Tanrı’nın Yüceliği İçin Yaşamak

03 06 2012

Matta 5. bölümde İsa Mesih’in Dağdaki Vaaz’ını biliyoruz. İncil’in yüceliğini ve farkını açıkça ortaya koyan, ilk okuduğumuzda hepimizi etkileyen Tanrısallığın parladığı bir pasajdır.

Rab’bin Dağdaki vaazı tabiri caizse Yeni Antlaşma’nın “anayasıdır”..Nasıl ki Musa Eski Antlaşma’yı bir dağda alıp halka verdiyse, İsa da Yeni Antlaşma’nın kurallarını halka başka bir dağda vermektedir…Musa’nın durumunu hatırlayalım; Sina Dağı’nda Tanrı’nın Kutsal Yasası’nı aldı,Tanrı kendi parmağıyla yazdığı yasa levhalarını Musa’ya verdi. Dağa bir hayvan bile dokunsa taşlanacak” buyruğunu vermişti..İbraniler 12:21’de şöyle diyor: “Görünüm öyle korkunçtu ki, Musa, “Çok korkuyorum, titriyorum” dedi.”

Ama bir de İsa’nın vaaz verdiği dağa bakıyoruz..tüm insanlar Rab’bin yanında dağdalar, hem de hayvanlarıyla birlikte oradaydılar.. Rab halkının arasına gelmiştir ama insanlar güvenlik içindeler.

RAB aynı kutsal Rabdir, ama artık düzen değişmiştir..Yasa aynı Yasadır, ama lütuf ve gerçek gelmiştir..Verilen kuralların ahlaki seviyesi yükselmişti, ama artık kurallar taş levhalara değil, Ruh aracılığıyla yüreklere yazılacaktır.

Bugün Dağdaki vaazın bir bölümünü paylaşmak ve sizleri tekrar teşvik etmek istiyorum..Bu bölümde Rab İsa Tanrı’yı dünyanın önünde nasıl yücelteceğimizle ve dünyayı Tanrı’yı yüceltmeye nasıl yönlendirebileceğimizle ilgilidir.

Mat 5:13  “Yeryüzünün tuzu sizsiniz. Ama tuz tadını yitirirse, bir daha ona nasıl tuz tadı verilebilir? Artık dışarı atılıp ayak altında çiğnenmekten başka işe yaramaz.
Mat 5:14  “Dünyanın ışığı sizsiniz. Tepeye kurulan kent gizlenemez.
Mat 5:15 Kimse kandil yakıp tahıl ölçeğinin altına koymaz. Tersine, kandilliye koyar; evdekilerin hepsine ışık sağlar.
Mat 5:16 Sizin ışığınız insanların önünde öyle parlasın ki, iyi işlerinizi görerek göklerdeki Babanızı yüceltsinler!”

Kimden bahsediyor bu sözlerinde? Yeryüzünün tuzu dünyanın ışığı derken kimleri kastediyor? Kendisine iman eden Tanrı’nın çocukları için söylediği sözler bunlardır. Bizim için söylüyor.
Yüreklerine Tanrı’nın yasaları yazılmış kişiler için söylüyor. Yeni Antlaşma’nın çocuklarına söylüyor.

Burada Hristiyanların ve kilisenin dünya için, insanlık için ne kadar önemli olduğunu görüyoruz.. Gerçekten bizler bu kadar önemli olabilir miyiz? Neden tuz ve ışık kadar önemli oluyoruz? Bizler de diğerleri gibi sadece insanız, bizim de pek çok eksiklerimiz, zayıflıklarımız var. Bu dünyada olağan insanlar gibi yaşıyoruz.

Ama bizde dünyada olmayan bir şey var.

Rab İbrahim’e bir vaat vermişti: Gen 22:18 Soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin.”  İbrahim İshak’I kurban olarak sunduğu zaman RAB ona bu vaadi veriyor. Bu vaat ne harika. Bir insan RAb’bin kutsama aracı oluyor, insana verilen büyük bir onur..”Soyunun aracılığıyla” İbrahim’in soyu ne kadar değerli değil mi? Onun soyu aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacaktır..Peki bu soy kimlerden oluşuyor?

Bunun cevabı Yeni Antlaşma’da verilmektedir: Gal 3:7’de  “İbrahim’in gerçek oğulları iman edenlerdir.”

Ve

Gal 3:9  Böylece iman edenler, iman etmiş olan İbrahim’le birlikte kutsanırlar.

Bizler Rab İsa Mesih’e imanımız sayesinde İbrahim’in gerçek oğulları oluyor muyuz!??..Kutsanıyor muyuz? Evet.. O zaman İbrahim’in imanının aynısına sahip olarak yeryüzündeki halkları bereketleme ve kutsama misyonuna sahibiz.

Rab’bin İbrahim’e verdiği vaat, şimdi Mesih İsa’ya olan imanımız sayesinde bizler için geçerlidir.

Kardeşler, Yeni Antlaşma imanlıları olarak bizler ne kadar değerli olduğumuzun farkında olmalıyız.. 1KO.6:19’da ne diyor: “Bedeninizin, Tanrı’dan aldığınız ve içinizdeki Kutsal Ruh’un tapınağı olduğunu bilmiyor musunuz?”

İçimizde artık Kutsal Ruh yaşıyor. Tanrı Oğlu’nun yüceliği içimizde parlıyor. Bu nedenle bizler Kutsal Ruh’un insanları, ulusları kutsama araçlarıyız..Bizim dünya için değerimiz ve önemimiz büyüktür.

Şimdi Matta 5’deki ifadelere bakalım:
“Yeryüzünün tuzu sizsiniz”– Tuz yiyecekleri lezzetli ve hoş bir hale getirir ve koruyucu özelliği vardır. Tuzun yiyecekleri koruma özelliğinin keşfedilmesi insan medeniyetini ilerleten temellerden olmuştur. Çünkü mevsimsel yiyeceklere bağımlılığı ortadan kaldırarak uzun mesafelere yiyecek götürebilmeyi mümkün kılmıştır. O kadar önemlidir ki, tarihte tuz kaynaklarını ele geçirmek amacıyla savaşlar bile çıkmıştır. Yeryüzünün tuzu olmamızdaki hikmet budur. Yeryüzü, yani dünya ve insanlar için Hristiyanlar’ın anlamı budur. Yaşamları ve öğretileriyle insanlara Tanrısal bir lezzet sunmak, göğün tadını hissettirmek ve ayrıca dünyayı tam bir ahlaki mahvoluştan korumaktır.  Tanrı’nın bereketleri imanlıların dualarıyla, aracılığıyla gökten yere iner. Çünkü Rab bizleri İbrahim’e verdiği vaat uyarınca kutsal bir ulus, kâhinler topluluğu, barış yapıcıları ve kutsama araçları haline getirmiştir. Ettiğimiz dualar, bereketle meler  ve kutsamalarla, bıraktığımız etkiler ve sergilediğimiz örneklerle dünyayı değiştirme gücü ve yetkisi kiliseye verilmiştir.

“Dünyanın ışığı sizsiniz” sözüne gelelim –..Gezegenimizin ışığı güneştir, Güneş sayesinde nesneler görünür hale gelir, şekilleri, doğaları, güzellikleri, kusurları görülür. Işık ise İncil’de her zaman yaşam ve İsa Mesih anlamındadır. Örneğin Rabbin doğumuyla ilgili olarak Matta 4:16’da “Karanlıkta yaşayan halk, Büyük bir ışık gördü. Ölümün gölgelediği diyarda Yaşayanlara ışık doğdu” diye yazar. Gene Yuhanna 8:12’de “İsa yine halka seslenip şöyle dedi: “Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur”. Nasıl ki fiziksel dünyayı güneş aydınlatıyorsa, canlılara biyolojik yaşam veriyorsa ki güneş olmazsa dünyada yaşam olmazdı, aynı şekilde ruhsal karanlığı da İsa Mesih aydınlatmaktadır. .Ruhsal meseleleri gerçekten anlamak, karanlıktan kurtulup sonsuz yaşama kavuşmak için Rab’be ihtiyaç vardır.. Rab İsa ışığın kendisidir ve dünyanın ışığıdır. Fakat ona iman eden bizler yani kilise O’ndan aldığı ışığı yansıtarak dünyayı aydınlatabiliriz. Öğretileriyle ve örnekleriyle Tanrı’nın insandan beklentisini, insanın günahlı durumunu, esenlik yolunu ve mutluluğa götüren tek kapı’yı gösterebilir ve insanlığı cehaletten kurtarıp aydınlatabiliriz.

Tepeye kurulan kent gizlenmez … – Yahudiye dağlık bir bölgeydi ve pek çok kent tepelerde ve tepe yamaçlarına kuruluydu ve çok uzaklardan bile görünüyordu. Rab’bin kilisesini bu dünyada tepeye kurulu kent gibi yapmıştır. Bunu yapmaktaki amacı herkesin eylemlerimizde Mesih’i görmesi içindir Bizim eylemlerimiz gizlenemez. Dünyanın gözü üzerimizdedir. Sadece dünyanın gözü üzerimizde değil, ruhsal olarak da hem meleklerin hem de kötü ruhların gözü üzerimizde..Çünkü Efesliler 2:6’da dediği gibi “Tanrı bizi Mesih İsa’da, Mesih’le birlikte diriltip göksel yerlerde oturttu”. Madem göksel yerlerde otutuyoruz, o zaman tüm davranışlarımızda kutsal, alçakgönüllü ve iyi işlerle dolu olmamız beklenir. Çünkü bizi gören, bizi göndereni görecektir. Rab O’nun temsilcileri olalım ve iyi işlerimiz görülsün diye bir amaç uyarınca bizi tepeye kurulan bir kent gibi yapmıştır. Yabanıl topraklarda aç susuz dolaşanlar Tepe üzerine kurulu kenti görerek yemek içmek için buraya geleceklerdir.

Kimse kandil yakıp tahıl ölçeğinin altına koymaz. Tersine, kandilliğe koyar; evdekilerin hepsine ışık sağlar.- Gene bir önceki benzetmeye benzeyen bir ifade. Burada Rab kandilliği, yani kiliseyi yaktıktan sonra sonra yerde duran tahıl ölçeğinin altına koymadı, duvarda asılı ya da masa üzerindeki kandilliğe koydu..Herkes bu ışığı görsün ve o ışıktan yararlansın diye. Çünkü bütün insanlık karanlıktadır ve Rab’bin kandiliği yakmaktaki amacı dünyayı ışığımızla parlatmaktadır.

Peki bizim ışığımızın parlaması ne demek? – Kutsal yaşamımız, konuşmalarımız, sadakatimiz her yerde görülmesi ve bilinmesidir. Bütün cemiyetlerde, işlerimizde, evde, sıkıntılarda ya da zorluklarda gerçek Hristiyanlar olduğumuz görülmelidir. Kutsal Ruh’tan kaynaklanan iyi işlerimiz belli olmalıdır. Ama Rab’bin bizi tepe üzerine kurmasının ya da kandilliğe koymasının nihai amacı sadece iyiliklerimizin görülmesi değildir. Matta 6:1’de Rab ne diyor? “Doğruluğunuzu insanların gözü önünde gösteriş amacıyla sergilemekten kaçının. Yoksa göklerdeki Babanız’dan ödül alamazsınız”. Demek ki asıl amacımız kendimizi göstermek yapmak değil, Göklerdeki Babamızı yüceltmek ve diğer insanların da yüceltmesine önayak olmaktır. Ferisiler doğruluklarını diğer insanlar görsün diye kendilerine yücelik kazandırmak için yaparlardı, gerçek Hristiyanlar ise Tanrı’yı yüceltmek için eyleme geçerler. İnsanların ne düşündüğüne bakmazlar. Bizler iyi işlerimizi Tanrı’nın yüceltilmesi için sergilemeye çağrıldık.

Rab’bin bu ayette söylediği bir sözcüğe özel olarak dikkat edelim: “Sizin ışığınız insanların önünde öyle parlasın ki!” bu “öyle” parlasın sözcüğünden ışık parlamalarının farklı dereceleri olduğunu anlıyorum. ışığın farklı parlaklık dereceleri vardır.. 30 mumluk ampul ile 100 mumluk ampül aynı seviye parlamaz..Bunun gibi Rab’de “öyle parlasın ki” derken aslında bize yetkin bir parlaklık derecesinde olmamızı istiyor..Öyle bir parlaklık düzeyi olsun ki, insanlar “iyi işlerimizi görerek göklerdeki Babanız’ı yüceltsinler!”  Daha düşük parlaklıklarda Rab’bin iyi işleri fark edilmez..Dünyanın aldatıcılığı içerisinde kaybolup gitme tehlikesi olabilir.

Rab Matta 5:46-47’de ne demişti:
Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, ne ödülünüz olur? Vergi görevlileri* de öyle yapmıyor mu? Yalnız kardeşlerinize selam verirseniz, fazladan ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyor mu?

Sevgili kardeşler, dünyada insanlar belli vicdan ölçütlerine göre yaşıyorlar, dünyanın ve insanlığın temel kuralları, ilkeleri, sosyal yaşam bu türden vicdani davranışları zorunlu kılar..bizi sevenleri severiz, dünyada arkadaşlıklar, dostluklar kuruluyor, ilişkiler, birliktelikler oluyor..Bu ayette de söylendiği gibi vergi görevlileri, yani günahkarlar da öyle yaparlar..Peki Rab bize ne söylüyor? bu ayetlerde “fazladan” sözcüğüne dikkat edin.. Fazladan bir şeyler yapmamızı istiyor.. Yalnız kardeşlerinize selam verirseniz fazladan ne yapmış olursunuz.. Çünkü Tanrı çocuklarına verilen ahlak standartları çok yüksek. Dağdaki vaaz gerçekte bu fazladan yapılan işler konusuna çok değinmiştir.

