Hediye Baytekin

Hediye hanım tüm günahlarını fark etmeye başladı. O güne kadar fark etmediğim tüm günahlarımı fark etmeye başladım ve bir görüm gördüm.

Önümde dar bir yol ve yolun her iki tarafında da büyük uçurumlar vardı. Rab bana “Senin sonun bu uçurumdu fakat geri döndün” dedi

Merhaba, ben Hediye Baytekin.

1948’de Siirt’in Ekindüzü köyünde, Hristiyan bir ailede dünyaya geldim. Katolik inancına ve geleneklerine göre bir yaşam sürüyordum.

Ben o kadar dinciydim ki Hristiyan olmayanların, su içtikleri tası külle yıkamadıkça o tastan su içmezdim. Fakat o yaşıma kadar İncil’i hiç okumamıştım. Allah’ın insanlara olan sevgi mesajından habersizdim. Tanrı’ya övgüler olsun ki İncil bizi uyararak şöyle der: Hiçbir insana kötü ya da haram denilmemeli. İncil’de Elçi Petrus bize şöyle yazıyor:

Oysa Tanrı bana, hiç kimseye bayağı ya da murdar dememem gerektiğini gösterdi (Elçilerin İşleri 10: 28).   

Tekrar İncil’in başka bir bölümünde şöyle der:

“Dilimizle Rab’bi, Baba’yı överiz. Yine dilimizle Tanrı’ya benzer yaratılmış insana söveriz. Övgü ve sövgü aynı ağızdan çıkar. Kardeşlerim, bu böyle olmamalı. Bir pınar aynı gözden tatlı ve acı su akıtır mı? Kardeşlerim, incir ağacı zeytin ya da asma incir verebilir mi? Bunun gibi, tuzlu su kaynağı tatlı su veremez (Yakup 3: 9 – 12).

On altı yaşıma geldiğimde, uzaktan bir akrabamız olan Adem Bey’le evlendim. Bir sene sonra Tanrı bize bir çocuk verdi. Deneyimsiz ve çocuk sayılacak yaşlardaydık. Fakat çok değerli bir kayınvalidem vardı, beni kendi çocuklarından biri gibi görür, bana çok yardımcı olurdu. Ona her zaman şükran borçluyum.

Çevremizdeki insanlar Müslüman olduklarından bizlere farklı gözle bakıyorlardı. Üzerimizde ruhsal bir baskı vardı. Mesih İsa’nın güçlü eli üzerimizde olduğundan dolayı korunuyorduk. Zaman zaman köy kadınlarıyla işlerimiz oluyordu ve o zamanlarda hemen kendi inançlarını kabul etmem için beni sıkıştırmaya başlıyorlardı. Rab’bin sözü bana cesaret veriyordu. Onlara karşı olumsuz bir davranışta bulunmadığım halde bana hakaret edip beni aşağılıyorlardı

Ben on sekiz yaşıma geldiğimde ikinci çocuğumuz oldu. 1968’de ailece köyümüzden ayrılıp Mersin’e gittik. Mayıs ayında oradan Mardin’in Midyat ilçesine yerleştik. Midyat’a yerleştikten sonra eşim askere gitti. Onun dönüşüne kadar Midyat’ta kaldık. Midyat’a gittiğimde kendimi cennette gibi hissediyordum. Çünkü bütün çevrem Hristiyan’dı.

1971’de eşim askerden döndükten sonra birkaç ay yanımızda kalıp sonra İstanbul’a hem çalışmaya, hem de bizim oraya yerleşmemiz için bir ön hazırlık yapmaya gitti. Yedi ay orada kaldıktan sonra bizi de götürmek için Midyat’a geri döndü. Daha sonra iki çocuğumuzu alıp İstanbul’a geldik. Eşim beni, orada benden önce tanıştığı Mesih İsa’ya içtenlikle iman eden bir grupla tanıştırdı.

