hastalıklar yok olur. Kutsal Ruh’un ırmağı aktığı zaman yaşam değişir. Kutsal Ruh’un ırmağı aktığı zaman Tanrı sözü hayat verir. Tanrı’nın bilgeliği, kudreti, gücü açıkça ortaya çıkar.

İsa Mesih içinizdedir, İsa Mesih size Kutsal Ruh’u ırmak gibi verendir. Bu diri su ırmağının sırrını iyice anlayın. Diri su bizim gayretimizle elde ettiğimiz bir şey değildir. İsa Mesih’e iman ettiğiniz zaman günahınız bağışlanacak Kutsal Ruh’u alacaksınız. İsa Mesih’in verdiği su sonsuz yaşam için fışkıran pınar olacak. Pınar aşağıdan devamlı olarak yukarıya çıkandır. Size diri su ırmaklarını hazırlayan İsa Mesih vardır. Diri su aktığı zaman ruhsal armağanlar ortaya çıkacak, sorunlar çözülecek, Tanrı’nın çocukları olacak, Tanrı’nın benzeyişine göre değiştirilip Tanrı’nın isteğini yerine getireceğiz.

Dikkat edelim ki, diri su ırmaklarını kapatmayalım. Yani Kutsal Ruh’un işlemesine engel olmayalım. Eğer siz bedenin istek ve arzularına göre dünyadaki adam gibi yaşıyorsanız Kutsal Ruh’un akışı kapatılacaktır. Hayatınız kurumuş bir çöl gibi olacaktır. Şeytanda içinizdeki diri su ırmaklarının akmasını engellemek için dünyadaki zenginlik arzusuyla, bedensel zevklerle, çeşit çeşit arzularla aldatmaya çalışacaktır. Aldanmayın.

İsa Mesih’in yeryüzüne gelmesinin amacı Tanrı’nın insanı yaratırken vermiş olduğu yaşam soluğunu günahı bağışlayarak bize geri vermek istiyor. Eğer günahınız Mesih’in kanıyla bağışlanıp dünyasal eğilimleri öldürdüyseniz İsa Mesih’in vaat ettiği Kutsal Ruh’un ırmakları içinizden akacaktır.

Dirisu Kilisesi

Cucan Kim

Tanrı’nın İşi

11 Aralık 2016

Sevgili kardeşler,

Hamdolsun Rabbimiz İsa’nın dünyaya gelişini kutladığımız yılın son dönemine girdik. Yani ezelden var olan İsa mesih’in doğuş bayramını kutlamaya hazırlanıyoruz ve Rabbin dünyamıza insan bedeninde geliş amacı üzerinde düşünmek, bu olayı derinden kavramak istiyoruz. Noel zamanı bizim için her zaman bir yenilenme fırsatıdır. Bu nedenle iç dünyamızı kontrol etmek için önemlidir. Tanrımız’ın sevgisi yaratılıştan itibaren insanlık tarihi boyunca her an göründü, ama Tanrı biricik Oğlu aracılığıyla yaşayalım diye O’nu dünyaya gönderdi, böylece bizi sevdiğini gösterdi.

Tanrı bizi sevdiğini göstermek için İsa doğdu ve İsa çarmıhta öldü. İsa Mesih bizleri günahtan kurtaracak, günahımızın bedelini ödeyecek kurban olmak ve acı çekmek için insan oldu. Rabbe şükrolsun.

1.Pe. 2:21-25
“Mesih, izinden gidesiniz diye uğrunuza acı çekerek size örnek oldu. “O günah işlemedi, ağzından hileli söz çıkmadı.” Kendisine sövüldüğünde sövgüyle karşılık vermedi, acı çektiğinde kimseyi tehdit etmedi; davasını, adaletle yargılayan Tanrı’ya bıraktı. Bizler günah karşısında ölelim, doğruluk uğruna yaşayalım diye, günahlarımızı çarmıhta kendi bedeninde yüklendi. O’nun yaralarıyla şifa buldunuz. Çünkü yolunu şaşırmış koyunlar gibiydiniz, şimdiyse canlarınızın Çobanı’na ve Gözetmeni’ne döndünüz.

Okuduğumuz ayetlerde özellikle O’nun izin gitmemiz için acı çektiği, bize örnek olduğu yazıyor. Bize nasıl örnek oldu, sögüye sövgüyle karşılık vermedi, acı çektiğinde kimseyi tehdit etmedi, davasını Tanrı’ya bıraktı.. Günah karşısında ölelim, doğruluk uğruna yaşayalım diye günahlarımızı üstlendiğini görüyoruz..İsa Mesih’in Müjdesi bizi etkileyen, bizi değiştiren, bize yeni bir yaşam veren bir Müjdedir. Bu Müjde ile birlikte Mesih’in amacı günah karşısında ölmüş, doğruluk uğruna yani Mesih uğruna yaşayan yeni insan olmamızdır. Onun gösterdiği örneği izleyerek sövgüye sövgüyle karşılık vermeden, kimseyi tehdit etmeden, davamızı Tanrı’ya bırakarak yaşamamızı istiyor. İşte Noel’in anlamı Tanrı’nın bizi değiştirmek ve kendisine benzer kılmak için gelmesidir. Biz imanlılar olarak doğuş bayramını böyle görmeliyiz.

Ancak özellikle Noel zamanında ismen Hristiyan olup Tanrı’yı tanımaktan uzak insanlar bu gerçeklere kafa yormuyorlar, aslında umursamıyorlar, anlamak istemiyorlar. Çünkü ad olarak Hristiyan olmakla birlikte Tanrı’yı tanımamış, yüreği değişmemiş, daha doğrusu henüz tövbe etmemiş nice canlar var. Bizim mahallemizde de böyle kişiler çoktur. Hristiyan olduklarını söyleyenler kendilerini belli bir kategoriye sokabilirler. Nitekim dünyada birçok adlandırmalar yapıldı:

(1) “Katolikler” ya da “Protestant” – mezhebe göre.
(2) “Episcopal” (conformist) and “Free church” (non-conformist) – kilise düzenine göre.
(3) “Müjdeciler” ve “Liberaller”, gelenekseller – doktrine göre.
(5) “Charismatikler, Presbiteryenler, Reformcular, Kalvinistler, Menonitler, Bretherenler, Vaftizciler, Metodistler vs.

Bu tür ifadeleri duymuşsunuzdur. Bunlara ilaveten insanlarca icat edilen başka kategoriler de var. Bunların ortak özelliği Hristiyanlar’ı dışsal olarak kategorize etmesidir..Yani Hristiyanları iç varlığına değil, dışsal durumlarına göre adlandırır. Çünkü insanların iç varlığını başka insanlar bilmez, bu bir sırdır. Tanrı’dan başka kimse bilmez bir kimsenin yüreğini görmez. Bu nedenle insanların koyduğu bu kategoriler bazen kendimizi tanıtmak için gerekli olsa da asla ruhsal durumumuz açısından yeterli değildir..Çünkü bu kategorilerin hiçbirinde Rabbimiz’in çözmeye geldiği sorunun kaynağı vurgulanmıyor.Yani Kutsal Kitap’ta Rabbin amacını yansıtan kategoriler değildir. Bunlar Tanrı’nın yüreğindeki isteği değil, insanların düşüncelerini yansıtan şeylerdir. Rabbimiz’in isteği nedir, Rabbin çözmeye geldiği esas sorun nedir? Bizi ilgilendiren şey bu sorulardır. İnsanların koyduğu kategorilere girmek değil, esasen Rab’bin istediği kategori içinde olmalıyız.

2.Korintliler’de çok güzel bir ayet var:
Övünen, Rab’le övünsün.

2.Ko 10:18
Kabule değer kişi kendi kendini tavsiye eden değil, Rab’bin tavsiye ettiği kişidir. Yani önemli olan hangi kategoriye kendimizi koyarsak koyalım, Rab’bin tavsiye ettiği kişi olmak hedefimizdir. O zaman ne yapmalıyız?

İmanımızın temeli 1.Ko.15:3’te açıklanmıştır:
Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi.

Hamdolsun, Rab’bin bizim için yaptığı şeyi biliyor ve bunu ilan ediyor ve bununla övünüyoruz. Çünkü Tanrımız sevgi Tanrısıdır. Bununla birlikte bizim için bu bilgiye eşit önemde ve bu bilgiyi tamamlayan bir bilgi daha var.

Onu da 2.Ko.5:15’te
“Yargımız şu: Biri herkes için öldü; öyleyse hepsi öldü. Evet, Mesih herkes için öldü. Öyle ki, yaşayanlar artık kendileri için değil, kendileri uğruna ölüp dirilen Mesih için yaşasınlar.”

İlk bilgiyi yani Mesih’in günahlarımıza karşılık öldüğünü iyi biliyor ve buna iman ediyoruz. Böylece günahlarımız bağışlandı. Bununla birlikte Mesih’in ölümüyle bizim de öldüğümüzü, artık kendimiz için değil, bizim için ölüp dirilen Mesih için yaşamamız gerektiğinin de aynı seviyede farkında mıyız? Yani Mesih Günahlarımızın bağışlanması için öldü ama aynı zamanda biz de günah karşısında ölelim, Mesih için yaşayalım diye de öldü.

İlk bilgi ile ikinci bilgi birbirini tamamlamaktadır. Mesih’in öldüğü kabul edilmekle birlikte bizim de O’nunla birlikte öldüğümüz aynı kuvvetle vurgulanmıyor. İnsan benliği ve Şeytan bu gerçeğin çok fazla duyulmasını istemez. Çünkü kendisi için değil ,Mesih için yaşayan imanlılar Şeytan’ın en korktuğu kategoridir. Çünkü onların Mesih’in askerleri olduğunu biliyor.

Tanrı’nın kendi çocukları için hazırladığı, tasarladığı kategori işte budur, Mesih’in izinde yürüyen ve günah karşısında ölü, bedenlerini diri ve kutsal kurban olarak sunan, Mesih için yaşayan imanlılar. İnsanların dışsal kategorilerinden farklı yürekle ilgili içsel bir kategoridir. Hristiyanlar’ın iç yaşamıyla ve Tanrı’yla iç varlıklarındaki iman yürüyüşleriyle ilgilidir..İşte bizim için esas önemli kategori budur. Biz bunun içine girmeliyiz. Kendimizi dışarıdan Protestan, Ortodoks vs. ya da İncili diye tanıtmamız yetmez. Öğretimiz, doktrinimiz, dünya görüşümüz doğru olabilir, ama yaşayışımız Tanrı’nın önünde nasıldır? Hayatımızın merkezinde Tanrı var mı?

Kardeşler, geçmişte insanlar henüz üzerinde yaşadıkları dünyayı tanıyamadıkları ve KK’yı doğru biçimde yorumlamadıkları zamanlarda evrenin merkezinin dünya olduğunu sandılar. Çünkü insanların gözünden güneş, ay ve yıldızlar sanki dünyanın çevresinde dönüyormuş gibi görünüyordu. Yaklaşık 500 yıl kadar önce Kopernik ve Galileo gibi bazı Hristiyan bilim insanları bunun yanlış olduğunu gösterdi. Hatta bunu keşfettikleri için o dönemdeki din adamları tarafından yargılandılar. Dünya evrenin merkezi değildi, hatta güneş sisteminin bile merkezi değildi. Merkezde güneş olan bir sistemin parçasıydı. İnsanlar bu merkezi yanlış aldıkları sürece, hesaplarında hep hata yaptılar, çünkü aldıkları referans hatalıydı. Ancak ne zaman doğru merkezi keşfettiler, tüm hesaplamalar ve bilimsel çıkarımlar yerli yerine oturdu ve doğru sonuç verdi.

Burada çok güzel bir benzetme var, tıpkı İncil’in ışığının geçici olarak örtülü olduğu Ortaçağ cehalet döneminde dünyanın evrenin merkezi olduğunu düşünen insanlar gibi Tanrı’yı tanımayan insanlar da kendi benliklerini merkez alırlar ve Tanrı’yı sanki kendi etrafında dönüyor sanırlar ve bu nedenle hesapları hep yanlış çıkar. Bizler de benliğimizi ne zaman merkeze alırsak, Tanrı’yı görmez oluruz ve yaptığımız işler boşa çıkar. Eğer benlik merkezde kalırsa, Kutsal Kitap’ı doğru yorumlayamayız ve Tanrı’nın yetkin isteğinin ne olduğunu anlayamayız (hesaplarımız yanlış olur). Kendi bakış açımıza göre ne kadar doğru olduğumuzu düşünsek bile ancak aslında yanılıyor oluruz.
Halbuki Merkez her zaman Yaratıcı ve Kurtarıcı olan Tanrımızdır. İnsan yaratıldığında merkezi Tanrı olarak yaratıldı. Günaha düşünce merkez benlik oldu. Dünya için güneş ne ise, insan için de Tanrımız öyledir. Nasıl ki bilimsel gerçekler var ve değişmiyorsa, işte bu da ruhsal bir gerçektir.. Dünyada nasıl güneş olmadan yaşam olmuyorsa, Tanrı olmadan da insanda yaşam olmayacak.İmanlılar olarak zaman zaman merkezimiz şaşarsa, pusulasız bir gemi gibi olur, yönümüzü yitiririz. Müjde’yi doğru anlamak merkeze İsa Mesih’i koymaktan geçer. İsa’nın merkezde olmadığı bir müjde sahte bir müjdedir. O elçilerin öğrettiğinden başka bir İsa’dır.
Bu yüzden İnsanı merkezi alan sözde müjdeler insanı değiştirme gücüne sahip değildir. Çünkü bu sahte müjdelerde insan merkezde olduğu için Tanrı insanın etrafından döne sadece onun isteklerini yerine getirir. İnsanın tek yapması gereken inanmaktır ve o zaman her maddesel bereketleri ona verecektir, dünyada rahatına bakacaktır. Halbuki Rab’bin Müjdesi böyle değildir. Rab dedi ki:” yaşama götüren kapı dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır”. Dünyada sıkıntılarınız olacak, cesur olun” dedi..Gene Rabbin Pavlus’la Barnaba öğrencileri ruhça pekiştirdiler, imana bağlı kalmaları için onlara cesaret verdiler. “Tanrı’nın Egemenliği’ne*, birçok sıkıntıdan geçerek girmemiz gerekir” diyorlardı. Kutsal Kitap boyunca tüm Tanrı adamları acılardan ve sıkıntılardan geçti..Rabbimiz dahil. O yüzden bizler de bu düşünceyle silahlanmalıyız. Petrus,” inanmanız için size giydirilen ateşten gömleği, size garip bir şey oluyormuş gibi yadırgamayın.” Yani acı çekmemiz, sıkıntılardan geçmemiz garip bir şey değil, yadırganacak bir şey değil, iman yaşamının bir parçasıdır. Ama bütün bu durumlarda bizi sevenin aracılığıyla dayanırız, galip geliriz.

Gene Sahte müjdelerde tövbe vaaz edilmez, günahları ve dünyayı terk etmek vaaz edilmez. Halbuki Vaftizci Yahya’nın ortaya çıkmasıyla birlikte tövbe çağrısı başladı. Ve Rabbimiz göğe alınmadan önce Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için öğrencileri zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. Müjdeyi Rab açıkça tövbe çağrısı olarak adlandırılıyor. Elçi Pavlus da Tanrı, geçmiş dönemlerin bilgisizliğini görmezlikten geldi; ama şimdi her yerde herkesin tövbe etmesini buyuruyor.

Tövbe etmek kişinin hayatının merkezinden olan benliğinden, yani kendi seçtiği yoldan, boş yaşayışından, dünya sevgisinden, para sevgisinden (gözün tutkuları, benliğin tutkuları ve maddi yaşamı verdiği gururdan) dönerek Tanrı’yı tüm aklınla, tüm canınla ve tüm yüreğinle sevmek, O’nu hayatımızın merkezi yapmaktır.Mesih’in çarmıhtaki ölümüne iman kişi ancak tövbe ederse günahları bağışlatan bir kurban olur. O zaman Kutsal Ruh’un gücüyle dolarak tövbeye yaraşır meyveleri Kutsal Ruh aracılığıyla her gün benliği reddederek verir ve böylece Tanrı odaklı bir Mesih imanlısı olarak yaşayabilir.

Rabbimiz insanlığı günahlarından kurtarmaya geldi. Baltayı ağaçların köküne dayamaya geldi. Bu ağaç insanların yüreğinde kök salan günah agacıdır. Ve bu günahın temelinde kendimize odaklanmak, merkeze benliğimizi koymak ve kendi isteğimizi yapmak var. Eğer Rab’be baltayı indirmesi için izin vermezsek ve günah kökünü hayatımızdan koparıp atmasını istemezsek, o zaman Rab’bin dünyaya gelme amacı, yani Noel’in anlamı bizde gerçekleşmiş olacak mı? Rab günahımızla savaşmaya, bizi koruyup temizlemeye geldi. Hayatlarımızdaki günahın köküne vurmaya ve bizi bundan kurtarmaya gelmiştir.

İşaya 27:3
“Ben RAB, bağın koruyucusuyum, Onu sürekli sularım. Kimse zarar vermesin diye Gece gündüz beklerim. Kızgın değilim. Keşke karşıma dikenli çalılar çıksa! Onların üzerine yürür, Tümünü ateşe verirdim.

Rab karşısına dikenli çalılarını çıkaracak kişilerin üzerine yürür, onları ateşle ve Ruh’la temizler ve paklar. İşte Kral İsa Mesih’in dünyaya geliş amacı budur. Eğer aramızda bu Noel’i Mesih’e ait olarak kutlamak isteyenler varsa tövbe ederek Tanrı’ya yaklaşsınlar. Bakın Rab ne diyor: “Keşke karşıma dikenli çalılar çıksa!” Keşke günahtan dönmek, dünyaya ölmek ve tövbe etmek için bu Noel’de Tanrı’nın önüne çıkanlar olsa..Bizler bunun için dua edelim. Sahte bir müjde değil, gerçek Müjde ile hayatlar değişsin.

Dirisu Kilisesi

Alper Özharar

Kutsal Ruh’la Dolu Yaşam

09 Ekim 2016

Efesliler 5:15-18
“Öyleyse nasıl yaşadığınıza çok dikkat edin. Bilgelikten yoksun olanlar gibi değil, bilgeler gibi yaşayın. Fırsatı değerlendirin. Çünkü yaşadığımız günler kötüdür. Bunun için akılsız olmayın, Rab’bin isteğinin ne olduğunu anlayın. Şarapla sarhoş olmayın, bu sizi sefahate götürür. Bunun yerine Ruh’la dolun.

Kardeşler bu ayetlerde Pavlus’un Ruh aracılığıyla verdiği Tanrı sözünü okuyoruz. Dikkat edin, bilgeler gibi yaşayın, akılsız olmayın, şarapla sarhoş olmayın, Ruh’la dolun diyor Tanrı’nın sözü:
Biz Hristiyanlar, Tevrat’ıi peygamberlerin yazılarını ve İncil’i insan sözleri olarak değil, gerçekte oldukları gibi Tanrı’nın sözleri ve buyrukları olduğuna iman ediyoruz.

2.Petrus 1:20-21’de elçi Petrus şöyle yazıyor:
“Öncelikle şunu bilin ki, Kutsal Yazılar’daki hiçbir peygamberlik sözü kimsenin özel yorumu değildir. Çünkü hiçbir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal Ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler.”

Bizim işte öncelikle bilmemiz gereken gerçek budur, çünkü yaşamımızı bu gerçek üzerine bina ediyoruz. Tanrı’nın sözü insanların yorumu değil, insanlar aracılığıyla aktarılan Kutsal Ruh’un düşünceleri ve buyruklarıdır. Bu yüzden İncil’de okuduğumuz ve anladığımız tüm sözleri ciddiye almak bizim ödevimizdir.

Bu ayetleri de Tanrı sözü oldukları için öneri olarak değil, gerçek buyruklar olarak ciddiye almalıyız. Örneğin, sarhoş olmayın sözünü bir buyruk olarak almamız gerekir, çünkü sarhoşluk aklın ve iradenin kontrolünü yitirmemize neden olur ve bunun sonucunda sefahate götürür. Fazlaca alkol alarak bilerek kendi kendini sarhoş etmek ve sefahate davetiye çıkarmak günah olacaktır. O yüzden bunu bir buyruk olarak kabul edebiliriz, çünkü kolaydır.. Ancak arkasından gelen ikinci sözü de aynı ciddiyeti gösteriyor muyuz? Yani Kutsal Ruh’la dolun bir buyruk mudur? İmanlılar olarak birinciyi buyruk olarak kabul ediyoruz, ama ikinciyi sanki bir öneri gibi düşündüğümüz olabilir!! Ancak ikisi de Tanrı’nın sözü ve ikisi de gerçektir ve buyruktur, ikisini de aynı şekilde ciddiye almamız gerekir. Eğer yılda bir kez bile olsa sarhoş olmak bizim ciddi bir sorunsa, Kutsal Ruh’la dolu yaşamamak da ciddi bir sorun değil mi?Öyle değil mi? Hiç meseleye böyle baktınız mı?

Efesliler 5:18’deki dolun fiili devam eden bir fiildir, yani sadece bir kere dolmaktan söz edilmiyor. Dolmaya devam edin, hep dolu olun anlamındadır. Tüm gün boyunca Ruh’la dolu olarak yaşamamız Tanrı’nın isteğidir. Elçilerin İşleri’nde Kutsal Ruh’la dolu yaşayan imanlılar anlatılıyor. Kutsal Ruh’la dolu imanlılar, Rab’bin isteğidir.

Peki Kutsal Ruh’la dolu olmak nasıldır? Kutsal Ruh’la dolu olduğumuzun ilk göstergelerinden biri konuşmamız biçimimizdir. Dilimiz “ateşten bir dil” haline gelir. Elç. 2:3’te Pentikost Günü’nde imanlıların üzerine “ateşten dillere benzer bir şeylerin” indi. Bu ateşten diller, sadece bilinmeyen dillerde konuşmak değil, ama “Tanrı’nın sevgisinin ve kutsallığının ateşinin dilimizde yansımasıdır. Konuştuğumuz dil kendi ana dilimizde göksel olacaktır. Çünkü Tanrı’ya yücelik vereni ve O’nun ruh ve yaşam olan sözlerini söyleyeceğiz. Kutsal Ruh’la dolun buyruğundan sonraki iki nokta üst üstenin ardından 19 ve 20. ayetlerde ne diyor: “Birbirinize mezmurlar, ilahiler, ruhsal ezgiler söyleyin; yürekten Rab’be ezgiler, mezmurlar okuyun; durmadan, her şey için Rabbimiz İsa Mesih’in adıyla Baba Tanrı’ya şükredin; ). Ruh’la dolu olduğumuz ilk önce dilimizde kendisini gösteriyor. Dilimizden Tanrı’ya övgüler, şükranlar, mezmurlar, ilahiler, ruhsal ezgiler yükseliyor; her şey için durmadan Babamız’a şükrediyoruz. Ruh’la dolu olduğumuzda Dedikodu, iftira, acılık ve öfke ruhunun yerini şükür ve övgü ruhu alır. Ateşli bir dille Rab’bi ilan ederiz.

İlk şehit İstefanos böyleydi. Yahudi din bilgilerine ateşli bir dille konuşmuştu.

Öyle ki, Elç. 6:10’da
“İstefanos’un konuşmasındaki bilgeliğe ve Ruh’a karşı koyamadılar.” diyor.

İstefanos ta İbrahim’den başlayıp bütün Eski Antlaşma’yı özetleyip İsa Mesih’in çarmıha gerilmesine kadar Ruh’un doluluğunda onlara müthiş bir Müjde vaazı verdi. Bu sözleri işitince öfkelendiler. Çünkü İstefanos’un ateşli bir dille Ruh doluluğunda konuşmasıyla Tanrı onların günahlarını ortaya çıkardı ve onları ilzam etti. Şehit olurken İsa Mesih’i Tanrı’nın sağında dururken gördü ve kendisini öldürenler için dua etti: “Ya Rab, bu günahı onlara yükleme!” dedi. Tıpkı Rab’bi gibi o da kendisine zulmedenler için iyilik diledi. Dili ölüm anında bile Ruh’un ateşine sahipti.
Efesliler 5:18’den sonraki ayetlerin tümü Ruh’la dolu insanların karakteristik özellikleridir. Tanrı’ya şükredip övgüler yükseltmekle başlar, kilisede ve evde birbirimize bağlı olmakla, yani karı koca, çocuklar ve anne baba, efendi ve köle arasındaki ilişkilerle devam edere ve 6. bölümdeki İblis’in hilelerine karşı durabilmek ve ruhsal savaş yapabilme konusuna kadar uzanır.

Özetleyecek olursak Ruh’la dolu değilsek, Tanrı’yı olması gerektiği gibi yüceltemeyiz. Ruh’la dolu değilsek, Tanrı’nın istediği karı koca olamayız. Ruh’la dolu değilsek, çocuklarımızı doğru yetiştiremeyiz. Çalışma yerimizdeki ilişkilerimizde Mesih’i yansıtamayız. Ruh’la dolu değilsek, İblis’in hilelerine karşı duramayız. Yani zaferli Hristiyan yürüyüşünün ve güçlü bir tanıklığın sırrı Kutsal Ruh’la sürekli dolu dolmaktır.Hristiyan yaşamımızda her şey sürekli Ruh’la dolu olmaya bağlıdır. Rab’bin işinde verimli olmak için Kutsal Ruh’la doluyoruz, kurallara göre değil, Ruh’un yönlendirişine ve Ruh’un sağladığı özgürlüğe göre hizmet etmek için! İsa Mesih’in yolu buydu!

Rab İsa’nın kendisi Kutsal Ruh’tan olmasına rağmen, yeryüzünde insan benzeyişinde tezahür ettiği yıllar boyunca her zaman Kutsal Ruh’la dolmayı amaçladı ve tüm yüreğiyle bunu aradı. Çölde geçirdiği 40 günün sonunda Kutsal Ruh’la dolu olarak ayrıldı ve her zaman Baba’nın yüzünü arayarak Ruh’la doluyordu. Bunu bir kerelik bir olay değil, tekrar eden bir süreç olarak gördü. O insanlara ya da şartlara göre değil, Ruh’un yönlendirişine, özgürlüğüne uyarak hizmet etti. Bu nedenle her şeyi her zaman doğru yaptı. Böylece Baba’nın sözünü dinlediği ve Baba’nın hoşnut olduğu Oğul olduğuna tanıklık edildi. Çünkü Baba’ya itaat etmek, her kurbandan iyidir.

Yeryüzündeki görevi bitip de göğe alınınca yeryüzünde bıraktığı öğrencilerine önce Kutsal Ruh’la dolmayı, yücelerden gelen güçle kuşatılmalarını söyledi. Rab dirilmiş ve göğe alınmıştı, bu iyi haberi söylemek için 10 gün beklemeye gerek var mıydı? Evet, çünkü Rab’bin işi Kutsal Ruh doluluğuyla yapılmalıydı. Bu nedenle hizmet etmeye başlamadan ve bir kilise olmadan önce Kutsal Ruh’la dolmalıydılar.

Şimdi biz Rab’bin kilisesi olarak ilk kardeşlerimiz gibi Kutsal Ruh’la doluluğu aramamız gerek. Ama bunun için önce nasıl bir yüreğimiz olmalı?

Rab, Yuhanna 7. bölümde
“Bir kimse susamışsa bana gelsin, içsin” dedi. Susamış olanlar Rab’den içiyor.

Yeremya 29:13’te
“Bütün yüreğinizle arayınca beni bulacaksınız” diyor.

İbraniler 11:6’da
“Tanrı’ya yaklaşan, O’nun var olduğuna ve kendisini arayanları ödüllendireceğine iman etmelidir.” diyor.

Tanrı kendisini arayanları ödüllendiriyor. Neden böyledir? Çünkü sadece tüm yüreğimizle Tanrı’yı aradığımızda, O’nunla ilişkimizin dünyadaki en önemli şey olduğunu göstermiş oluruz.

Şöyle bir şey hayal edelim. İsa’nın göğe alınmasından sonra yücelerden gelen güçle kuşanmak için yukarı odada dua eden öğrencilerden biri beklemekten yorulduğunu söyleyip dokuzuncu gün odadan çıkıyor. Diğerlerine artık beklemekten vazgeçtiğini söylüyor. Halbuki bir gün daha bekleseydi, Kutsal Ruh’la dolacak, yücelerden gelen güçle kuşanacak ve aradığı cevabı bulacaktı. Sonradan olayın gerçekleştiğini duyunca ne büyük bir hayal kırıklığı içine düşecektir..Böyle bir kişi Rab’be susamamış, tüm yüreğiyle O’nu aramamış bir kişi olarak ödülünü alamadan fırsatı kaçırmış olur.

Bu yüzden Rab’bin Ruhu’yla dolu olmaya açıkmış ve susamış bir yürk tutumumuz olsun ki ödülümüzü alalım. Her şeyden çok Rab’bi arzuladığımızda, birinci yeri her zaman Rab’be verip kendimizi inkar ettikçe O’nu tüm yüreğimizle arıyoruz.

Yüreğimizi pek çok odası olan bir eve benzetecek olsak, eğer odaların sadece birinde ışık yanıyorsa, o evde ışık var diyebiliriz, ama tüm odalarda ışık olsa o ev ışıl ışıl parlıyor deriz…Kutsal Ruh’la dolu yaşamak buna benzer, Mesih’in içimizde yaşamı ışık saçar. Gerek sözde gerek eylemde insanların gözü önünde Rab’bin ışığı parlar. Hayatımızın her alanını Rab’ne vererek kendimizi inkar ettiğimiz oranda Rab’bin lütfuyla bunu başaracağız. Ruh’la dolarak bize şimdi yapılması imkansız gelen pek çok şeyi tereyağından kıl çeker gibi başardığımızı görürüz. Örneğini bir kardeşi bağışlamakta zorlanıyorsak Ruh’la dolu olduğumuzda bunu kolayca yapabiliriz. Ya da belirli bir kaygı bizi düşüncede tutsak ediyorsa, gelecek korkumuz varsa Ruh’la dolu olduğumuzda bu korkuları üzerimizden atabiliriz. O yüzden bize teşviğim Rab’bin özgürlük veren Ruhu’nu içimizde dolu olmasıdır. O’na acıkıp susayalım, o zaman hayatlarımızda Mesih açıkça yücelecek ve biz de rahat edeceğiz.Mesih’in sözünü ettiği kolay boyunduruk, hafif yük ve rahatlık Ruh doluluğundadır. Rab bizleri uyandırsın.

Dirisu Kilisesi

Alper Özharar

Barıştırma Görevimiz

21 Ağustos 2016

İncil 2.Korintililer 5:11-21
11  Rab’den korkmanın ne demek olduğunu bildiğimizden insanları ikna etmeye çalışıyoruz. Ne olduğumuzu Tanrı biliyor; umarım siz de vicdanınızda biliyorsunuz. 12 Kendimizi yine size tavsiye etmeye çalışmıyoruz. Ama yürekle değil, dış görünüşle övünenleri yanıtlayabilmeniz için bizimle övünmenize fırsat veriyoruz. 13 Eğer kendimizde değilsek, bu Tanrı içindir. Aklımız başımızdaysa, bu sizin içindir. 14 Bizi zorlayan, Mesih’in sevgisidir. Yargımız şu: Biri herkes için öldü; öyleyse hepsi öldü. 15 Evet, Mesih herkes için öldü. Öyle ki, yaşayanlar artık kendileri için değil, kendileri uğruna ölüp dirilen Mesih için yaşasınlar.

16 Bu nedenle, biz artık kimseyi insan ölçülerine göre tanımayız. Mesih’i bu ölçülere göre tanıdıksa da, artık öyle tanımıyoruz. 17 Bir kimse Mesih’teyse, yeni yaratıktır; eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur. 18 Bunların hepsi Tanrı’dandır. Tanrı, Mesih aracılığıyla bizi kendisiyle barıştırdı ve bize barıştırma görevini verdi. 19 Şöyle ki Tanrı, insanların suçlarını saymayarak dünyayı Mesih’te kendisiyle barıştırdı ve barıştırma sözünü bize emanet etti. 20 Böylece, Tanrı aracılığımızla çağrıda bulunuyormuş gibi Mesih’in adına elçilik ediyor, O’nun adına yalvarıyoruz: Tanrı’yla barışın. 21 Tanrı, günahı bilmeyen Mesih’i bizim için günah sunusu yaptı. Öyle ki, Mesih sayesinde Tanrı’nın doğruluğu olalım.

Rabden korkmak ne anlama geliyor? Pavlus burada şunu demek istiyor;  İnsanlar İsa Mesih’te kurtuluşa kavuşmadıkları takdirde günahları yüzünden Tanrı tarafından yargılanacakları ve sonsuzca cehenneme gidecekleri gerçeğiydi.

Bu nedenle Pavlus ve Elçiler İnsanlar Tanrının gazabına uğramasınlar Mesih’te ki kurtuluşa kavuşsunlar diye gayretle çabalıyorlardı.
Pavlus içtenlikle yaptığı bu çalışmanın bazı kötü niyetli ve sözde inanlılar tarafından sekteye uğratılmaktan bahsediyor. Ve şöyle demek istiyor; Kendi yaşantımızı önemsemiyorsak, hor görülen bir yaşam sürüyorsak, kendimizi öne çıkarmıyorsak, size hep basit bir kul gibi hizmet ediyorsak Bunu Tanrıyı yücelttiğimizin bir göstergesi olarak görün.  Gururlu ve kendilerini öne çıkaran sözde Mesih inanlılarına siz cevap verin. Çünkü bizim bu çabamız Tanrıya olan sevgimizden kaynaklanıyor.

Yargımız şu: Biri herkes için öldü; öyleyse hepsi öldü.  Evet, Mesih herkes için öldü. Öyle ki, yaşayanlar artık kendileri için değil, kendileri uğruna ölüp dirilen Mesih için yaşasınlar.

Pavlus ve elçilerin ararım verdiği bir diğeri uyarı şuydu Mesih herkesin günahı için öldü öğleki insanlar iman edip sonsuz yargıdan ve cehennemden kurtulsunlar. Hayat memat meselesi olan bu kurtuluşu ellerinin tersi ile itmesinler. Çünkü gök altında ve gök üstünde insanların Mesih’in dışında kurtula bilecekleri başka bir seçeneğin olamadığını insanların iyi bilmesi gerekiyor.

Mesihi kabul edip sonsuz yaşam vadine kavuşan insanların yaşamlarında birinci ve ilk yeri Mesih’in alamsı şart ve gereklidir. Yani yaşamımız Mesih’le her an bütünleşmeli. Siz imanlı kardeşler bu konuda kendiniz ne düşünüyorsun. Yaşamınızın birinci ve en önemli yerinde Mesih’in kendisi var mıdır? Bu İnanlılar için en önemli ve can alıcı bir gerçektir. Bunu her gün kendinize sorun ve cevaplayın. Bu sıtardan’ta değilseniz ruhani yaşamınızda büyük bir sorun var demektir. Unutmayın Siz yaşayasınız diye Mesih sizler için kendi yaşamını verdi.

İnsanlar Mesih’te yenilenmiştir. Artık ırk, dil, renk, kadın Erkek ayrımı olmak ’sızın insanlar Mesih’te yeniden yaratıldılar. Tanrı her şeyi Mesih’te yeniden yaratıyor. Ve bizler bu yeni yaratılışa davet edilip seçildik. Kutsal kitabın Vahiy bölümünde Yeni yeruşalim yani gökte yeni bir kent kilise için hazırlanıyor diyor. Dünya ve dünyada olan her şey günah yüzünden yargılanıp ateşle yanacaktır ama Mesih’te yenilenmiş kişiler için yeni gök ve yeni bir yer hazır olacaktır.

Şimdi bizim en önemli görevimiz Elçi Pavlus gibi insanları bu kurtuluştan haberdar ederek Tanrıyla barışmalarını sağlamaktır.

Tanrı, Mesih aracılığıyla bizi kendisiyle barıştırdı.

Bu ayetin altını kalın çizerek üzerinde durmak gerekiyor Tanrı yalnız Mesih aracılığıyla insanları kendisiyle barıştırdığını görüyoruz. Bu çok önemli bir vurgudur. Ne Meryem ana ( evet Ona saygı duyuyoruz ama bizle tanrı arasında aracı değildir ) Ne azizler ne her hangi bir insan nede bazı dinlerin kendileri açısından iddia ettikleri bir peygamber İnsanlığı kurtaramaz.  Dikkat edelim Ayetteki bu cümle iki defa tekrarlanıyor.

Tanrı, insanların suçlarını saymayarak dünyayı Mesih’te kendisiyle barıştırdı.

Kimde kendisiyle barıştırdı Tanrının sözü tekrara tekrar vurguluyor bizi Mesih’te kendisiyle barıştırıyor. O zaman Mesih İnsanlığın kurtuluşu olarak ilk ve tek seçenektir. İşte biz Mesih inanlıları olarak Tanrıyla barıştığımız için ve bunu tecrübe ettiğimiz için Tanrının bu barış çağrısını duyurma görevimiz vardır. Bu barış Tanrı tarafından Mesih’te sağlanmışıdır. Ama bunun ilkelerini duyurma görevi bize verirmiştir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, düşünceniz nedir kardeşler.

2.Korint 6:1-2
Tanrı’yla birlikte çalışan bizler, O’nun lütfunu boş yere kabul etmemenizi ayrıca rica ediyoruz.  Çünkü Tanrı diyor ki,
“Uygun zamanda seni duydum,
Kurtuluş günü sana yardım ettim.”

Uygun zaman işte şimdidir, kurtuluş günü işte şimdidir.

Bu barıştırma ve barış zamanı ne vakittir? Şimdidir vakit varken bu görevimizi yapmalıyız. Çünkü gün gelecek ki bu barıştırma zamanını bulamayacağız. Ve Rab gelecektir. Zaman varken bu görevimiz yapmalıyız. Verilen Talant örneğini hatırlayalım. Sonra Rab tarafında yargılanmayalım. Rab hepimizi bu anlamda uyandırıp harekete geçirsin.

Dirisu Kilisesi

Bedri Peker