Örneğin Rab neler söylüyordu:

Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.
Size karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanızı da verin.
Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün.

Bunlar ve Dağdaki vaazdaki diğer buyruklar hep fazladan şeyler yapmamızla ilgilidir.

Kardeşler, o zaman Rab’bin bizden istediği şey “fazladan” işler yapmamız ve ödül almamızdır. Sadece bizi sevenleri sevmemizi değil, düşmanlarımızı da sevmemizi istiyor..Çünkü bu O’nun karakteridir…Ve bunları bize öğüt olarak vermiyor..Burası çok önemli….Yani yaparsanız iyi olur, yapmanızı tavsiye ediyorum demiyor…Bunlar buyruklardır..Yapmak zor görünse de Rabbimiz bunları buyruk olarak gene de veriyor…Bunun tartışılacak ya da pazarlık edeceğimiz bir tarafı yok…Biliyoruz ki, İnsani açıdan bunları yapmak zordan öte imkansız..Evet..beden alıp aramıza gelen zayıflıklarımızda bize yakınlık duyan, yüreğimizden geçen kötü düşünceleri bilen Rab nasıl bizden imkansız bir şey yapmamızı istiyor?

Kardeşler, öncelikle şunu bilelim ki fazladan işler insanın başaracağı türden işler değildir..Bunlar Tanrı’nın işleridir. Tanrı’nın Ruhu’nun bizde çalışması sonucu gerçekleşir. Rab İsa Tanrı’nın Ruhu’nun bizlerde egemenlik sürmesini buyurmaktadır…Rab bütün bu fazladan işleri Kutsal Ruh’a itaat ederek, O’nun sözünün gücüne güvenerek yapabileceğimiz biliyor ve bu nedenle buyuruyor..O aslında bize “Tanrı’nın Ruhu’nun sizde egemen olmasını buyuruyorum” diyor..Bu gerçekleştiği zaman Rab’bin ışığı bizde parlar..Ve Rab’bin buyruklarını yerine getiririz…Rab’bin Ruhu bizde gözükür, o zaman diğer insanlar bizde görünen ışığa ve Kutsal Ruha çekileceklerdir. Tanrı’nın bizdeki işlerini övecekler ve onlarda bizim gibi olmak isteyeceklerdir..Bizim etrafımızda Rab bir çekim alanı oluşturacak , insanlar bize baktıklarında sevgiyi görecekler, dilimizden umut sözleri döküldüğünü duyacaklar, esenlik yolunu bildirdiğimizi işitecekler..Bizde farklı bir şey olduğunu görecekler.

İsa Mesih’in dağdaki vaazını dinleyenler bu farkı gördüler.
Matta 7:28 “İsa konuşmasını bitirince, halk O’nun öğretişine şaşıp kaldı.
Mat 7:29  Çünkü onlara kendi din bilginleri gibi değil, yetkili biri gibi öğretiyordu”

İnsanların bizim için de böyle düşünmesi ne harika olurdu.

Bu halka televizyonlarda, gazetelerde kendi din bilginleri sürekli konuşuyor…Körler körlere kılavuzluk yapıyor..Ama bizi dinledikleri zaman, bizi gözlemledikleri zaman Kendi din bilginleri gibi değil, yetkili bir gibi öğrettiğimizi, konuştuğumuzu görsünler…

Sevgili kardeşler, Tanrı bizi seçmekteki, bizi yaratmaktaki ve bize biçim vermekteki amacı nedir?

Bunu açıklayan bazı ayetler okumak istiyorum:
Efesliler 2:10’da şöyle diyor “biz Tanrı’nın yapıtıyız, O’nun önceden hazırladığı iyi işleri yapmak üzere Mesih İsa’da yaratıldık”
Yeremya 13:11 “Kuşak insanın beline nasıl yapışırsa, ben de İsrail ve Yahuda halklarını kendime öyle yapıştırdım diyor RAB, ‘Öyle ki, bana ün, övgü, onur getirecek bir halk olsunlar”
Yeşaya 43:21 Kendim için biçim verdiğim bu halk Bana ait olan övgüleri ilan edecek.
1Pe. 2:9 Ama siz seçilmiş soy, Kral’ın kâhinleri, kutsal ulus, Tanrı’nın öz halkısınız. Sizi karanlıktan şaşılası ışığına çağıran Tanrı’nın erdemlerini duyurmak için seçildiniz.
Titus 2:14“Mesih bizi her suçtan kurtarmak, arıtıp kendisine ait, iyilik etmekte gayretli bir halk yapmak üzere kendini bizim için feda etti.”

Tanrı’nın bizi neden suçlarımızdan kurtardığı, biçimlendirdiği, arıttığı ve kutsal bir halk haline getirdiğini bu ayetlerde görüyoruz..Rab’bi yüceltmek, O’nun erdemlerini, O’na ait övgüleri, onuru ilan etmek ve O’nun önceden hazırladığı iyi işleri yapmak için….Matta 5:14-15’te söylediği gibi Rab bunları yapmamız için bizi tepe üzerine kurdu, kandilliğe koydu..Göksel yerlerde Mesih’le birlikte oturttu. Her ruhsal kutsamayla kutsadı. Kutsal Ruh’unu verdi..Şimdi bizden ne bekliyor? Bütün dünyaya Tanrı’yı tanıtmamızı ve insanların Tanrı’yı yüceltmesi için araç olmamız buyuruyor..Bu bir buyruktur ve bizler için keyfi bir durumu yoktur..Sonuçta Tanrı’nın erdemleri, ünü, yüceliği, övgüsü, iyilikleri söz konusudur..Ve bizler keyfi davranamayız.. Rab’bin şöyle diyor: “Hiçbirimiz kendimiz için yaşamayız, hiçbirimiz de kendimiz için ölmeyiz.”

Eğer kendimiz için yaşarsak durumumuz çok kötü olabilir.

Romalılar 2:23-24’te şöyle diyor: “Kutsal Yasa’yla övünürken, Yasa’ya karşı gelerek Tanrı’yı aşağılar mısın? Nitekim şöyle yazılmıştır: “Sizin yüzünüzden uluslar arasında Tanrı’nın adına küfrediliyor.”

Bu ayet Eski Antlaşma döneminde Kutsal Yasa’ya sahip olan İsrail halkına söylenen bir sözdür..İsrailliler Kutsal yasa ile övünür, diğer halklardan kendilerini üstün sayarlardı, ama Yasa’ya uymayıp Tanrı’yı aşağılarlardı. Ve onların bu günahları nedeniyle diğer uluslar Tanrı’yı yanlış tanıdılar ve hatta küfrettiler.

Peki Bu bizim için de pekala söylenebilir mi? Örneğin Dağdaki Vaazla övünüp ona karşı gelirsek ne olur? Tanrı’yı aşağılamış olmaz mıyız? “Düşmanlarınızı sevin” buyruğuyla övünürken düşmanlarımızdan nefret etsek, beddua etsek, onlardan nasıl intikam alacağımız üzerinde derin düşünürsek, Tanrı’yı aşağılamaz mıyız? “Sağ yanağına vurana, sol yanağını uzat” buyruğuyla övünürken tam tersini yaparsak ne olur? Tanrı’nın sözünü küçümsemez miyiz? Örnekler çoğaltılabilir..Gerçekten de bu harika buyruklarla çoğu zaman insanların önünde övünüyoruz, insanlara “işte bizim İsamız böyledir” diyoruz, çünkü gerçekten övgüye değer sözlerdir..Ama her zaman bu buyrukların gereğini yaptığımızı söyleyemeyiz..Bizim yüzümüzden insanlar Hristiyanlar’ın da dünyadakilerden hiçbir farkı yok derlerse ne olacak? Tanrımızı sırf bizim yüzümüzden reddediyorlarsa bu bizim için ne büyük utanç olur değil mi?

Rab dedi ki: “Beni seviyorsanız, buyruklarımı yerine getirirsiniz”

Hindistan’ın eski yöneticisi Gandi’nin Hristiyanlıkla ilgili şöyle bir sözü var. “Mesihinizi seviyorum, ama mesihçilerinizi sevmiyorum. Mesihçileriniz Mesih’e hiç benzemiyor” İmansız olan bu adam kötü tanıklık eden Hristiyanlar nedeniyle böyle bir söz söyledi..Gandi milyonlarca Hindu üzerinde etki sahibi bir adamdı..Bunun tam tersi bir söz söyleseydi belki de bütün Hindistan şimdi Hristiyan olmuştu.

O nedenle Rab hepimizi bereketlesin, Kutsal Ruh’u bizlerde egemen olsun. Kurtarıcımız Tanrı’ya tanıklığımız öyle bir parlasın ki insanlar göklerdeki Babamızı yüceltsinler.

Dirisu Kilisesi
Alper Özharar

Ellerimizi Rabbin Tahtına Doğru Kaldırmak

01 06 2012

Rab İsa’da hepinize esenlik olsun. İsa Mesih içeri girdiğinde onikilere “Size esenlik olsun!” dedi. Biz de birbirimizi böyle selamlıyoruz.

Bugün ruhsal hayatımızda önemlli olan bir konuya değinmek istiyorum. Dua hayatımız nasıl? Rab’le ne kadar zaman geçiriyoruz? Sıkıntılarımızı İsa Mesih’in önüne nasıl getiriyoruz?

Dua hayatı, imanlı hayatının oksijeni gibidir. Ruhani hayatımıza baktığımızda dua hayatımızın çok önemli olduğunu anlayacağız. Tanrı’yla olan diyaloğumuz koptuğu zaman hayatımıza acı ve sıkıntı geldiğini görürüz.

Mısır’dan Çıkış 17:8-16’ya bakacağız:
Amalekliler gelip Refidim’de İsrailliler’e savaş açtılar. Musa Yeşu’ya, “Adam seç, git Amalekliler’le savaş” dedi, “Yarın ben elimde Tanrı’nın değneğiyle tepenin üzerinde duracağım.” Yeşu Musa’nın buyurduğu gibi Amalekliler’le savaştı. Bu arada Musa, Harun ve Hur tepenin üzerine çıktılar. Musa elini kaldırdıkça İsrailliler, indirdikçe Amalekliler kazanıyordu. Ne var ki, Musa’nın elleri yoruldu. Bir taş getirip altına koydular. Musa üzerine oturdu. Bir yanda Harun, öbür yanda Hur Musa’nın ellerini yukarıda tuttular. Güneş batıncaya dek Musa’nın elleri yukarıda kaldı. Böylece Yeşu Amalek ordusunu yenip kılıçtan geçirdi. RAB Musa’ya, “Bunu anı olarak kayda geç” dedi, “Yeşu’ya da söyle, Amalekliler’in adını yeryüzünden büsbütün sileceğim.” Musa bir sunak yaptı, adını “RAB sancağımdır” koydu. “Eller Rab’bin tahtına doğru kaldırıldı” dedi, “RAB kuşaklar boyunca Amalekliler’e karşı savaşacak!”

Burada bir savaş olduğunu görüyoruz. Karanlık bir halkla Tanrı’nın halkı arasında bir savaş. İsa Mesih bugün bizlere ruhlara ve nefsani arzulara karşı da savaştığımızı söylemektedir. Musa’nın kolları kalkınca zafer geliyordu ancak Yeşu’da güç yoktu; zafer Tanrı’dan geliyordu. Musa’nın kolu düştüğünde orada bulunan dua takımı durumun farkına vararak bir taş bulup Musa’yı onun üzerine oturttular. Harun ve Hur Musa’nın kollarını kaldırdılar. O zaman Tanrı halkı yine güçlendi ve düşman yine kaçmaya başladı. Tanrı’ya kalkan el cevap alıyordu. Biz kendi gücümüzle mi galip oluyoruz? Böyle sanıyorsak çok yanılıyoruz. Galibiyet Tanrı’dan gelir. Bu bedende oldukça savaşımız devam edecektir. Bu savaşta galip gelmek istiyorsak bizler de ellerimizi Tanrı’nın tahtına doğru kaldırmalıyız.

İlk iman ettiğim zamanlarda çok dua ederdim. İman eden diğer kardeşlere baktığımda, hizmette oldukça aktif oldukları halde dua hayatlarının olmadığını görerek şaşırdım. “Acaba Tanrı böyle de mi çalışıyor?” diye düşündüm. Belki bir süre bu şekilde hizmet edebiliriz ancak dua etmezsek takatimiz kalmaz. Dua hayatı olmadan, çalışmayan arabanın aküsünün boşalması gibi bizim de gücümüz biter ve mağlup oluruz. Dua ettiğimizde ise zafer vardır. Eller Rab’bin tahtına kalktığında düşmanın getirdiği yaralar gidecektir. Yahve Nissi “Rab sancağımdır” demektir. Tanrı bizim zafer kazanan sancağımızdır. Dirisu kilisesi olarak Rab’le sevgili olmak istiyorsak O’nunla zaman geçirelim. Dünya, sevgilimiz gibi davranan bir hırsızdır. Bizden çalıp gider. Bizim asıl sevgilimiz İsa Mesih’tir. Hiçbir insan size İsa Mesih’in söylediği söz kadar bize can veren bir söz söyleyemez. Türkiye’deki kiliselerin dua hayatı çok düşük seviyelerdedir. Rab bizi uyanık tutsun. Zaferin nereden kaynaklandığını hatırlayalım.

Tarihler 7’de Tanrı “Gözlerim onun üstünde, yüreğim her zaman orada olacaktır” der. Tanrı’nın gözü aynı zamanda Oğlu’nun üzerindedir. Oğlu’na dua edersek duamıza cevap verir.

Yeşaya 56:7 Kutsal dağıma getirip Dua evimde sevindireceğim. Yakmalık sunularıyla* kurbanları Sunağımda kabul edilecek, Çünkü evime ‘Bütün ulusların dua evi denecek.”

Rab bizi dua evinde sevindiriyor. Rab’be yakardığımızda o bize cevap verecek biz de sevineceğiz.

Luka 5:15-16 Ne var ki, İsa’yla ilgili haber daha da çok yayıldı. Kalabalık halk toplulukları İsa’yı dinlemek ve hastalıklarından kurtulmak amacıyla akın akın geliyordu. Kendisi ise ıssız yerlere çekilip dua ediyordu.

Bu ayetler bizim için açık bir örnektir. İsa Mesih hizmetini yapıyor ama bir zaman sonra ıssız bir yere çekilip Baba’yla zaman geçiriyor. Başka bir ayette de “adeti olduğu üzere dua ederdi” diyor. Tanrı Oğlu bile duaya gereksinim duyuyorsa acaba biz ne haldeyiz? Dua, Tanrı’yla zaman geçirmek ve konuşmaktır. Konuşmak çift taraflıdır; biz O’nunla konuştuğumuz gibi O’nun da bizimle konuşmasına fırsat vermeliyiz. Biz konuştuktan sonra O’nun da konuşmasını beklemeliyiz. Kutsal Ruh’un gücü bizi duaya yönlendirsin. Bizim kendisine dua ettiğimiz gibi Tanrı da bizimle konuşmak ister. Hedefi tam vurmak için Tanrı’yı dinlemeliyiz. Tanrı’yla sakin zaman geçirirsek ondan bereket, esenlik, sevinç alırız.

Efesliler 6:18-20 Her türlü dua ve yalvarışla, her zaman Ruh’un yönetiminde dua edin. Bu amaçla, bütün kutsallar için yalvarışta bulunarak tam bir adanmışlıkla uyanık durun. Ağzımı her açtığımda bana gerekli söz verilsin diye benim için de dua edin; öyle ki, Müjde’nin sırrını cesaretle bildirebileyim. Uğruna zincire vurulmuş durumda elçilik ettiğim Müjde’yi gerektiği gibi cesaretle duyurabilmem için dua edin.

Her türlü dua ve yalvarışla diyor… Demek ki, sevgili kardeşler, kilisenin kardeşliğinin devam etmesi için tam bir adanmışlıkla dua etmek gerekiyor. Pavlus da, yorulmaması ve müjdeyi duyurabilmesi için kendisi için dua edilmesini istiyor. Tanrı işi, düşmana karşı kudretle gidecek Ruh’un işidir.  Bayanlar ev işi yaparlarken, yemek yaparlarken dua edebilirler. Dua ettikçe işleriniz daha bereketli olur ve çabuk biter. Önünüze çıkan engeller kolayca aşılır. Rab bizi uyanık tutsun. Her zaman Kutsal Ruh’un denetiminde olalım. Gevşemeyerek duamıza devam edelim.

Mezmur 34:15 RAB’bin gözleri doğru kişilerin üzerindedir, Kulakları onların yakarışına açıktır.

Rab’bin gözleri İsa Mesih’e iman etmiş, Kutsal Ruh’u almış olan kişilerin üzerindedir. ‘Söyle, oğlum, kızım, ne istiyorsun?’ diye sorar. Ancak O’nun isteği uyarınca dua etmeliyiz. Benliğimizin istekleri uyarınca dua edersek cevap alamayız; Tanrı bize çarmıhı işaret olarak verir. Ruh’un isteğini ve amacını arayın, o zaman ihtiyaçlarınız karşılanacaktır. Tanrı, Kutsal Ruh’un isteği uyarınca bizi seçti. Yine bu istek uyarınca dua edersek Tanrı bizim için iyi olanı verecektir. Biz Tanrı’nın evlatlarıyız. İsa Mesih’in gözünde çok değerliyiz. İsa Mesih’in Babası’yla zaman geçirmesi gibi bizler de bugün Babamız’a zaman ayıralım. Ellerimiz havada olsun Rab zafer bize verecektir. Eğer böyle yapmıyorsak bu vaaz bugün bize bir uyarı olsun.

A nice post

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Aenean commodo ligula eget dolor. Aenean massa. Cum sociis natoque penatibus et magnis dis parturient montes, nascetur ridiculus mus. Donec quam felis, ultricies nec, pellentesque eu, pretium quis, sem.

Nulla consequat massa quis enim. Donec pede justo, fringilla vel, aliquet nec, vulputate eget, arcu. In enim justo, rhoncus ut, imperdiet a, venenatis vitae, justo. Nullam dictum felis eu pede mollis pretium. Integer tincidunt. Cras dapibus. Vivamus elementum semper nisi. Aenean vulputate eleifend tellus. Aenean leo ligula, porttitor eu, consequat vitae, eleifend ac, enim.

Devamını Oku

Yüreğimize Yazılan Tanrı’nın Sözleri

13 Mayıs 2012

Bazı eski taş yapıların üzerinde o yapıyı yaptıran kralın adının yazılı olduğunu görürüz. Bu yazılar taşlara yazıldığından dört beş bin yıldır orada kalarak günümüze kadar gelirler. Bugün buna paralel olarak Mısır’dan Çıkış 32:15-16 ayetlerine bakacağız.

Mısır’dan Çıkış 32:15,16 Musa döndü, elinde antlaşma koşulları yazılı iki taş levhayla dağdan indi. Levhaların ön ve arka iki yüzü de yazılıydı. Onları Tanrı yapmıştı, üzerlerindeki oyma yazılar O’nun yazısıydı.

Tanrı, halkına söyleyeceklerinin önemli olduğunu ve unutmamaları için onlara kendi eliyle taş levhalara mesajlar yazmıştı.

Yasanın Tekrarı 6:1-9 “Tanrınız RAB’bin size öğretmek için bana verdiği buyruklar, kurallar, ilkeler bunlardır. Mülk edinmek için gideceğiniz ülkede onlara uyun. Yaşamınız boyunca siz, çocuklarınız ve torunlarınız, size verdiğim bütün kurallara, buyruklara uyarak Tanrınız RAB’den korkun ki, ömrünüz uzun olsun. Kulak ver, ey İsrail! Söz dinleyin ki, üzerinize iyilik gelsin, atalarınızın Tanrısı RAB’bin size verdiği söz uyarınca süt ve bal akan ülkede bol bol çoğalasınız. “Dinle, ey İsrail! Tanrımız RAB tek RAB’dir. Tanrınız RAB’bi bütün yüreğinizle, bütün canınızla, bütün gücünüzle seveceksiniz. Bugün size verdiğim bu buyrukları aklınızda tutun. Onları çocuklarınıza benimsetin. Evinizde otururken, yolda yürürken, yatarken, kalkarken onlardan söz edin. Bir belirti olarak onları ellerinize bağlayın, alın sargısı olarak takın. Evlerinizin kapı sövelerine, kentlerinizin kapılarına yazın.”

Yukarıda geçen “uzun ömürlü olma” vaadi şimdiki yaşamımızla birlikte esas anlamda ebedi yaşam içinde söylenmiştir. Bu ayetlerde ‘Dinle, ey halkım! Bugün size söylediğim bu sözleri unutmayın’ demek istiyor Rab.

Biz de Rab ’be yaklaşırken bu önemli mesajlara yüreğimiz her zaman açık olsun. Taş levhalara yazılan levhalar asırlarca silinmez. Bu Tanrı’dan bize önemli bir mesajdır diye düşünüyorum. Tanrı yasasını deriye de yazabilirdi ama O taş levhaları tercih etti. Öğleki halk Tanrının emirlerini unutmasın silinmeyen sözlerini daima okusunlar.

İsrail halkıda ilk zamanlar Rabbe önem verdiler. Levhaları altından yapılmış sandığa koydular. Sandığı taşıyan kâhinler kutsal yaşamaya; Tanrı’nın sözlerine sandığına önem verdikleri için Tanrı İsrail halkını her bakımdan çok bereketle’di. Bir defasında sandığı taşıyan kâhinlerin ayakları Eriha nehrinin sularına değince nehir ikiye bölündü. Eriha şehrinin etrafını koruyan surların etrafını Tanrının sözünün içinde bulunduğu Sandıkla dolandıklarında surlar oldukları yere yıkıldılar.

Ama İsrail halkı daha sonra Rab ’bin emirlerine unuttular ve hatta karşı durdular. Bunun için Tanrı onları cezalandırdı. Bu acı bir durumdur. İsrail halkı Tanrı’yla olan antlaşmalarını çoğu zaman bozduğu halde Tanrı onlarla yeni bir antlaşma yaptı. Ve şimdi bu antlaşma bizler içinde geçerlidir.

Yeremya 31:32-33 “Atalarını Mısır’dan çıkarmak için Ellerinden tuttuğum gün Onlarla yaptığım antlaşmaya benzemeyecek. Onların kocası olmama karşın, Bozdular o antlaşmamı” diyor RAB. “Ama o günlerden sonra İsrail halkıyla Yapacağım antlaşma şudur” diyor RAB, “Yasamı içlerine yerleştirecek, Yüreklerine yazacağım. Ben onların Tanrısı olacağım, Onlar da benim halkım olacak.

Tanrı artık Ruhumu içinize koyacağım; Taş yüreğimizi çıkarıp yerine etten bir yürek koyacağını söyledi. ‘Ruhum artık sizin ruhunuzda olacak. Böylece yasamı bileceksiniz ben size kendimi tanıtacağım sözlerimikanunlarımı yüreğinize yazacağım dedi.

İbraniler 10:16-25 “Rab, ‘O günlerden sonra Onlarla yapacağım antlaşma şudur: Yasalarımı yüreklerine koyacağım, Zihinlerine yazacağım’ diyor.” Sonra şunu ekliyor: “Onların günahlarını ve suçlarını artık anmayacağım.” Bunların bağışlanması durumunda artık günah için sunuya gerek yoktur. Bu nedenle, ey kardeşler, İsa’nın kanı sayesinde perdede, yani kendi bedeninde bize açtığı yeni ve diri yoldan kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır. Tanrı’nın evinden sorumlu büyük bir kâhinimiz bulunmaktadır. Öyleyse yüreklerimiz serpmeyle kötü vicdandan arınmış, bedenlerimiz temiz suyla yıkanmış olarak, imanın verdiği tam güvenceyle, yürekten bir içtenlikle Tanrı’ya yaklaşalım. Açıkça benimsediğimiz umuda sımsıkı tutunalım. Çünkü vaat eden Tanrı güvenilirdir. Birbirimizi sevgi ve iyi işler için nasıl gayrete getirebileceğimizi düşünelim. Bazılarının alıştığı gibi, bir araya gelmekten vazgeçmeyelim; o günün yaklaştığını gördükçe birbirimizi daha da çok yüreklendirelim.

Kilise demek Tanrı tarafından seçilmiş ve göksel egemenliğe aktarılmış halk demektir. Yeniden doğduysanız Kutsal Ruh artık sizin içinizdedir, Tanrı’nın yasası yüreğinizde yazılıdır. Artık Tanrı bizimle konuşabilir. Ama buna ne kadar önem veriyoruz. Rab ’bin Ruhu bizi uyardığında O’nu dinliyor muyuz? Tanrı Kutsal olduğu için Musa’ya yüzümü göremezsin demişti ama İsa şefaatçi olarak geldiği için Tanrı’nın yüzünü sınırlı olarak görüyoruz. Artık En Kutsal Yer’e girmeye cesaretimiz var. Mesih’in bedeninin bir parçasıyız, Rab ‘bin sofrasına yaklaşabiliyoruz. Mesih’in ikinci gelişinde Tanrımızın yüzünü tam olarak göreceğiz.

Tanrı yukarıdaki ayetlerde ‘yasamı her yere yaz, unutma’ diyor. Şimdi ise Tanrı’nın yasasının yüreğimize yazılmış olduğunu hatırlayarak Tanrı’yı unutmamak için uyanık kalalım. Rab’bin işi bu ülkede nasıl gelişecek kardeşleri nasıl cesaretlendirebilirim diye düşünelim. Tanrı bizi bireysel olarak çağırdığı gibi kilise olarak da çağırıyor. Kardeşini sevmiyorsan yanıma gelme diyor. O yüzden Mesih’e, Tanrı’nın Sözcü’ne ve kardeşlere önem vermeliyiz.

İbraniler 10:25’te ‘bazılarının alıştığı gibi bir araya gelmekten vaz geçemeyelim, bunlar toplantıları terk ettiler’ diyor. Bunları yaparsak Mesih’in kardeşliğinden uzak kalırız. Bir kardeşin elini sıktığımızda belki ona Kutsal Ruh’u yeniden hissettiririz. Kilise bireysel olamaz, üyeler birbirine önem verir. Mesih’in sizi sevdiği gibi siz de kiliseye önem verin.

İbraniler 10:26-31 Gerçeği öğrenip benimsedikten sonra, bile bile günah işlemeye devam edersek, günahlar için artık kurban kalmaz; geriye sadece yargının dehşetli beklenişi ve düşmanları yiyip bitirecek kızgın ateş kalır. (SEE 10:26) Musa’nın Yasası’nı hiçe sayan, iki ya da üç tanığın sözüyle acımasızca öldürülür. Eğer bir kimse Tanrı Oğlu’nu ayaklar altına alır, kendisini kutsal kılan antlaşma kanını bayağı sayar ve lütufkâr Ruh’a hakaret ederse, bundan ne kadar daha ağır bir cezaya layık görülecek sanırsınız? Çünkü, “Öç benimdir, karşılığını ben vereceğim” ve yine, “Rab halkını yargılayacak” diyeni tanıyoruz. Diri Tanrı’nın eline düşmek korkunç bir şeydir.

Kutsallar ve melekler şu anda tribünde bize tezahürat ederek teşvik etmektedirler. Ölüp dirildiğimizde ilk göreceğimiz İsa Mesih olacaktır. Sonra etrafımıza bakacağız ailemizi, çocuklarımızı, sevdiklerimizde Rab kurtarmış, haleluya! Bu yüzden bu kurtaran Rab’be önem verelim. Sevincimiz o olsun. O’na önem verelim. Rab yüreğimizde birinci yeri alsın. Rab’bin üstüne koyduğumuz bir şey varsa onu silelim gitsin.

İbraniler 10:31-39 Diri Tanrı’nın eline düşmek korkunç bir şeydir. Sizlerse aydınlandıktan sonra acılarla dolu büyük bir mücadeleye dayandığınız o ilk günleri anımsayın. Bazen sitemlere, sıkıntılara uğrayıp seyirlik oldunuz, bazen de aynı durumda olanlarla dayanışma içine girdiniz. Hem hapistekilerin dertlerine ortak oldunuz, hem de daha iyi ve kalıcı bir malınız olduğunu bilerek mallarınızın yağma edilmesini sevinçle karşıladınız. Onun için cesaretinizi yitirmeyin; bu cesaretin ödülü büyüktür. Çünkü Tanrı’nın isteğini yerine getirmek ve vaat edilene kavuşmak için dayanma gücüne ihtiyacınız vardır. Artık, “Gelecek olan pek yakında gelecek Ve gecikmeyecek. Doğru adamım, imanla yaşayacaktır. Ama geri çekilirse, ondan hoşnut olmayacağım.” Bizler geri çekilip mahvolanlardan değiliz; iman edip canlarının kurtuluşuna kavuşanlardanız.

İsa’nın doğru kıldığı adam imanla yaşayacaktır. İlk imanlıların malları ve mülkleri talan edilmişti. Onlar da orayı bırakıp Antakya’ya geldiler. Eyüp’ün sabrıyla iman yolculuklarına devam ettiler. İçlerinde Kutsal Ruh olduğu için Tanrı onlarla beraberdi incilin haberini müjdelediler Putperestlikten Mesih’e inanların oluşturduğu ilk kilise Antakya’da oluştu.

Vahiy 21:6,7 Bana, “Tamam!” dedi, “Alfa ve Omega, başlangıç ve son Ben’im. Susayana yaşam suyunun pınarından karşılıksız su vereceğim. Galip gelen bunları miras alacak. Ben onun Tanrısı olacağım, o da bana oğul olacak.

Mesih’in yeniden yüreğimizde birinci yeri alması için şimdi dizimize vuralım ki sonra vurmayalım. Bizde Mesih’e ait olmayan ne varsa onlardan özgür olalım.

Dirisu Kilisesi

Bedri Peker

Mutluluğu Yakalayan İnsanlar

29 04 2012

MATTA 5:4 Ne mutlu yaslı olanlara! Çünkü onlar teselli edilecekler.

İnsanlar mutluluk peşinde koşmaktadır. İnsan mutlu olursa yaşamanın tadını çıkarmış olur. Hayatı doya doya yaşamış oluruz. Ama bu mutluluğa nasıl ulaşabiliriz? Bu yüzden bazı insanlar mutlu olmayı her şeyin yolunda gitmesiyle özdeşleştirir. İşler yolunda gitmediği zaman, mutsuzluğumuzun nedenini ise pasifçe kaderimiz olduğunu söyleyerek bir çeşit savunma ve aynı zamanda avutma mekanizması yaratırız. Bir başkaları ise mutluluğun nedenini sahip olmaları gereken maddiyatın çokluğuna bağlar. Böyleleri için zengin olmak mutluluktur. Ama varlığın, zenginliğin insanın gerçek mutsuzluğa sebebiyet vereceğini ihtimal vermeyiz.

İnsan kalıcı ve gerçek mutluluğa nasıl ulaşabilir? İnsanlar arasında var olan genel inanış insanın mutluluğunun kişinin olaylar karşısında kendi kendine her zaman pozitif tavır takınmasıyla elde edilebileceğini öğütler. Bize “Ne mutlu iyimser olanlara” diyerek mutluluğun iyimser olmakta olduğunu söyler. İyimserlikte kötülük olmamakla birlikte insanın her zaman her durumda iyimser olması beklenemez. Mutluluğu insanın gücüyle sağlanmaya çalışıp iyimserciliğe bağlayanlar bir sorun çıktığı zaman sloganlarını “Gülümse! Gülmeyi elden bırakma!” derler. Yüreğini ve acılarını kimseye açıklamamayı öğütlerler. Çünkü açıklanırsa birileri senin bu zayıf anından yararlanabilir düşüncesine hapsederler bizi. Böylece teselli edilmenin yolunu tıkamış olurlar.

Bazı insanlar kalıcı mutluluğu başkalarına yardım ve hizmet etmekte ararlar. Ulusuna, gelecek nesillerin hazırlanmasına, komşusuna ve yakın arkadaşlarına yardım etmeye kendini adamış insanlar vardır. Fakat çoğu zaman karşılık bulmayınca hüsran ve hayal kırıklığı yaşandığı, mutluluk yerine mutsuzluğun daha derin boyutlarda yaşandığı gözlemlenmektedir. Kutsal Kitapta “karşılıksız beklemeden iyilik yapın” der. Ama insan çıkar ve beklenti içinde olursa çok çabuk pes eder. Çünkü karşı taraftan beklediği ilgi ve takdiri göremeyince isyan eder ve yaşanan acıların etkisiyle yüreğinin kapısını insanlara yardıma tümden kapatırlar. Gerçek mutluluk nerdedir o zaman? İnsanın sahip olduklarında değilse, pozitif ve iyimser olmak yetmiyorsa, insanlara hizmet etmek de her zaman tatmin edici olamıyorsa kalıcı mutluluğun sırrı nedir o zaman?

Normal insan mantığının ihtimal vermediği bir çözüm yolu bulabilir miyiz mutluluğa? Nedense yaşadığımız ve hissettiğimiz acıları, üzüntüleri ve yoklukları mutlulukla bağdaştıramayız; aksine mutsuzluğun kaynağı olarak görürüz. Şu bir gerçek ki insan acısız bir hayat yaşayamaz: Acıdan muaf olduğumuzu söyleyemeyiz. Acılarımız içinde de mutluluğu yakalayabilir miyiz?

Acılarımızın bir şekilde iyileştirilmesi bizi mutlu eder mi?

“Kana kan, göze göz” kuralıyla bize acı çektirenlerden intikam bizi mutlu eder mi? Mutluluğu devamlı acılardan kaçarak yakalayabilir miyiz?

Başkalarının acıları karşısında umursamaz tutum sergilemek bizi daha mı mutlu eder? Kısa bir süre için başımızı derde sokmaktan kurtarabilir fakat vicdanen rahat kalabilecek miyiz? Öyleyse acılarımızla sağlıklı baş etmenin yolu nedir, öyleyse? İntikam almak, unutmak ya da vurdumduymazdan gelmek bizi mutlu etmiyorsa çözüm nedir?

Her gün reklamlar da mutlu olmanın yöntemleri anlatılır. Eğer şu arabayı alırsan, şu kokuyu kullanırsan, şu makyaj setine sahip olursan gibi seçenekler karşımız konulmaktadır. Fakat nedense acı çekmek, üzüntü içinde olmak, fedakârlıkta bulunmak bir yol olarak gösterilmez. Fakat kim bu kadarına cesaret edebilir? Mutluluk acıların ortadan kaldırılması anlamına gelirse dünyada kim acılarla mutluluğu bize garanti edebilir? Acılar Adamı! Acılar çekmiş, acıların gerçek anlamını bilen ve acı çekenleri anlayabilen acılar adamı! (İşaya 53).

İsa Mesih, “Ne mutlu yaslı olanlara! Çünkü onlar teselli edilecekler” diyor. Mutluluğun yaslı olmakla ilişkisi olduğunu söylüyor. Matta 4’ün sonlarında 5’in başlarında büyük kalabalıkların İsa’yı takip ettiğini okuyoruz. Ayrıca Luka 6:17-19’da söylediği gibi İsa’yı öğrencilerinden büyük bir kalabalık ve hastalıklarından iyileşmek için büyük bir halk topluluğu izliyordu. Markos 6: 30-44’te İsa beş bin kişiyi doyurduğu zaman da bu kalabalıklar Onunla birlikteydi. Markos, İsa’nın kendisini takip eden kalabalıklar hakkındaki görüşünü şöyle açıklıyor: “İsa tekneden inince büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Çobansız koyunlara benzeyen bu insanlara acıdı ve onlara birçok konuda öğretmeye başladı.”

Matta’dan İsa’nın bunların arasında öğrencilerine ayrıca Matta 5-7 bölümlerindeki vaazını verdiğini okuyoruz. Mutluluğun sırlarını açıkladığını okuyoruz. Mutlu olmanın yaslı olmakla ne alakası olabilir? Dünyadaki genel kanı mutluluğun üzüntü, sıkıntı, keder ve elemden uzak kalmakla elde edileceğini söylerken İsa tam tersini söylüyor: “Yaslı olan sizler kendinizi mutlu sayın, mutluluk sizindir” diyor. İsa’nın mutluluk anlayışı dünyanın anladığı ve vermeye çalıştığı mutluluktan daha ötede bir mutluluğa benziyor. Mutlu kelimesinin Grekçe karşılığı “makarios”, kutluluk ve mutluluk anlamlarını içermektedir. Yani Tanrısal bir mutluluktan söz edilmektedir. İnsansal mutluluktan öte Tanrısal mutluluğu anlatmaktadır İsa. Tanrı’dan gelen mutluluk ancak kalıcı, gerçek mutluluktur. İnsanın çabasıyla değil Tanrı’nın armağanı sonucu elde edilen mutluluktur. Yaslı olmanın tek başına mutluluk değildir elbette. Ama incelediğimizde bizi Tanrı’ya yaklaştırdığı için Tanrı’nın tesellisine kavuşmamıza ortam ve olanak sağlamaktadır. O zaman bu müjde değil de nedir?

Yaslı olmak ne demektir? Yas tutmak yaşadığımız acıl olaylar karşısında üzüntülerimizi genellikle gözyaşları ve ağıtlarla ifade edecek kadar derin acı duymaktır. Hiç kimse acı çekmekten yoksun bırakılmamıştır. Öyle ya da böyle herkes acı çekmektedir. Hastalık zamanları, yakınların ölümü, hayal kırıklıkları ve diğerleri insanların başına gelen acı olaylardır. Eyüp’ü hatırlayalım. Eyüp imanı sınandığı zaman çok acılar çekti. Bütün acıları içinde üzüntüsünü dile getirmek için, “Eyüp kalktı, kaftanını yırtıp saçını sakalını kesti, yere kapanıp tapındı.” (Eyüp 1:20)

Acılar ya bizi yıkacak ya da bizi daha iyi olmamıza yarayacak. Çünkü acılar bizi ya daha iyi ya da daha beter yapmaya potansiyele sahiptir. Aynı zamanda bizim ruhsal gelişmemiz bizim olaylar karşısında ne derece yasa yönelttiğine bağlıdır. Tanrı’nın çocuklarını yasa boğacak çok çeşitli acılar vardır. Ama Tanrı adına çekilen acıların tesellisi de vardır.

Birincisi, biz dünyanın günahı için üzüntü duyup yas tutabiliriz.

Yunus Ninava’ya şehrin günahlarından tövbe etmesi gerektiğini yoksa Tanrı’nın gazabına uğrayacaklarını ilan ettiği zaman Ninova’nın halk Kralla birlikte Tanrı’nın çağrısına inandı. Bütün halk oruç ilan ederek hepsi çula sarıldı. Ninova’nın Kral ve soyluları, Tanrı’nın merhametine kavuşmak için halkı tövbeye ve yas tutmaya çağırdı. (Yunus 3:3-10) Ya da Luka 19:41-44’de İsa’nın Yeruşalem için duyduğu üzüntüyü gözyaşlarıyla göstermesini örnek verebiliriz.

İkincisi, Tanrı’nın halkı için yas tutabiliriz.

Yeruşalim’in duvarlarını onarmak üzere görev alan Nehemya’yı hatırlayalım. Nehemya, “sürgünden kurtulup Yahuda İli’ne dönenler büyük sıkıntı ve utanç içinde” olduğunu ve “Yeruşalim surları yıkılmış, kapıları yakılmış” olduğunu duyunca “oturup ağladım, günlerce yas tutum. Oruç tutup göklerin Tanrı’sına dua ettim” diyor. (Nehemya 1:3-4)

Üçüncüsü, kendi günahlarımız için yas tutabiliriz.

Tanrısal üzüntü ve acılarımız bizi tövbeye ve bağışlanmaya yöneltir. Çünkü yaslarımız günahlarımız için duyduğumuz üzüntülerimizin dışa vurumudur. Örneğin, Luka 7’de günahlarından pişmanlık duyup bağışlanmak için İsa’nın ayaklarını gözyaşlarıyla silen kadınını düşünelim. Ya da Luka 18’de göğsünü döverek günahlarından tövbe eden O ferisiyi düşünelim. Her ikisi de günahlarından dolayı üzüntü duyup kendilerini alçaltmaları sonucu Tanrı’nın merhametine kavuştuklarını okuyoruz. Bu örnekleri çoğaltabiliriz: Davut kendi günahları için yas tuttu. (2 Sam. 12:16).

Yaslı olmanın sırrı bize Tanrı’nın yüreği yaklaştırıyor olmasıdır. Ruhsal olarak yaslı bir yüreğe sahip olmak bizi Tanrı’nın yüreğine yaklaştırır. Tanrı’nın acı duydukları hakkında derin üzüntü duyan bir yüreğe sahip olanlar adaletin yerine geldiğini, doğruluğun hüküm sürdüğünü, acı çekenlerin iyileşip teselli edildiklerini görünce sevinirler. Tanrı’ya kendilerini yaklaştıran acıları sayesinde Tanrı’nın tesellisine kavuşmakla mutluluğa kavuşacaklardır. Böylece kendilerini kutlu ve mutlu hissedeceklerdir.

İsa’nın öğrencileri arasında İsrail’in içinde bulunduğu durumdan dolayı acı çekip yas tutanlar vardı. Bunlar İsrail’in teselli edileceği günü bekliyorlardı. Çünkü İşaya yüzyıllar öncesinden bir zaman geleceğini bütün yaslı olanların teselli edileceklerine dair şöyle duyurmuştu:

“Avutun halkımı” diyor Tanrınız, “Avutun! Yeruşalim halkına dokunaklı sözler söyleyin. Angaryanın bittiğini, suçlarının cezasını ödediklerini, günahlarının cezasını Rab’in elinden iki katıyla aldıklarını ilan edin.” (40:1-2)

İsa, Mesih olarak geldiği zaman bu gerçekleşti. Çünkü İşaya Rabbin lütuf yılını ilan etmeye gelecek Mesih’in “yas tutanların hepsini avutmak, Siyon’da yas tutanlara yardım sağlamak” üzere geleceğini yazmıştı.

İsa, Mesih olarak doğduğu zaman “Yeruşalim’de Şimon adında bir adam vardı. Doğru ve dindar biriydi. İsrail’in avutulmasını özlemle bekliyordu. Kutsal Ruh onun üzerindeydi.” (Luka 2:25) Şimon, tapınakta adanmak üzere getirilen İsa’yı kucağına alıp Tanrı’yı överek, “…Senin sağladığın ve bütün halkların gözü önünde hazırladığın kurtuluşu, ulusları aydınlatıp halkın İsrail’e yücelik kazandıracak ışığı gözlerimle gördüm” dedi.

İsa öğrencileriyle birlikteyken onların yas tuttuklarını bildiğini ve artık avutulma zamanlarını yaklaştığı söylüyordu. Çarmıha kurban olarak gitmek üzere gelen İsa, İsrail’e günahlarının pahasının ödeneceğini ve böylece teselli bulacaklarını söylüyordu. İsa sadece İsrail’e değil Şimon’un söylediği gibi bütün uluslara kurtuluşu müjdeliyordu. İman edenlerin- hem kendi günahları için, hem de halkın günahları için acı çekip yas tutanların- Tanrı’nın tesellisi hazırdı artık.

Yas tutma fiili Grekçe olarak devam eden geniş zaman fiili olarak geçmektedir. Yani yas tutmanın geçmişte, şimdi ve gelecekte cereyan eden bir eylem olduğu ifade edilmektedir. Bu yüzden geçmişten beri yaslı olanlar, şimdi yas tutanlar ve gelecekte yas tutacakların tesellisi Rab’den olacaktır. Bekledikleri doğruluğu ve adaleti Rab gerçekleştirdiği zaman teselli bulacaklardır. Rabbin tesellisine-yani Rabbin kendilerinde işleyişine eriştikleri oranda-kendilerini mutlu sayacaklardır. Dün, bugün ve yarın yaslı olanlara İsa’nın müjdesi Kutsal Ruh’tur. “Ama size gerçeği söy¬lüyorum. Gitmem sizin için daha iyidir. Çünkü gitmezsem Tesellici size gelmez. Ama gidersem, O’nu size gönderirim.” (Yu. 16:7) Sonsuza dek bizimle birlikte olmak üzere Kutsal Ruh’u tesellici olarak biz iman edenlere veren Baba’ya şükürler olsun. Gerçek teselli bu değil midir? Bu teselliye sahip olanlar mutlu ve kutlu insanlar değil midir?

Dirisu Kilisesi – Misafir Vaiz
Muharrem Gündüz

Rab’bin Halkına Olan Sevgisi

22 04 2012

Beş yıl önce Elçilerin İşlerini öğretirken Rab bu halk için yüreğime bir yük koydu. Beş yıl boyunca her gün Türkiye için dua ettim. Nihayet buraya gelme fırsatı bulduk ve on haftadır Türkiye’deyiz. Bu süre boyunca, Rab’bin bereketini dökmesi için hep Türkiye için dua ettik. Rab Türkiye’ye bereketini dökmek istiyor. Rab’bin egemenliğine pek çok kişinin geçeceğine ben inanıyorum.

Bugün Beytanya’lı Meryem’in hikâyesini anlatacağız. Birçoğumuz bu hikâyeyi biliyoruz. Bu hikâye Rab’be kökten bağlılığın bir simgesidir.

Luka 10:28-38
İsa, öğrencileriyle birlikte yola devam edip bir köye girdi. Marta adında bir kadın İsa’yı evinde konuk etti.Marta’nın Meryem adındaki kız kardeşi, Rab’bin ayakları dibine oturmuş O’nun konuşmasını dinliyordu.Marta ise işlerinin çokluğundan ötürü telaş içindeydi. İsa’nın yanına gelerek, “Ya Rab” dedi, “Kardeşimin beni hizmet işlerinde yalnız bırakmasına aldırmıyor musun? Ona söyle de bana yardım etsin.” Rab ona şu karşılığı verdi: “Marta, Marta, sen çok şey için kaygılanıp telaşlanıyorsun. Oysa gerekli olan tek bir şey vardır. Meryem iyi olanı seçti ve bu kendisinden alınmayacak.”

İsa bu sıralarda zaten oldukça popülerdi. Hastalara ve cüzzamlılara şifa vermişti. Beş bin kişiyi doyurmuştu. Şimdi de Beytanya’ya gitmişti. İsa yolculuk ederken çevresinde hep kalabalıklar olurdu. Bu nedenle O’nunla beraber gelen birçoklarının Marta’nın evine hücum ettiğini tahmin edebilirsiniz. Rab bizim evimize ziyarete gelse biz de ona hizmet etmek isterdik. Marta doğal olarak bizim de yapmak isteyeceğimizi yaptı. Ne var ki Marta evin içinde koşuştururken Meryem Rab’bin ayağının dibindeydi. Marta bu haldeyken Meryem’i görünce tabi ki mutlu olmamıştır. Marta’nın içinde bulunduğu durumu anlayabiliriz.

Rab’bin Marta’ya verdiği cevabı da çok seviyorum. Öfkeli değil ama yumuşak ve alçakgönüllü. İki kere Marta demesi de ilgi çekici. Kutsal Kitap’ta buna benzer bir-iki durum daha vardır. Rab sevgi dolu terbiye verirken bir kişinin ismini iki kere üst üste söylediği görülür. Örneğin, “Simun, Simun” (Luka 22:31), “Saul, Saul” (Elçilerin İşleri 9:4) ifadelerini görüyoruz. Rab Marta’ya ‘Neden bu kadar kaygılısın?’ diye soruyor. Onu hizmet ettiği için azarlamıyor ama Marta’nın hayatındaki önemli bir konuya değiniyor: Marta kaygılı ve önceliklerini göremiyor. Meryem’i örnek göstererek ‘gerekli olan tek şey vardır’ diyor. İsa oraya sadece yüzeysel arkadaşlık, rahatlık ve yemek yemek için gelmemişti. İsa onlarla gerçek anlamda ilişki kurmak için gelmişti. İsa dünyaya sadece Kendisi için çalışacak insanlar aramaya değil aynı zamanda Kendisi ’ne dost bulmaya gelmiştir.

Kutsal Kitap okurken de böyledir. Kutsal Kitap okurken aslında Rable ilişki kuruyoruz ve bu bizden alınmayacaktır. Rab hepimize Meryem’e verdiği fırsatı vermektedir.

Şimdi de Yuhanna 11’e bakalım. Bu, İsa’nın Meryem’le bir sonraki karşılaşmasıdır. Kutsal Kitap’ta İsa ile Meryem’in üç kez karşılaştıklarını görürüz.

Yuhanna 11: 1-45 Meryem ile kız kardeşi Marta’nın köyü olan Beytanya’dan Lazar adında bir adam hastalanmıştı. Meryem, Rab’be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla O’nun ayaklarını silen kadındı. Hasta Lazar ise Meryem’in kardeşiydi. İki kız kardeş İsa’ya, “Rab, sevdiğin kişi hasta” diye haber gönderdiler. İsa bunu işitince, “Bu hastalık ölümle sonuçlanmayacak; Tanrı’nın yüceliğine, Tanrı Oğlu’nun yüceltilmesine hizmet edecek” dedi. İsa Marta’yı, kız kardeşini ve Lazar’ı severdi. Bu nedenle, Lazar’ın hasta olduğunu duyunca bulunduğu yerde iki gün daha kaldıktan sonra öğrencilere, “Yahudiye’ye dönelim” dedi. (SEE 11:6)Öğrenciler, “Rabbî*” dediler, “Yahudi yetkililer demin seni taşlamaya kalkıştılar. Yine oraya mı gidiyorsun?” İsa şu karşılığı verdi: “Günün on iki saati yok mu? Gündüz yürüyen sendelemez. Çünkü bu dünyanın ışığını görür. Oysa gece yürüyen sendeler. Çünkü kendisinde ışık yoktur.” Bu sözleri söyledikten sonra, “Dostumuz Lazar uyudu” diye ekledi, “Onu uyandırmaya gidiyorum.” Öğrenciler, “Ya Rab” dediler, “Uyuduysa iyileşecektir.” İsa Lazar’ın ölümünden söz ediyordu, ama onlar olağan uykudan söz ettiğini sanmışlardı. Bunun üzerine İsa açıkça, “Lazar öldü” dedi. “İman edesiniz diye, orada bulunmadığıma sizin için seviniyorum. Şimdi onun yanına gidelim.” “İkiz” diye anılan Tomas öbür öğrencilere, “Biz de gidelim, O’nunla birlikte ölelim!” dedi. İsa Beytanya’ya yaklaşınca Lazar’ın dört gündür mezarda olduğunu öğrendi. Beytanya, Yeruşalim’e on beş ok atımı kadar uzaklıktaydı. Birçok Yahudi, kardeşlerini yitiren Marta’yla Meryem’i avutmaya gelmişti. Marta İsa’nın geldiğini duyunca O’nu karşılamaya çıktı, Meryem ise evde kaldı. Marta İsa’ya, “Ya Rab” dedi, “Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi. Şimdi bile, Tanrı’dan ne dilersen Tanrı’nın onu sana vereceğini biliyorum.” İsa, “Kardeşin dirilecektir” dedi.Marta, “Son gün, diriliş günü onun dirileceğini biliyorum” dedi.İsa ona, “Diriliş ve yaşam Ben’im” dedi. “Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır.Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek. Buna iman ediyor musun?”Marta, “Evet, ya Rab” dedi. “Senin, dünyaya gelecek olan Tanrı’nın Oğlu Mesih* olduğuna iman ettim.”Bunu söyledikten sonra gidip kız kardeşi Meryem’i gizlice çağırdı. “Öğretmen burada, seni çağırıyor” dedi.Meryem bunu işitince hemen kalkıp İsa’nın yanına gitti.İsa henüz köye varmamıştı, hâlâ Marta’nın kendisini karşıladığı yerdeydi.Meryem’le birlikte evde bulunan ve kendisini teselli eden Yahudiler, onun hızla kalkıp dışarı çıktığını gördüler. Ağlamak için mezara gittiğini sanarak onu izlediler. Meryem İsa’nın bulunduğu yere vardı. O’nu görünce ayaklarına kapanarak, “Ya Rab” dedi, “Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi.” Meryem’in ve onunla gelen Yahudiler’in ağladığını gören İsa’nın ruhunu hüzün kapladı, yüreği sızladı. “Onu nereye koydunuz?” diye sordu. O’na, “Ya Rab, gel gör” dediler. İsa ağladı. Yahudiler, “Bakın, onu ne kadar seviyormuş!” dediler. Ama içlerinden bazıları, “Körün gözlerini açan bu kişi, Lazar’ın ölümünü de önleyemez miydi?” dediler. İsa yine derinden hüzünlenerek mezara vardı. Mezar bir mağaraydı, girişinde de bir taş duruyordu.İsa, “Taşı çekin!” dedi. Ölenin kızkardeşi Marta, “Rab, o artık kokmuştur, öleli dört gün oldu” dedi.İsa ona, “Ben sana, ‘İman edersen Tanrı’nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?” dedi.Bunun üzerine taşı çektiler. İsa gözlerini gökyüzüne kaldırarak şöyle dedi: “Baba, beni işittiğin için sana şükrediyorum.Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diye söyledim.”Bunları söyledikten sonra yüksek sesle, “Lazar, dışarı çık!” diye bağırdı.Ölü, elleri ayakları sargılarla bağlı, yüzü peşkirle sarılmış olarak dışarı çıktı. İsa oradakilere, “Onu çözün, bırakın gitsin” dedi. O zaman, Meryem’e gelen ve İsa’nın yaptıklarını gören Yahudiler’in birçoğu İsa’ya iman etti.

Burada Meryem ve Marta’nın kardeşi Lazar’ın ölmüş olduğunu okuyoruz. İnsanlar Rab’be Lazar’ın ölüm döşeğinde olduğunu söylemişlerdi ama haber O’na ulaşana kadar Lazar ölmüştü. Burada ilginç olan, herkes hemen gitmek gerekir diye düşünürken İsa’nın beklemesidir. İsa Lazar’ın öldüğü kesinleşince Beytanya’ya gidiyor. Rab, Lazar ölmeden de onu kurtarabilirdi, bunu biliyoruz. Ama Rab’bin bize anlatmak istediği bir şey vardı. Diriliş ve Yaşam’ın Kendisi olduğunu anlatmak istiyordu.

İsa Beytanya’ya girince Marta Rab’bi karşılamaya koştu. Marta’nın söylediklerinden sonra Rab ona “Diriliş ve Yaşam benim” dedi. Yuhanna 11’deki ana konu budur ama ben başka bir konuyu öne çıkartmak istiyorum. Marta Meryem’i çağırarak Rab’bi görmesini söylüyor. Meryem de İsa’ya koşarak onun ayaklarına kapanıyor (Kutsal Kitap’taki karşılaşmalarının hepsinde Meryem İsa’nın ayaklarının dibindedir). Meryem’in İsa’nın ayaklarının dibinde oturması öğrenmeye istekli olması, alçakgönüllülüğü ve tapınma isteğini temsil eder. Sonra Meryem de Marta’yla aynı şeyi söylüyor. Bundan sonra Yuhanna 11: 35’te Kutsal Kitap’ın en kısa ama en etkili ayetini görüyoruz.

Yuhanna 11:35 İsa ağladı.

Rab Meryem’e ve arkadaşlarına karşı derin bir yakınlık gösterdi. İsa çoğu zaman sakin, endişesiz ve insanların sorunlarının üzerinde gibi görünür ama burada halkıyla empati yapabildiğini görüyoruz. İsa’nın, halkına karşı derin bir sevgisi vardır. Rab halkına öfkeyle değil büyük bir sevgiyle bakmaktadır. Mesih İsa’nın çarmıhı Tanrı’nın sevgisinin en büyük ifadesidir. Artık Rab’bin sevgisinden bizi hiçbir şey ayıramaz. Ezgiler Ezgisi 4:9’da “Çaldın gönlümü kız kardeşim, yavuklum, Bir bakışınla, Gerdanlığının tek zinciriyle çaldın gönlümü!” demektedir. İşte Tanrı’nın bizlere karşı beslediği bu duygular bize “Ne muhteşem bir Tanrı!” dedirtir. Bizi Kendi suretinde yaratan, bizi büyük bir tutkuyla kendine çeken, bize “kardeşim” demekten utanmayan bir Tanrı!

Rab’bin meleklerinin üçte biri O’na isyan ettiklerinde O ses çıkarmadı ama insanların tümü O’na isyan ettiğinde “Hayır! Bunlar benim suretimdeki yaratıklardır” dedi ve harekete geçti. Tanrı’nın insanlarla birlikte olmak için onların arasına indiği tek din Hristiyanlık’tır.  Hristiyanlık’ ta Tanrı halkına uzak ve halkından farklı değildir. Tanrı, halkına yakındır ve biz de kendi başımıza değil ama O’nun lütfuyla kutsal olabiliriz.

İsa Mesih aracılığıyla gelen bu lütuf ve sevinç bizi dünyadaki insanların en mutlusu yapar!

Dirisu Kilisesi – Misafir Vaiz

Günah Köleliğinden Özgürlüğe

15 05 2012

Size bir soru sormak istiyorum köle kimlere denir? Biliyorum birçoğunuzun bu soruya verecek güzel cevapları vardır.

İnternete baktığımda şu anlamı buldum. Savaşta tutsak alınan, yabancı ülkelerden zorla kaçırılıp özgürlükten yoksun bırakılan ya da başkasından satın alınan adam ve esir insanlardır. Birinin buyruğu altında bulunan, özgür olmayan kimsedir. Köle olanların çocukları da köle olarak doğar ve köle olarak yaşamlarını sürdürdüler.  Aynı şekilde bir toplum ’da başka bir toplumu esir alarak onlara hak ettikleri yaşama haklarını vermeyerek onları ağır işlerde çalıştırıp onların üzerinde mutlak yetki sahibi olmada da köleliğin başka bir şeklidir.

Birde günaha kölelik vardır; şimdi üzerinde duracağımız konu günaha köleliktir.

İsa kendisine iman etmiş olan Yahudilere, «Eğer benim sözüme bağlı kalırsanız, gerçekten öğrencilerim olursunuz. Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak» dedi.«Biz İbrahim’in soyundanız» diye karşılık verdiler, «Hiçbir zaman kimseye kölelik etmedik. Nasıl oluyor da sen, `Özgür olacaksınız’ diyorsun?» İsa, «Size doğrusunu söyleyeyim, günah işleyen herkes günahın kölesidir» dedi.  «Köle ev halkının sürekli bir üyesi değildir, ama oğul sürekli üyesidir.  Bunun için, Oğul sizi özgür kılarsa, gerçekten özgür olursunuz.  Yuhanna 8:31-36 ( İncil )

İsa Mesih günah işleyen herkesin günahın esiri ve kölesi olduğunu söylemektedir. Çoğumuz tutkularımıza esir yaşarız. Bunu, şunu yapmamam gerekir diyoruz ancak yine de arzularımıza yeniliriz. Gurur, bencillik, cinsel tutkular, kıskançlık, sevgisizlik, nefret, yalan söylemek, zevklerimizi her şeyden üstün tutmak, Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, açgözlülük, ırkçılık, adam öldürmek, başkasının hakkına tecavüz etmek, hırsızlık büyü ve fala baktırmak, insanları aldatmak gibi günahlı davranışlar insanları tutsak etmiştir. Bundan dolayı aileler, yuvalar ve yaşamlar alt üst olur. Âdem zürriyeti olan bizler Allah’ın günah saydığı bu davranışlardan en az bir kaçını hayatımızda barındırdık veya barındırmaktayız.

Bunlardan kurtulmak isteriz ancak kendi çabamızla kurtulamayız. Bazı zamanlar daha diplere batarız. Bunlardan kurtulup özgür olmaya ihtiyacımız var. Bazı insanlar bu yaşamdan zevk alarak kurtulmak istemez. Bu benim için doğal bir hayattır derler. Onlara yapacak hiçbir şey yoktur. Ancak kurtulmak isteyen insanlar kendi sorunlarına bir çözüm ararlar.. Köleler diğer insanalar gibi özgür olmayı hayal ederler ve kurtulmanın çaresini ararlar. Eğer biz günahtan kurtulmayı aramasak özgür olamayız.

İsa Mesih Arayan bulur kapıyı çalana kapı açılır diyor. Yani Allah bizi işlediğimiz günahlardan temizleyip özgür kılmak için İsa Mesihi göndermiştir. Ona İman ettiğimizde özgürlüğümüze kavuşuruz.

Şimdi size Kutsal kitapta yazılan bir hikâye anımsatmak istiyorum. İman babası İbrahim; Tanrının sevdiği ve seçtiği bir kişiydi. İşte sevdiği bu kişinin soyu Mısıra yerleştiği vakit köle değildi. Mısır halkının sahip olduğu bütün haklara sahiptiler.

Ne var ki daha sonra Mısır kıralı Firavun bu halkın bütün fertlerini esir ve köle ilan etti. Mısırın bütün ağır ve zor işlerini bu halka yaptırttı. Bu köle halkın sırtında yük taşıması için büyük bir küfe bulunurdu.( Kamıştan yapılan yük sepeti ) Bütün ağır yükleri bu küfeyle sırtlarında taşırlardı. O köle halkın çocukları köle olarak doğar ve de takriben 12 yaşına geldiğinde onlarında sırtına birer küfe verilerek onlarda o acıya paydaş olurlardı. İşte Tanrı’nın sevdiği seçilmiş İsrail halkı böyle yaşarlardı. Ancak Tanrı halkını unutmamıştı. Bürgün Musa’yı çağırdı ve şöyle dedi;

Ben babanın Tanrısı, İbrahim’in Tanrısı, İshak’ın Tanrısı ve Yakup’un Tanrısıyım.» Musa yüzünü kapadı, çünkü Tanrı’ya bakmaya korkuyordu.

RAB, «Halkımın Mısır’da çektiği sıkıntıyı yakından gördüm» dedi, «Angaryacılar yüzünden ettikleri feryadı duydum. Acılarını biliyorum. Bu yüzden onları Mısırlıların elinden kurtarmak için geldim.  Mısırdan çıkış 3:6-7

Gel seni Mısır firavunun elinde esir olan halkımı kurtarmaya göndereceğim dedi. Kutsal kitap bize diyor ki firavun onları kolay kolay bırakmak istemedi. Tanrı ondan çok mucize yaparak ve en sonunda kızıl denizi bölerek halkını firavunun elinden kurtardı. Onları yeni bir ülkeye yerleştirdi. Bundan böyle köle değillerdi.

İncil’in birçok bölümünde şeytan tarafından aldatılan ve aldatılmaya maruz kalan insanların günahın esiri ve kölesi olmaktan bahseder. Kısaca günah küfesi sırtımızdadır.  Bizim çocuklarımız da doğuştan bizim günahlarımızdan pay alarak ergen yaşından sonra günahın ağır küfesi altına girip ezilmektedirler. Dünya yaşamı içindeki acılara paydaş olmaktadırlar. Aynı Kölelik yapan aile de doğan çocuk nasıl köle doğuyorsa, Bizim çocuklarımızda günahın kölesi olan bizlerin irsî mirasımıza ortak oluyor. Bu miras Âdem ve havadan gelen günah mirasıdır. Ve de İsa Mesih’in gelişine dek gelen bütün peygamberler de Âdem’den kalan bu günah mirasına ortak oldular dahası bundan kaçar yol yoktur.

Elçi Pavlus İsa Mesih’e iman etmeden evvel Allaha inanan ve iyi olmak isteyen dindar bir kişiydi ancak ne kadar çabalarsa çabalasın günah işlemekten özgür olamadığını söyledi.

Diyor ki “Yasa’nın ruhsal olduğunu biliriz. Bense benliğin denetimindeyim, köle gibi günaha satılmışım”. Rom.7:14( İncil)

Mesih’e iman ettikten sonra Mesih aracılığı ile gelen Kutsal ruhun gücüyle özgürleştiğini söylemektedir.

Söz dinleyen köleler gibi kendinizi kime teslim ederseniz, sözünü dinlediğiniz kişinin köleleri olduğunuzu bilmez misiniz? Ya ölüme götüren günahın ya da doğruluğa götüren sözdinlerliğin kölelerisiniz.  Ama şükürler olsun Tanrı’ya! Eskiden günahın köleleri olan sizler, adandığınız öğretinin özüne yürekten bağlandınız.  Günahtan özgür kılınarak doğruluğun köleleri oldunuz. Rom.6.15-23 ( İncil)

İşte bu sebeple bizi ancak günahı olmayan ve bu irsi günahı taşımayan; ancak bize benzeyen bir kişi kurtarabilirdi. İşte bu Kişinin adı İsa Mesih’tir. Çünkü İsa Mesih iki insanın birleşimi ile doğmamıştır.

Kutsal kitap Tanrının 4200 yıl önce İbrahim’e vaat ederek bizi günah köleliğinden kurtaracak bir kurtarıcı göndereceğini bildirmişti. İsa Mesih’ten 700 yıl önce yaşayan İşaya peygamber bu konuda güçlü peygamberlikler de bulunmuştu.

Bundan ötürü Rab’bin kendisi size bir belirti ( Alamet ) verecek: İşte, kız gebe kalıp bir oğul doğuracak; adını İmmanuel koyacak (Yeşaya 7:14)

Bu peygamberliğin İsa Mesih’in doğması ile gerçekleştiğini İncil’de okumaktayız.

Davut oğlu Yusuf, Meryem’i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh ‘tandır.  Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak. Matta 1:21(İncil)

Yahya peygamber İsa Mesihi gördüğü zaman İşte dünyanın günahını kaldıran Allah kuzusu dedi. İsa Mesih yeryüzündeyken günahlarımız için öleceğini söyledi. İsa bizden biri gibi doğdu halkının acılarını yakından tanıdı halkının arasında yaşadı. Âmâ onun bedeninde günah yoktu Ve O günah işlemedi. Mesih’in çarmıhta akıttığı kendi kanıyla günah küfesinden özgür oluyoruz. O günah küfemizi sırtımızdan alarak bizi sonsuz yargıya götüren günahlarımızdan bizi kurtardı. Mesih bunun için doğdu özgür olduğu için Ona iman edende özğür kılınır.

Mesh ’siz özgür olmak imkânsızdır. İsa Mesih siz gerçeği bileceksiniz gerçek sizi özgür kılacaktır dedi. Gerçek kurtuluş haberi İncil’de müjdelenmektedir. İsa Mesih’e iman eden günahın getirdiği yargıdan ve ölümden özgür olur ve sonsuz yaşama kavuşur.

Noel Doğuş bayramı günahtan bizi özgür kılmak isteyen Mesih’in gelip Kutsal Ruhuyla yüreklerimizde yaşamasıdır. Mesih’in yüreklerimize gelip yaşaması bizim için Tanrının büyük hediyesidir.

Bedri Peker

“İmmanuel” Tanrı Bizimle

Medyadan yansıyan haberler genellikle hep kötüdür. İyi bir habere çok ihtiyacımız olduğu bir gerçek.  İşte, ‘Kurtarıcı doğdu’ iyi bir haberdir. Aslında bundan daha sevinçli bir haber yoktur!

Matta 1:18-24’e bakalım.
“İsa Mesih’in doğumu şöyle oldu: Annesi Meryem, Yusuf’la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce Meryem’in Kutsal Ruh’tan gebe olduğu anlaşıldı. Nişanlısı Yusuf, doğru bir adam olduğu ve onu herkesin önünde utandırmak istemediği için ondan sessizce ayrılmak niyetindeydi. Ama böyle düşünmesi üzerine Rab’bin bir meleği rüyada ona görünerek şöyle dedi: “Davut oğlu Yusuf, Meryem’i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh’tandır. Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak.” Bütün bunlar, Rab’bin peygamber aracılığıyla bildirdiği şu söz yerine gelsin diye oldu: “İşte, kız gebe kalıp bir oğul doğuracak; adını İmmanuel koyacaklar.” İmmanuel, Tanrı bizimle demektir. Yusuf uyanınca Rab’bin meleğinin buyruğuna uydu ve Meryem’i eş olarak yanına aldı.” (Matta 1:18-24)

İsa Mesih’in doğumu sıradan bir insanın doğumu değildir. İsa, Tanrı’nın Ruh’undan doğmuştur. Bu olayı insan mantığıyla anlamak çok zordur. Nasıl bir kadın tek başına, erkeksiz çocuk doğurabilir? Nasıl bir ruhtan çocuk olabilir? Bunun gibi İbrahim’in karısı nasıl doksan yaşında çocuk doğurabildi? Diğer taraftan bu sorular şu açıdan da ele alınabilirdi: Tanrı için imkânsız bir şey var mı?

Tanrının bize olan sevgisi mantığımızın çok ötesindedir.Tanrı’nın insanları ne kadar sevdiğini anlamadan bu olayları kavrayamayız. Tanrı’nın işleri insan mantığına uymak zorunda değildir. O’nun tüm işleri lütfundan ve gücünden kaynaklanır.

İsa’nın doğumu bir tesadüf değildir. Adem’in yılana aldanarak günah işlediği zaman Tanrı Mesih’in doğacağını ilan etmiştir. Kadından doğan senin başını ezecek. Günahı ortadan kaldırarak şeytanın gücünü kıracak. Bu peygamberlikle Mesih’in doğacağı üstü kapalı bir şekilde belirtilmiştir. Yeşaya 7:14’te daha net bir peygamberlik yapılmıştır.

“İşte, kız gebe kalıp bir oğul doğuracak; adını İmmanuel koyacak.”(Yeşaya 7:14)

İmmanuel, ‘Tanrı bizimle’ demektir. Yani Tanrı insanlarla beraber yaşayacak, onlarla beraber yemek yiyip içecek ve insanlığın bütün dertlerini ve onları ezen günahın gücünü kıracak, şeytanın başını ezecek. İşte İmmanuel bu demektir!

Bu ayetten daha da açık olan bir peygamberlik de Yeşaya 9:6’da görülebilir.

“Çünkü bize bir çocuk doğacak, Bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak.” (Yeşaya 9:6)

Yeşaya 9:3 ayeti de içinde dört kere sevinç anlamında kelime bulunması açısından önemlidir.

“Ya RAB, ulusu çoğaltacak, sevincini artıracaksın. Ekin biçenlerin neşelendiği, Ganimet paylaşanların coştuğu gibi, Onlar da sevinecek senin önünde.” (Yeşaya 9:3)

Peki insanlar neden sevinecekler? Çünkü o çocuk, sıkıntı çeken, karanlıkta oturan halk içinde büyük ışık olacak. Ölüm korkusunu o kaldıracak. 9:6’da doğacak çocuğu açıkça tarif edildiğini görüyoruz. Burada çocuğun dört özelliğine değiniliyor:

Harika öğütçü: Yani savaşta bilgelikle plan yaparak düşmanı yenme stratejisi geliştiren bir önder.
Güçlü Tanrı: Yani her güce sahip yönetici.
Ebedi Baba: Yani ezelden ebede kadar merhamet eden baba.
Esenlik önderi: Yani Tanrı’yla insanı ve insanla insanı barıştıran önder.

Yeşaya 9:7 ayetine bakalım.
“Davut’un tahtı ve ülkesi üzerinde egemenlik sürecek. Egemenliğinin ve esenliğinin büyümesi son bulmayacak. Egemenliğini adaletle, doğrulukla kuracak Ve sonsuza dek sürdürecek. Her Şeye Egemen RAB’bin gayreti bunu sağlayacak.” (Yeşaya 9:7)

Burada kurtuluşun insanın gayretiyle değil Tanrı’nın gayretiyle sağlanacağı belirtiliyor. Yani iyilik yapmakla, gayretle kendimizi kurtaramayız. Kurtuluş bizim gücümüzü aşar. Tanrı insanları o kadar çok sevdi ki bu eziyet çeken halkı kurtarmak için Kendi Oğlu’nu gönderdi. Şeytanın gücünü günahsız Kurtarıcı kıracak.

Peki bu Kral nerede doğacak? Mika 5:2’de belirtilmiş.
“Ama sen, ey Beytlehem Efrata, Yahuda boyları arasında önemsiz olduğun halde, İsrail’i benim adıma yönetecek olan senden çıkacak. Onun kökeni öncesizliğe, zamanın başlangıcına dayanır.” (Mika 5:2)

Tanrı’nın söylediği her söz mutlaka gerçekleşecektir. Bunun için Tanrı gayretle çalışmaktadır. Öyle ki sözünün yerine gelmesi için dünyanın sistemini bile değiştirir. Tanrı’nın planı mükemmeldir. O’nun planına göre İsa bizi kurtarmak için doğdu.

Yeşaya 1:5’te söylediği gibi baş büsbütün hasta. Şeytanı yenmek için Tanrı’nın gücü gerekiyor. 1. Yuhanna 1:7 ve 2:1’de yazıldığı gibi İsa’nın kanı bizi her günahtan arındırır, içimizden biri günah işlerse, adil olan İsa Mesih bizi Baba’nın önünde savunur.

Günahlarımız bağışlandığında sonsuz yaşama kavuşuruz, yüreklerimize esenlik gelir. İsa, yükleri olanlar, ben size rahat veririm der. İsa Mesih bize hayat ve sevinç veren en değerli hediyemizdir. Can ve bedeni sağlığa kavuşturan, Tanrı’yla ebediyen yaşatan hediyemizdir. Tanrımız günahlarımızı aklayarak bize O’na iman eden çocukları olma hakkını verdi. Biz Tanrı’nın çocuklarıyız. Artık kimse bizi suçlamayacak çünkü Tanrı bizim suçlarımızın bedelini ödedi.

Hepimiz sevdiğimiz kişilere hediyeler vermek isteriz. Hediye, hazırlayan için de alan için de mutluluk vericidir. Hediyeyi alan kişi hoşnutsuz olduğu zaman hediyeyi veren kişi de üzülür. Ama Tanrı’nın hediyesi mükemmeldir! Bu hediyeyi kabul etmeyen kişi bütün bu bereketlerden mahrum kalmakla kalmaz, günahları aklanmayacağı için kurtuluşa da kavuşamaz.

Dirisu kilisesi

Hayatımız İçin Önem Taşıyan İşaretler

Zaman zaman aldığımız önemli işaretler bize bereket veya acı getirir. Bu işaretlere uymadığımızda telafisi imkânsız acılar çekebiliriz. Yanlış bir evlilik kararı bu duruma bir örnektir. Bir kilisede, kilise çobanının uyarısına rağmen bir kardeş Mesih’e iman etmeyen bir bayanla evlenmişti. Evlendikten sonra büyük bir tuzağa düştüğünü anladı. Hayatının cehenneme döndüğünü, yılarının acı içinde geçtiğini söyledi. Bu kardeş Kutsal Kitap’taki işaretlere dikkat etseydi belki daha uygun bir kişiyle evlenir, bu acıları çekmezdi.

Bunu daha iyi anlayabilmek için trafik işaretlerini örnek verebiliriz. Arabayla bir yolculuğa çıktığımız zaman çeşitli trafik İŞARETLERİ görürüz. Bu işaretler düzeni sağlamak ve bizleri korumak için oraya konmuştur. Bu yüzden bu işaretlere dikkat etmediğimiz zaman telafisi çok zor, hatta ölümle sonuçlanan acı olaylar yaşayabiliriz. Her gün televizyon ve gazetelerde sık sık dikkatsizlikten dolayı meydana gelen trafik kazaları ile  ilgili haberler duymaktayız.

Hayatımız için önem taşıyan çağrılara önem verdiğimizde kazançlı çıkmışızdır. Buna pek çok örnek verebiliriz. Örneğin hastalık belirtilerini ele alalım. Doktorlar her zaman için, özellikle ölümcül olabilecek hastalıklarda erken teşhis çok önemlidir derler. Çünkü hastalığın verdiği işaretler erken tedavi açısından çok önemlidir ve bu da hastanın hayatını kurtarabilir. Yıllar önce köyde yaşayan bir akrabamızın eşini göğsündeki ağrılar nedeniyle doktora götürmüştük. Doktorlar onu hemen ameliyata alıp bir göğsünü almışlardı. Akrabam, bu işareti ciddiye almayıp eşini doktora götürmeseydik onu kaybedebileceğimizi söyledi. Üstelik bu ailenin 4-5 çocuğu vardı.

Yeni iman etmiş bir kardeş bir görümde kendisini çöl gibi bir yerde, bir uçurumun kenarında gördüğünü anlattı. Uçurumun karşı tarafının ise yemyeşil olduğunu, orada İsa Mesih’in durduğunu ve elini uzatıp “Sabret, seni bu tarafa alacağım” dediğini duyduğunu söyledi. Bu, Rab’ den kendisine verilen bir işaret, bir çağrıydı. “Bana iman edersen ölümden yaşama geçersin” çağrısıydı. Bu çağrıya önem veren kardeş daha sonra Rab İsa Mesih’e iman etti ve şimdi kilisemizde Rab ’be hizmet etmektedir.

Şimdi Kutsal Kitap’ta, Tanrı’nın zafer işaretlerini fark edip bunlara önem veren bir kadından bahsedeceğim.

Yeşu 2: 8-24
Damdaki adamlar yatmadan önce kadın yanlarına çıktı. 9 «RAB’ bin bu ülkeyi size verdiğini biliyorum» dedi, «Sizden ötürü dehşete kapıldık; ülkede yaşayan herkesin korkudan dizlerinin bağı çözüldü. 10 Çünkü Mısır’dan çıktığınızda RAB’ bin Kızıldeniz’i önünüzde nasıl kuruttuğunu, Şeria Irmağı’nın ötesindeki Amorlu iki krala -Sihon ve Og’a- neler yaptığınızı, onları nasıl yok ettiğinizi duyduk. 11 Bunları duyduğumuzda korkudan dizlerimizin bağı çözüldü. Sizin korkunuzdan kimsede derman kalmadı. Çünkü Tanrınız RAB hem yukarıda göklerde, hem de aşağıda yeryüzünde Tanrı’dır. Size iyilik ettiğim gibi, siz de aileme iyilik edeceğinize lütfen RAB adına ant için. Annemi, babamı, erkek ve kız kardeşlerimle ailelerini ölümden kurtarıp hepimizi sağ bırakacağınıza ilişkin bana güvenilir bir işaret verin.» 14 Adamlar, «Eğer bu yaptıklarımızı açığa vurmazsanız, yerinize ölmeye hazırız» dediler, «RAB bu ülkeyi bize verdiğinde sana iyilik edip sözümüzü tutacağız.»

Rahav, Eriha şehrinde fahişelik yapan bir kadındı. Eriha şehrini araştırmaya gelen İsrailli casuslar sığınak olarak Rahavın evini seçtiler çünkü o eve birçok kişi girip çıktığı için kimsenin dikkatini çekmeyeceklerini düşündüler. Putperest ve günahta yaşayan bir kadın olan Rahav Tanrı halkının zafer işaretlerini görmüştü. Tanrı’nın, kendi halkı olan İsrailliler’e nasıl zafer kazandırdığını, Mısır ordusunun Kızıldeniz’de nasıl helak olduğunu duymuştu. Yaşadığı Eriha şehrini de İsrail halkının alacağını anlamıştı. Bu yüzden tercihini kazanan taraf olan Tanrı halkından yana yaptı. Onları evinde misafir edip gizledi. Eriha’nın güçlü surlarına ve yenilmez gibi gözüken ordusuna bakmadı. Tersine, İsrail’in Tanrısı’na iman etti. Böylece imanı ile kendi canını ve bütün akrabalarının canını güvence altına almış oldu. Rahav, Tanrı’nın halkıyla beraber olduğunun İŞARETİNİ İsrail halkının kazandığı ZAFERLERDEN anlamıştı. Fahişelik yapan bu kadın kutsal bir hayatın özlemini duyduğu için Tanrı’nın bu çağrısına ve kurtarışına hemen olumlu cevap verdi. O da artık Kutsal Tanrı’nın kutsal halkıyla birlikte onların aralarında yaşayacaktı. Ve böyle oldu.

İşte Tanrı da sizi kurtarmak için “Size bir İŞARET veriyorum: Kız gebe kalıp bir oğlan doğuracak onun adı İmmanuel olacaktır, halkını günahlardan O kurtaracaktır” dedi.

Yani Tanrı Oğlu İsa Mesih’e İnanmamız için bizi bir işaretle yönlendiriyor! Biz insanlar ancak İsa Mesih’e iman ederek günahlarımızdan arınıp sonsuz yaşama sahip olabiliriz. Bakire Meryem’in Kutsal Ruh ’tan gebe kalması biz insanlar için günahsız bir Kurtarıcı doğduğuna işaret değil midir?

Mesih’in çarmıh üzerinde bütün dünyanın günahını kaldırmak için ölmesi Tanrı’nın bize olan sevgisinin büyük bir işareti değil midir?

Üç gün sonra ölümü yenerek dirilmesi, Tanrı’nın bizi ebedi yaşam için dirilteceğine, ölümün bizi bağlayan zincirinin kırdığına dair bir zafer işareti değil midir?

Rab İsa’ya iman ettiğimizde Kutsal Ruh ’un içimize gelmesi bağışlandığımıza dair Tanrı’nın esenlik veren işareti değil midir?

Mesih, elçilerle birlikte dağdayken Baba Tanrı’dan gelen “Sevgili Oğlum budur, O’nu dinleyin” diye seslenmesi bize, izleyeceğimiz yolun güvenli olduğuna dair bir işarettir.

İsa Mesih’in ikinci kez görkemli biçimde, Kral olarak gelip kendisine iman eden bizleri yanına alacağı bizim için görkemli bir zafer vaadidir.

Bize yapılan bu kadar çağrıya, bu kadar işarete önem vermesek vay halimize! Eğer sen de gerçekten Zaferli bir yaşam sürmek istiyorsan Tanrı’nın sana olan çağrısına kulak ver ve bırak yüreğinin başköşesinde İsa yaşasın.

Dünya, dibi su tutmayan çatlak bir su deposu gibidir; yaşamımızı, yılarımızı geri vermemek üzere alıp götürmektedir. İsa Mesih ise “Susamış olan bana gelsin bol bol içsin. Ben yaşam suyunun kaynağıyım, bana iman eden kişi ebediyen yaşayacak, ölse bile dirilecektir” dedi. Süleyman peygamber dünyanın ardından gitmeyi, rüzgârı kovalamaya benzetti. Üstelik bunu söyleyen Kral Süleyman dünyadaki bütün zenginlik ve nimetlerden fazlasıyla pay almıştı. Buna rağmen eğer cennete gitmeyeceksem “Her şey boş, bomboş” dedi. Yani bütün bu çabalar kürek çekip de bir yere varamamak gibi, sonucu sadece yorgunluk olan boş yaşamdır.

Bundan dolayı Rab ’bin bize verdiği İŞARETLERE ve çağrıya önem verelim. Rab ruhsal hayatımızı yoluna sokmak için bize çeşitli şekillerde seslenir. Bunlara duyarlı olalım. Yüreğimizin kulakları Rab ‘bin çağrısına açık olsun, yolumuz mutlaka aydınlık olacaktır.

Bedri Peker

Mesih’in Çarmıhı

Mesih’le birlikte çarmıha gerildim. Artık ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor. Şimdi bedende sürdürdüğüm yaşamı, beni seven ve benim için kendini feda eden Tanrı Oğlu’na imanla sürdürüyorum (Gal 2:20).

İncil’de İbr 13:20’de Tanrı’nın ezeli kurtuluş planından söz eder. Yani Tanrı, daha dünya yaratılmadan önce bütün insanlığı kurtarmak için bir plan yaptı. Yine İncil’in Timoteos bölümünde der ki Mesih İsa’da sağlanan bu lütuf, yani İncil’in kendisi zamanın öncesinden tasarlandı. İnsanlar İncil değiştirildi diyebilirler ancak bunun sadece Tanrı tasarısını değiştirdiği taktirde mümkün olabileceğine dikkat edilmelidir. Böyle diyenler Tanrı’yı sadakatsiz, sözünden dönen bir konuma sokmuş olurlar. Oysa Tanrı sadıktır, planlarını değiştirmez. Tanrı dün, bugün ve sonsuza dek aynıdır.

Pavlus, Mesih’le birlikte çarmıha gerildik diyor. Yani Mesih çarmıhta öldüğünde biz de onunla öldük. Bu dünyada yaşama devam ediyor olsak da bu, Tanrı’nın Oğlu’na imanla sürdürdüğümüz bir yaşamdır.

Peki, bu tasarıda Mesih’in ölümüne neden ihtiyaç vardı? Bu bağlamda Mesih’in çarmıhtaki ölümünün Kutsal Yasa’da nasıl açıklandığını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bununla ilgili pek çok ayet var ancak sadece birkaçına değineceğiz.

Yeşaya, İsa’dan yedi yüz yıl önce yaşamış bir peygamberdi. Kendisi Yeşaya kitabının 53. bölümü boyunca Mesih daha dünyaya gelmeden onun ölümünden söz ediyor. Kurtuluşumuzu sağlamak, esenliğe kavuşmamız için Tanrı hepimizin cezasını ona yükledi diyor. İsa lekesiz, günahsız kurban kuzusuydu. Mezarının zenginin yanında olacağından bile söz ediyor. Yeşaya, iyi haberi de veriyor: O öldükten sonra dirildi! O’na iman eden aklanacak diyor.

Davut peygamber ise İsa’dan bin yıl önce yaşamıştır. Mezmurlarda Mesih’in ölümünü tasvir eden satırlar yazmıştır. Örneğin Mezmur 22’de Mesih’in çarmıhtaki feryadını temsil etmiştir: “Tanrım, Tanrım, Beni neden terk ettin?”

Davut aynı zamanda Mesih’in el ve ayaklarının çivilendiğini ön görüyor. Kemiklerinin kırılmayacağını, askerler tarafından elbiseleri için kura çekildiğinden bahsediyor.

Daniel peygamber İsa’dan beş yüz yıl önce yaşamış bir peygamberdir. Mesih’in ne amaçla dünyaya göderileceğini ve kesin ölüm tarihini vermektedir.

Tüm bunlar nasıl tesadüf olabilir? Üstelik bunlar daha Mesih’le ilgili peygamberliklerin sadece birkaçı.

Amos peygamber aracılığıyla Tanrı şöyle sesleniyor. Gerçek şu ki, Egemen RAB kulu peygamberlere Sırrını açmadıkça bir şey yapmaz. (Amos 3:7) Yani Tanrı en ufak bir şüpheye bile yer kalmaması için Kutsal Kitap’ta pek çok vahyi açıklıyor.

Şimdi de Kutsal Kitap’ın Yeni Antlaşma bölümünde İsa’nın çarmıhıyla ilgili kayıtlara bakalım.

O’nunla alay etmeleri, kamçılayıp çarmıha germeleri için O`nu öteki uluslara teslim edecekler. Ne var ki O, üçüncü gün dirilecek. (Matta 20:19) Burada İsa Mesih’in ölüp dirileceği üçüncü kez açıklanıyor. O’nunla böyle alay ettikten sonra kaftanı üzerinden çıkarıp kendi giysilerini giydirdiler ve çarmıha germeye götürdüler. (Matta 27:31) İsa`yla birlikte, biri sağında öbürü solunda olmak üzere iki haydut da çarmıha gerildi. (Matta 27:38) Burada Yeşaya’da peygamberlik edilen olaylar gerçekleştiğini görüyoruz.

İsa öğrencileriyle birlikte halkı da yanına çağırıp şöyle konuştu: “Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin (Markos 8:34). Pavlus’un, Ga 2:20’de kendini inkâr ettiğini görmüştük. Bizler benliğimize öldük. Eski ben ölmeli. Çarmıhı yüklenip O’nu izlememiz gerekiyor.

Askerler İsa`yı götürürken, kırdan gelmekte olan Simun adında Kireneli bir adamı yakaladılar, çarmıhı sırtına yükleyip İsa`nın arkasından yürüttüler. Büyük bir halk topluluğu da İsa`nın ardından gidiyordu. Aralarında İsa için dövünüp ağıt yakan kadınlar vardı. İsa bu kadınlara dönerek, “Ey Yeruşalim kızları, benim için ağlamayın” dedi. “Kendiniz ve çocuklarınız için ağlayın. Çünkü öyle günler gelecek ki, `Kısır kadınlara, hiç doğurmamış rahimlere, emzirmemiş memelere ne mutlu!` diyecekler. O zaman dağlara, `Üzerimize düşün!` ve tepelere, `Bizi örtün!` diyecekler. Çünkü yaş ağaca böyle yaparlarsa, kuruya neler olacaktır?” (Luka 23:26-31) Burada yaş ağaç Mesih’tir, aynı zamanda da biz Mesih inanlılarını temsil etmektedir. Kuru ağaç da imansızlar ve ismen “İsa, İsa!” deyip de kilise kapısından çıkar çıkmaz normal yaşamlarına dönenlerdir. Yaş ağaç olarak kalalım. Yine Luka 23: 39’de İsa’ya küfür edildiğinden söz ediyor. Buna sessiz kalmak çok zordur kardeşler ama Rab bizden bunu istiyor, çünkü kendisi de öyle yaptı, hakkınızı arayın demedi. Çarmıhı taşımak haksızlıklara katlanmayı da içerir.

Baş kâhinler ve görevliler İsa`yı görünce, “Çarmıha ger, çarmıha ger!” diye bağrıştılar. Pilatus, “O`nu siz alıp çarmıha gerin!” dedi. “Ben O`nda bir suç bulamıyorum!” Yahudiler şu karşılığı verdiler: “Bizim bir yasamız var, bu yasaya göre O`nun ölmesi gerekir. Çünkü kendisinin Tanrı Oğlu olduğunu ileri sürüyor.” Pilatus bu sözü işitince daha çok korktu. Yine vali konağına girip İsa`ya, “Sen nereden geliyorsun?” diye sordu. İsa ona yanıt vermedi. Pilatus, “Benimle konuşmayacak mısın?” dedi. “Seni salıvermeye de, çarmıha germeye de yetkim olduğunu bilmiyor musun?” İsa, “Sana gökten verilmeseydi, benim üzerimde hiçbir yetkin olmazdı” diye karşılık verdi. “Bu nedenle beni sana teslim edenin günahı daha büyüktür.” (Yu 19:6-11) Pilatus O’nda hata görememekle birlikte politik nedenlerle O’nu Yahudilere teslim ediyor.

Tanrı`nın belirlenmiş amacı ve öngörüsü uyarınca elinize teslim edilen bu adamı, yasa tanımaz kişilerin eliyle çarmıha çivileyip öldürdünüz. Böylelikle bütün İsrail halkı şunu kesinlikle bilsin: Tanrı, sizin çarmıha gerdiğiniz İsa`yı hem Rab hem Mesih yapmıştır. (Elç 2:23,36) Burada Petrus, Kutsal Ruh ’un gücüyle Mesih’in çarmıhtaki ölümünü ve dirilişini cesaretle bildirmiştir.

Artık günaha kölelik etmeyelim diye, günahlı varlığımızın ortadan kaldırılması için eski yaradılışımızın Mesih`le birlikte çarmıha gerildiğini biliriz (Ro 6:6).

Aranızdayken, İsa Mesih`ten ve O`nun çarmıha gerilişinden başka hiçbir şey bilmemeye kararlıydım (1.Ko 2:2 ). Pavlus burada İsa’yı tanımak ve O’nun çarmıhı dışında her şeyi süprüntü saydığını bildirerek çarmıhın önemini vurguluyor.

İsa Mesih’in çarmıhta ölüp üç gün sonra dirilmesi Hristiyanlığın temelini oluşturur. Bu o denli önemli bir konudur ki Hristiyanlık inancını diğer inançlardan kesin olarak ayırır. Mesih’in dirilişinin önemi Kutsal Kitap’ta şu ayetle vurgulanmaktadır: “Eğer Mesih’in ölümden dirildiği duyuruluyorsa, nasıl oluyor da aranızda bazıları ölüler dirilmez diyor? Eğer ölüler dirilmezse, Mesih de dirilmemiştir. Mesih dirilmemişse, bildirimiz de imanınızda boştur. Ve bizim Tanrı’yla ilgili tanıklığımız da yalan olmuş olur. Çünkü Tanrı’nın, Mesih’i dirilttiğine tanıklık ettik. Ama ölüler gerçekten dirilmezlerse, Tanrı Mesih’i de diriltmemiştir. Ölüler dirilmezlerse, Mesih de dirilmemiştir. Mesih dirilmemişse, imanınız yararsızdır ve siz hâlâ günahlarınızın içindesiniz.” (1. Korintliler 15:12-17)

Son olarak da Filipililer bölümünde pek çok kişinin çarmıha düşman olarak yaşadığını bildiriyor. Bu acı gerçeğe rağmen bizim görevimiz tanıklık ederek incili duyurmaktır. İncil’i duymayan kalmayana, Rab gelene kadar kilise ışık olarak parlayacaktır. Bizler güçsüz olsak da unutmayalım ki biz zayıfken O bizim gücümüzdür! Âmin.

Ercüment Tarkan