Ben büyük bir Katolik kilisesine gideceğimizi hayal etmiştim. Ev grubu toplantısını görmek beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Dua toplantıları yapılıyordu. Eşim sık sık bu toplantılara katılıyordu. Ben de onunla birkaç kez gittim. O ortam bana çok garip geliyordu. Yüreğimi onlara karşı kapattım. “Eşim hep bu toplantılara gidiyor, bizim kilisemize gitmiyor” diye içimden kızıyordum.

Fakat eşim her gün benim için dua ediyor ve bana Kutsal Kitap okuyordu. Bana izah etmeye çalışıyordu. Bir gün bana şu soruyu sordu: “Hediye, sen bunca zamandır bilinçsiz bir şekilde Hristiyan geleneklerine devam ediyorsun, sende ve yaşamında hiç bir değişim oldu mu?” Bana öyle sorunca “Ben günahlı biri değilim. Hırsızlık yapmıyorum, kimseyi öldürmedim, kötülük yapmıyorum. Ben çok doğru bir insanım” diye cevap verdim. Eşimin Mesih inancına dayalı bir hayat sürmesi ve o yaşıma kadar öğrendiğim katolik inancından uzaklaşması beni rahatsız ediyordu, onun doğru yoldan uzaklaştığını düşündüğümden dolayı endişeleniyordum.

Bu dönemde hastalandım. Yüreğim Rab’be kapalıydı ve açmak istemiyordum. Artık çocuklarıma bakmakta zorluk çekecek kadar rahatsızlanmıştım. Eşim yüreğimi Rab’be açarsam ve O’na iman edersem iyileşeceğime iman ediyordu. Eşimin bu teşviklerde bulunması ağırıma gidiyordu.

Bir kaç gün sonra bir imanlı kardeşin eşi beni ziyaret etti. Beni hasta görünce bana “Haydi kız kardeşim seni yakın bir doktora götüreyim” dedi. O an içimden eşimin bana olan teşviklerini düşünmeye başladım ve Rab’be içimden “Rab İsa, bana merhamet et” diye dua ettim. O kız kardeş hâlâ benden cevap bekliyordu. Bana aniden bir güç geldi ve o an anladım ki Rab İsa bana dokundu vücudum hafifledi ve yüreğime sevinç geldi. O kız kardeşe dönerek şunu söyledim, “Rab İsa bana şifa verdi”. Bunu söylerken sevinçten gözyaşı döküyordum. “Artık doktora gitmeme gerek yok, şifa buldum” dedim. Bu sevincimi gören kız kardeş de benimle sevinmeye başladı.

O güne kadar fark etmediğim tüm günahlarımı fark etmeye başladım ve bir görüm gördüm. Önümde dar bir yol ve yolun her iki tarafında da büyük uçurumlar vardı. Rab bana “Senin sonun bu uçurumdu fakat geri döndün” dedi ve bu sır bana açılınca Rab’be daha çok sarıldım. Ondan sonra kardeşleri sevmeye başladım. Kendimle barıştım ve Rab’bin topluluğuna sevinçle katılmaya, Kutsal Kitap okumaya başladım. Ben okula gitmemiş olduğum halde Rab’bin yardımı ve lütfu sayesinde okumayı da öğrendim. Kutsal Kitap’ı defalarca baştan sona okudum. Hâlâ okumaya devam etmekteyim.

O günden bugüne, O’nun lütfu sayesinde kilisemizde ve aile yaşamımda sevinçle, sade yürekle, hizmet etmekteyim. Rab’le, ailemle ve Rab’bin topluluğu ile sevinmekteyim. Rab’be duam şudur: bu tanıklığım Göksel Babamız ve Kutsal Oğlu İsa Mesih’te size bereket olsun, O’nun lütfunun yüceliğini tatmanız için size bereket olsun.

Kutsal İncil’in dediği gibi:

Umut düş kırıklığına uğratmaz. Çünkü bize verilen Kutsal Ruh aracılığıyla Tanrı’nın sevgisi yüreklerimize dökülmüştür. Evet, biz daha çaresizken Mesih belirlenen zamanda tanrısızlar için öldü (Romalılar 5:5-6)

Hediye Baytekin

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın